Koçgiri’nin bir Kürt köyünde, Türkmen Alevisi bir anne, Kürt Kızılbaş Alevisi bir babadan iki dilli bir hayata merhaba demişim.
Köyümüzde anadili Kürtçe olmayan tek kişi annemdi, hatta babam ile evlendiğinde Kürtçe’yi bilmemenin hayatını nasıl zorlaştırdığını kendi kişisel hikayeleri üzerinden bize anlatırdı. Gündelik hayat Kürtçe ve Türkçe üzerinden devam ederdi.
Kendisine yeten bir iç ekonomisi olmadığı için erkeklerin her zaman göçmen, kadınların hayatın gerçek sahipleri oldukları bir ortamdı. İki dil ve kültüre sahip annemin kişisel gelişimim üzerinden etkisi babama göre daha çok oldu. İlkokula kadar bu iki dil ile büyümenin avantajlarını yaşadım.
İki dil arasında bir sorun yaşamadan ilkokula kadar geldim. Eğitim hayatımın başlaması ile yasaklar başladı. Okulda Kürtçe konuşmak yasak!
Eğitim dilinin Türkçe olmasından hareketle bizim için verilmiş ‘iyi’ bir karar olduğunu düşünme eğilimi baskın geliyordu. Zira bir dil başka ne sebepten yasaklanabilir ki! Yasak okul ile sınırlı kalmadı, ‘kendi mahallelerinizde, sosyal hayatınızda da Kürtçe konuşmayacaksınız!’ dendiğinde bunu çok da anladığımı söyleyemem.
Yasak denmesi bir tarafa, her mahalleye öğretmen tarafından Kürtçe konuşanları okula ispiyonlayacak birer Kürtçe konuşma yasağını denetleyecek bir ‘Kürtçe konuşma başkanı’ atanmıştı. Mahalledeki bir sohbet esnasında ‘filkete’ kelimesini kullandığım için mahallemizin ‘Kürtçe konuşma Başkanı’ olan amcamın oğlu tarafından okula şikayet edildim.
Köyümüzde gündelik hayat iki dilli devam etsede, radyolar Türkçe, kasetler, plaklar Türkçe, kitaplar, dergiler Türkçe...Libya’dan çalışan babam izne gelmiş, kasetçalar da bir ezgi yükseliyor; ‘ez kurdim, kurdim, kurdim.’ Üniversite öğrencisi olduğumda ancak bunun ne demek olduğunu anlamaya başlayacağım.
Çocukluğumda kafamda bir soru ile dolaşıyorum, Kürtçe bir ezgi nasıl olur, yazılı Kürtçe görmedğim için de zaman zaman bir cümlenin Kürtçe nasıl yazılabileceğine dair bir iç ses dolaşıyor içimde. Bir süre sonra okul hayatımdaki ‘başarı’lardan dolayı Kürtçe hayatımda silikleşmeye başladı.
Ortaokul ve Lise her anlamda Türkleştiğim bir zaman dilimi oluyor benim için. Lise’de ilk çatışmalar Ramazan ayında görünür olmaya başlıyor, ders arasında bahçede bir grup arkadaş çekirdek çıtlatıyoruz.
Uyarı hemen geliyor; Yasak! Neden diyoruz, cevap; Ramazan. İyi de bizim köyümüzde Ramazan diye bir şey yoktu, Xızır vardı, o zaman evlerde kömbeler yapılır komşulara dağıtılırdı, 12 İmam vardı, o zaman da aşureler yapılır birlikte sofralar kurulur, kalanları da komşular ile paylaşılırdı.
Böylelikle sistem/toplumsal hayat ile ilk çatışmalar inanç eksenli olarak başladı. Bu çatışma alanı üzerinden Lise’de ilk örgütlenme çalışmalarımız da başladı. İmranlı’nın diğer Kürt Alevi köylerinden gelen arkadaşlar ilk politik okumalar – sosyalizmin alfabesi, sosyalizmin abc’si, felsefenin başlangıç/ Temel İlkeleri, İdam Gecesi Anıları, Gorki/Ana - ile özsavunma kapsamında kendi pratiklerimizi geliştirmeye başlıyoruz. İlk eylemimiz ise 1 Mayıs’ta 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı çalışmalarına kırmızılar giyerek gitmek ve solcu olduğuna kesin kanaat getirdiğimiz öğretmenize bir demet karanfil çiçeği hediye etmek.
Ve Hayat; “Şair olsam gelsem sana. Şiirler türküler söylesem. Zenci dişi aydınlığı alnında. Ve kestane gözlerinde bakışım...” Hasret Gültekin sözleri ve ezgileri ile hayatımıza dahil oluyor.
18’imde Üniversiteye başladığımda kendi politik kimliğim doğrultusunda Amed, Muş, Urfa, Dersim’den gelen arkadaşlar ile tanışmam ile birlikte ilk kez bir kimlik çatışması içinde buldum kendimi. iki dilli bir hayata doğmuş Ercan ile Kürçe’nin tek gündelik dil olduğu hayat doğmuş arkadaşlar ile hayatlarımız, hikayelerimiz çok parçalıydı. Doğduğum coğrafyanın ‘Doğu’suna dair ufkum yeni yeni açılmaya başlıyordu. Her birisinin hayatına okulun katılması ile nasıl bir anda dilssizleştirildiklerini dinliyordum.
Okula dahil olman ile o zamana kadar sahip olduğun diline yasak konulmasının ‘eğitim hayatındaki başarın’ için değil, daha başka ve derinden bir anlam içerdiğini anlamaya yeni başlıyordum.
Öğrenci evlerimizde alternatif eğitim sistemimizi de kolektif bir şekilde örgütlemeye başlamıştık. Resmi tarih dışında tarih okumaları; Kürdistan ve Parti Tarihi, Sosyalizm Tarihi derslerine Kürtçe dersler de eklendi. Bu şekilde ilk kez kürtçe metinler ile karşılaşmış oldum. Yaşça hepimizden büyük olan Urfalı Servet bize Kürtçe dersler vermeye başladı. Kürtçe gramer üzerinden başlayan derslerimiz gündelik hayat pratikleri ile devam ediyordu. Ve benim için bir başka yenilik kapıma dayanmıştı.
Farklı bir politik adiyeti olan ev arkadaşım Fethi benim ile aynı politik hat üzerinden olan Hasan’ın gittiği memleketi/Konya-Kulu’dan döndüğünü söylüyor bana, bende ‘ee ne var bundan’ diyorum. ‘Ama Şivan Perwer’in kasetlerinden getirmiş’ dediğinde bir anda; ‘ haydi evine gidelim’ diyorum. ‘Gecenin bu saatinde mi?’ diye itirazlarına aldırmadan, Fethi’yi kendimle sürükleyek gecenin bir saatinde yürüyerek Hasan’ın evine geliyoruz. Sebebini gülümseyerek dinledikten sonra ben hayatımda farkına vararak ilk kez Kürtçe müzik dinlemeye başlıyorum.
Semih’in tok ve güçlü Kürtçesi ile Tokat’ın tek büyük caddesi Osman Paşa Bulvarı’nda kent sakinleri evlerine çekildiklerinde ‘Kîne em? Cotkar û karker. Gundî û rêncber. Hemû proleter,’ parçası ile doldurmaya başlıyoruz. Yasaklı bir dilden, coğrafyadan, kültürden yol almak ‘Ora’nın korkunç hiyaleri ile dolmaya başlayınca, ‘hayat hakikat arayışına’ dönüşmeye başlayınca başka ve de acı gerçeklikler kapını çalmaya başlıyor. İçine kurulduğun anlam arayışından yol almanın imkansızlığı ile kendimi 22 yaşımda Mazlum Korkmaz Akademisi’nde – zindan – buluyorum. Dersler daha politik ve daha akademik bir hal alıyor. Birsi Hakkari, diğeri Batmanlı iki Kürtçe öğrenimiz oluyor.
Kelimenin kökeni, yapısı, anlamı üzerinden başlayan polemik/kavgalar ile biz öğrenciler kendimizi voltalara bırakıyoruz. Oda arkadaşım da olan Mamoste Hamdullah; “Erco bak iyi bir yazı dilin var, neden Kürtçe de yazmaya başlamıyorsun, bak sana yardımcı da olurum,” demelerine pek de kulak asmıyorum.
Koçgiri diyorum bir kez daha, bugünlerde bir kez daha adı konulmamış bir ‘süreç’ tartışmalarının paralelinde. ‘Tek dil, tek vatan, tek millet’ temelinde oluşan Cumhuriyet’in kuruluş ilkelerine karşı ilk büyük tepki Koçgiri’den gelir. Teklik üzerinde değilde, Kürdün dilini, kültürünü, coğrafyasını gören bir yerde bir devlet yapılmasına gidilmiş olsaydı bir asır kaybolmaz, onca katliamlar, acılar yaşanmazdı.
Bizler bugün konuşmak istediğimiz Demokratik Cumhuriyet için o zaman diliminden itibaren bir çalışmanın içinde yer almış olurduk. Bir yerde yasaklanan bir dil var ise orada kimse için refah, adalet ve özgürlük olmaz. Geç ama imansız değil!
(EJA/EMK)