Fotoğraf: Canva
"Alea iacta est." Zarlar atıldı. Sezar
Şimdiye değin yazmayı planladığım en kısa yazı için masaya oturdum. Her şey ortada. Fazla söze hacet yok. Zarlar atıldı. Sözün özü eylem. Sözcüllüğün yerini eylemcilliğe bırakmak zamanı.
Son on yılda toplamda beş bin sayfayı bulan yazı kaleme aldım. Bunların bin sayfasını da son bir yıl içinde yazdım. Dilim döndüğünce önce kendim için, hayatı/mızı anlamak, anlamlandırmak muradıyla. Hepimiz, kendi meşrebince mücadele ediyor, direniyor. Ben, her dersimde, gündelik yaşamımda, yazılarımda hakikate olan sorumluluğumu unutmadan bilgi temelli, sözümü sakınmadan düşüncelerimi paylaşmaya gayret ettim, ediyorum. Kimisi çalışarak emeğiyle, kimisi duasıyla, kimisi çocuğuna sarılarak, severek, kimisi her şeye rağmen suçluluk duyarak da olsa sevişerek, dans ederek, kimisi kamyonların üzerinde geldiği yüzlerce kilometre yolun ardından naylon çadırların içinde uyuyup pamuk toplayarak, kimisi canından çok sevdiği evladını askere -savaşa- göndererek, kimisi her gün işten atılma, ihbar edilme korkusuyla sesini yutarak, kimisi, bir saatlik emeğinin karşılığı olarak kilosu 30 liraya soğan alarak, kimisi umut ederek, kimisi yaşayarak -ki nefes almak yaşamaksa- direniyor, hayat mücadelesi veriyor. Yaşamak direnmek.
Yoksullaştıranların, her gün utanmadan onlarca yalanı savuranların kibirle ekranları, köşeleri doldurduğu yurdumuz, yoksulluğundan mahcup olanların da yurdu. Ne çocuğun ne yoksulun ne de çaresizin rızası olabilir. Marks, dinin, kalpsiz dünyanın kalbi, halkın afyonu olduğunu söylerken, bu sözüyle halkın radikal sorunlarla mücadele etmek gücünü dinden aldığını, bu nedenle de halkın afyonu olduğunu söyler. Afyon, bir ağrı kesici, dayanılmaz ağrıları hafifleten bir ilaçtır. Din, bu bakımdan bir ilaçtır. Ne ölüm ne de sıtma. Sağlık, olanaklı. O sağlık, demokrasimizin önce yoğun bakımdan çıkarılıp servise alınması, ardından da evde dinlenmesiyle kendini toparlaması ile olanaklı. Sokağa çıkıp yeniden coşup oynayabilmesi zaman alacak. Sabra içkin olan yaşam/ak, ihtiyaç duyduğumuz güç. Direnme yorgunu da olsa demokratlar, alınan nefesle ciğerlerimize dolan umut, o gücü damarlarımıza taşıyacak.
Demokrasimizin kanatları kırılmış. Kırık kanatla uçulmaz, ama ayaklarımız var, yürüyebiliriz. Ayaklarımız kesilmişse bile gözlerimiz var, baktığımız yeri, kişiyi değiştirmek gücümüz var. Kırık kanatlarımıza, kesilmiş ayaklarımıza rağmen nefes alan canlılığımızın kendisi en büyük direniş, en büyük politik eylem.
Yaşamak, arzu. O arzu ile hâlâ nefes alıyoruz. Her nefesle umut dolar ciğerlerimize. İşte o umut, yaşama/ya içkin. Alışmak, en büyük yeteneğimiz. Gücümüzü alışmaktan, uyum sağlamaktan alıyoruz. Ama zulme alışmaz toplumlar. Zarlar atıldı ise de iş bitmiş değil, hiçbir zaman da bitmeyecek, direnişinin yeni formlarını üreteceğiz. Üretmek gücümüz var çünkü nefes alıyoruz. Nefes aldıkça da direnmek gücümüz olacak. "Kararmasın yeter ki sol memenin altındaki cevahir" diyen şaire ant olsun ki ciğerlerimize dolan umutla besleyip büyüteceğiz Hayatı/mızı.
İnsan özgürdür, özgür olmaya mahkûm.
Sürgündekiler, zindandakiler, mutsuzlar için bu memlekette yetişip ülkede umudu kalmayanlar için... Kendimiz için... Sokaklarımızı geri almak için... Bu hayat bizim. Bu hayatı bize dar edenlerle de barış içinde yaşanabileceğini de göstermek için. 2017'deki referandum ile de juro hale getirilen nepotik rejime dur demek için. Zarlar, şimdiye değin pek çok kez atıldı. Mayıs 2023 seçimleri ile vites büyüten rejim, hayatı daha da darlaştırmak için sahaya George Orwell'in "Hayvanlar Çiftliği" adlı romanında yavruyken alınıp tavan arasında beslenen köpekler gibi sahaya sürülen HÜDA PAR ile YRP ile zarları yeniden attı. Rejim el yükseltti. Oyunu bozmak zamanı. Çünkü bu oyun ölüm oyunu. Bir başka hayat her zaman olanaklı. O olanağa can vermek için ölümü gösterip sıtmaya razı olmayacağız çünkü sağlık var. O sağlık hepimizin. O sağlığa hepimizin ihtiyacı var. Anne-babaların çocuklarını değil, çocukların anne-babalarını gömecekleri olağan hayat için de oyunu bozmak zamanı. Hiçbir zaman çaresiz değiliz. Her durumda sonsuz seçeneğimiz var. Seçeneklerimizin varlığı özgür olduğumuzun kanıtı. "İnsan, özgürdür; özgür olmaya mahkûmdur."
Rubicon'u geçmek
Her zar, blöftür. Bir şeyi göze almaktır. Belli bir bağlamda atılır zarlar. Bağlama bakalım. Nerede, kim, kime karşı, ne için atıyor bu zarları? Peki, Sezar'a bakalım, yanıtları görmek için. Sezar'ın Rubicon'u geçerek neden ölümü göze aldığına.
Sezar (MÖ 12 Temmuz 100 - MÖ 15 Mart 44), Roma Cumhuriyeti'ni diktatörlüğe dönüştürür. Politik başarılarını askeri zaferlerle pekiştirir. Bugünkü Fransa olan Galya'yı fethederek Roma topraklarını Atlas Okyanusu'na kadar genişletir; yine bugünkü Britanya'yı Roma'ya dahil eder. MÖ 49'da Roma Senatosu'nun reddetmesine, izin vermemesine rağmen lejyonları ile birlikte Rubicon'u geçer. Kırmızı çizgi olan Rubicon ırmağını geçince de o meşhur "Zarlar atıldı" sözünü söyler. Türkçesiyle "Ok yaydan çıktı." "Savaş başladı." denebilir bu söz için. Zarların atılmasıyla yani okun yaydan çıkmasıyla Roma'da iç savaş başlar. Sezar, demokrasinin en büyük tehdidi olan lejyonları ile Roma'ya girdiğinden, Roma'nın da hakimi olur. Bir kişinin Roma'ya hakim olması şüphesiz Cumhuriyet'in de sonudur: Diktatörlük başlar.
Sezar'ın Rubicon'u geçmesi, kelimenin birinci ve tam anlamıyla darbedir. Bu darbenin ardından hayat boyu diktatör (dictator perpetuus) ilan edilir. Devlet yönetimini merkezileştirerek kendine bağlar. Cumhuriyet'e bağlı senatörlerce bileti kesilir: MÖ 15 Mart 44'te öldürülür. Roma Senatosu, Sezar'ı Rubicon'u lejyonlarıyla geçmemesi konusunda uyarmıştı/r çünkü demokrasi, askerin gölgesinde yeşeremeyen bir hayat ağacıdır. Sezar'ın ölümünün ardından yeni bir iç savaş başlar. Yerine yeni bir otokrat olarak Sezar'ın varisi Gaius Octavianus doğar. Sezar, öldürülmesinin üzerinden iki yıl geçtikten sonra Senato tarafından Roma Tanrılarından biri olarak kutsanır. Diktatör, Cumhuriyet'in ölümüne neden olurken kendi ipini de çekmiş olur.
Mayıs 2023 seçimleriyle yeni bir Rubicon'u geçmek bir diğer deyişle seçilmiş otokratın yeni bir zar atmasıyla karşı karşıyayız. Hiçbir şey bitmeyecek 28 Mayıs'ta. Hegel'in "Başlangıç, son; son, başlangıç" sözünde dile gelen hakikati duymak zamanı. Sonuç ne olursa olsun yeni bir sayfa açılacak. Kartlar yeniden karılacak. Biz de o sahnede var olmaya devam edeceğiz.
Zarlar atıldı. Bu hayat kimseye kalmaz ama yapanların yanına kalmaması için o zarları görmek zamanı. Hani o meşhur fıkrada olduğu gibi "O Ermeni'yi dövdürmeyecektik." Evet, şimdi artık "Dur!" demek zamanı. Bizi ayrıştıranları değil, birleştirenleri görmek zamanı. Yeniden toplum olmak zamanı.
Şimdi çoğumuzun içinde olduğu 101 numaralı odada iki kere ikinin beş yapmadığını haykırmak, rejimin "işlemler" odasını ebediyen kapatmak zamanı. Daralan siyasetin son kalesini savunmak, sözümüzü sandıkta söylemek, hem hakkımız hem de ödevimiz olan oyu kullanmak zamanı.
Gücümüzü göstermek zamanı. Burası bizi öldürmek isteyenler yanında bizi öldürmek isteyenlerin de hakkı için ölümü göze alan yaşam savunucularının da yurdu. Burası bizim yurdumuz. O nedenle seçilmiş otokratı fiziken değil, siyaseten öldürmek zamanı. Siyaseten öldürmek yani sandığa gömmek zamanı.
Dünyaya mesajımız demokrasi olsun. Seçilmiş otokrat gibi oksimoron/luk çağında sadece yurdumuza değil, dünyaya da umut olalım. Köpeksiz köyde değneksiz gezenlere sözümüz olsun. Erdoğan'ın gasp rejiminin celladına dönüşen lejyonu hakimler, savcılar, bürokratlar, gazeteciler, akademisyenler, ilahiyatçılar gibi hukuku askıya alarak değil, hukukun hepimizin sigortası olduğunu eylemlerimizle de göstermek zamanı.
Hiçbir yere gitmiyoruz. Kurtarıcı yok. Mesih yok. Sihirli bir el de. Sihir de. Kaderimiz elimizde. Onu kimse elimizden alamaz. İrademiz o. İrademiz, biz. Örgütlenmiş bir toplumun kendinden başka hiçbir şeye ihtiyacı yok. Haklarımız birleştirsin bizi. Haklar bakımından eşitiz. O haklara ihtiyacı olmak bakımından da. Kaldıracımız haklarımız. Haklarımız ile oynatalım yurdumuzu da, dünyayı da. Haklarımız dayanak noktamız. Tıpkı Arşimet gibi konuşalım, kendinden emin: "Bana bir dayanak noktası verin dünyayı yerinden oynatayım."
Dar anlamda politik olana da alana da veda
Bu, dar anlamıyla içine tıkılmak istendiğimiz politik alana dair son yazım. Geniş anlamda politik olan yaşamak, işimizi yapmak, arzulamak, ben de ona yöneliyorum. Bize, kendimizi unutturan, hayatı ıskalatan, bu sığ, kötücül, dar, içine tıkıldığımız söz dağarını reddediyorum.
Adorno, bir makinenin parçalarından başka bir şey olmayan insandan hâlâ özne olarak söz etmek ne kadar olanaklıdır? diye sorar; ben, bir ideolojiyle özdeşleşen insandan hâlâ özne olarak söz etmek ne kadar olanaklıdır? diye sormuyorum, olanaklıdır, çünkü insan değişir. İçinde olduğu toplulukla birlikte değiştiği gibi insan da o topluluğu değiştirip dönüştürür. Bu, başka türlü de olabilir'in ete kemiğe dönüşmesiyle olanaklıdır.
Erasmus'a sığınarak, onun ruhunda, yaşamında, kaleminde dile gelen Hakikati giyinerek veda ediyorum bu kuralsız oyuna. Yapabileceğim evrene, bilgi üretmeye dönüyorum: kavramlara. Hanemiz olan kavramları işlemeye. Kavram nakışçılığına. Oyamı elime alıp yeni motifler işlemeye. Amacım resim yapmak değil, Matrakçı Nasuh gibi minyatürler yapmak. Motiflerle değil, kavramlarla. Anda sonsuzluğu yakalamaya, perspektifin tekilliğine hapsolmadan, bakışıma yer açarak... Hanemiz olan kavramları işleyip birbirine bağlayarak...
Hamiş: Sözümde duramadım, dert büyük olunca söz de kısa düşmüyor, Türkçesiyle kesilivermiyor. Anlayın, anlamakla kalmayın, bağışlayın.
Suya uzanıp göğe bakmak zamanı!
Umutla...
(MVB/AÖ)