Her gün bir yerden göçmek ne iyi.
Her gün bir yere konmak ne güzel.
Bulanmadan, donmadan akmak ne hoş.
Dünle beraber gitti, cancağızım,
Ne kadar söz varsa düne ait.
Şimdi yeni şeyler söylemek lazım.
Rumi
Anlamak dediğimiz eylem, zamanı durdurmakla olanaklı. Episteme - ἐπιστήμη (Yunanca), vakafe - وقف (Arapça) verstehen (Almanca) understanding (İngilizce) dillerinde de anlamak ile durmanın anlam bağı var. Peki durdurabileceğimizi iddia ettiğimiz varlık ya da şey nedir? Yani Zaman nedir?
Augustinusa’a göre hiçbir şey olmamış olsaydı geçmiş, hiçbir şey olacak olmasaydı gelecek olmazdı.
İnsanın trajedisi
Geçmiş, geçmişte kaldı; gelecek henüz gelmedi. “Şimdi” dediğimizde bile olan, geçmişe karışıyor ise biz ne, nerede, nasıl, niçin yaşıyoruz? Zaman dediğimiz şey nedir? Şüphesiz hiçbir şey olmasaydı şimdi olmazdı. Ama varız… Bu var olmak zamanla birlikteyse bu nasıl bir var olmak?
Zamanı uzamsız düşünenemek, insanın en önemli limitleri arasında. Belki de insanı trajik bir varlık kılan limitlerin başında bu gelmekte. Tarkovski o nedenle sinemanın -aslında bir tür anlar toplamı olarak yaşamın- özgül yanının “zamanı mühürlemek” olduğunu söyler. Ona göre sinema, zaman heykeltraşlığıdır.
Batı düşüncesinde zamanın başlangıcı vardır; sağduyu, zamanın doğrusal olduğunu söyler ama ‘kadim’ öğretiler, Hegel, modern fizik zamanın bükülebildiğini söylüyor. Zaman, bu nedenle modern zamanlara değin doğrusal olarak görülegeldi oysa artık onun bükülebilir olduğunu biliyoruz.
Hegel, “Başlangıç son, son başlangıç.” derken zamanın doğrusallığını sorunsallaştırır. Zamanın sarmallığı, onun bitimsizliğini de imler. Hayat, bu bitimsizlik içinde yaşanır. Bir karadelikten dünyaya bakabilseydik, hem dinazorları hem İkinci Dünya Savaşı’nı hem de bugünü aynı anda görebilirdik.
İnsanın en büyük trajedilerinden biri sonsuz olan hayatı sınırlı ömrüne indirgeyerek kavramak eğiliminde olmasıdır. Oysa bu beyhudedir. Böylesi bir eğilim, belki de kaçınılmazdır. Çaba, şüphesiz yerindedir. Kaçınamayız da. Doğrudur da bir bakıma. İşte sonsuzluğu anlama aracı olarak zaman tam da bu işe yarar. “İnsanın, bu sınırlı varlığın, sonsuzluğu kavrama aracı zamandır.” denebilir.
Tanrı, zamanın dışında bir varlık tasavvuru olarak da tanımlanabilir. İnsanın tanrısı -“insanın tanrısı” diyoruz çünkü insan dışında hiçbir türün tanrısı yok-, bir bakıma sonsuzluğun kişileştirilerek anlamlandırılmasıdır.
Zamanı düşünmek, kaçınılmaz biçimde tanrıya, tanrı da -şüphesiz- dine götürür. İnsan, doğasını kaybettiği için trajiktir. Trajikliği, anlam aramasının da temel dinamiğidir.
Dinler de tıpkı sanatlar, belli bakımlardan bilimler ve felsefeler ile birlikte insanın yaşama, doğaya yöneliminin anlama araçlarındandır. Bu sonsuzluğu sınırlı varlık olarak anlama çabasının kendisi özü gereği paradoksal bir yapıya sahiptir.
Huzursuzluk
Sonsuzluğu kavrayamadığımız için yaratıyoruz tanrıları ve delege ediyoruz irademizi. Sisli kalan her noktayı tanımlayarak tamamlamak eğilimindeyiz. Bu da ancak zamanı durdurmakla olanaklı.
Anlama konusu yaptıklarımızın aralarında örüntü görmedikçe huzursuzluğumuz derinleşiyor. Bütüncül, kuşatıcı bir Anlatı sunan dinler bu nedenle bir tür anlama üniforması olarak kitlelerce kolayca alınıp giyilir.
Oysa limitler içine sıkıştırılan evren, insan için olgudan, deyim yerindeyse sonsuzluktan bir tür kaçışı imler. Bu kaçışın kaçınılmaz sonuçlarından biri de metafizik yaratmak olsa gerek. Metafiziği ören her öğe birer pranga olup insanı tanımlı bir evren içine alıp deyim yerindeyse köleleştirir.
Spinoza, ancak zorunluluğu kavrayanın özgür olabileceğini ifade eder; bu nedenle ona göre özgürlük, zorunluluğun bilincidir. Her an yeni bir form kazanan akış döngüsel, bitimsiz. Sonsuz değişkenin kesişmesinde varlık bulan “an”a ve istikametine yön vermek kaos teorilerinin de gösterdiği gibi beyhude bir çaba. İşte, ölümü de kavrayamıyoruz.
Oysa ölüm yok. Ölüm, bir bakıma insanın fantezide yarattığı imgeyi olguya zerkidir. Ölüm, akışkanlığın içinde bir kesit ya da momenttir. Ne zaman ne de yaşam herhangi bir moment(in)e indirgenebilir. Ölüm, bir iddiadır. Zamanın dondurulması sonucu alınan sonsuz kesitten yalnızca biridir.
Anlam arıyoruz. Olguları anlam dünyamıza dahil ettiğimiz ölçüde dünya ya da evren kapılarını açıyor bize o nedenle Aristoteles, Metafizik adlı kitabına şu tümceyle başlar: “Bütün insanlar, doğaları gereği bilmek ister.” İnsan, varoluşu gereği bilmek ister yani bilmeyi arzular. Bu arzu canlı olmaklığımızın gereği ya da türevidir. Anlam arayışı, işte bu bakımdan arzuya içkindir.
Yaşam, ne olan ne olmakta olan ne de olmakta olanın herhangi bir momentidir. O, yani Yaşam, bunların toplamı, sonsuzluk evrenindeki devinimin kendisidir.
Bilinç de bu devinimle birlikte aktığı ölçüde onunla birleşir, onda erir; bu devingen erimeden Yaşamla bilincin özdeşliği doğar. Akışın karşısında indirgemek ya da durdurmak var.
Oysa, durdurduğumuz an kopuş gerçekleşir. Günün sonunda ihtiyacmız olan şey anlamak. Akış, anı dondurmamızı güçleştirir.
Anlamak, hapishane/miz: Tanımlı ve/ya dondurulmuş bir evrene sıkıştırmak kendimizi de hayatımızı da. Oysa anlamdan soyunmak olanaksız; onsuz, onu arzulamadan yaşamak da. İnsanın sonsuz trajedisinden biri de işte bu paradoks.
Dilek, umut, hayal -ki bunlar yaşama içkin olan şeylerdir-, özleri gereği arzuya dayanır. Tanrı bir bakıma kökensel olarak bu arzunun türevidir.
Murad edilen arzunun yaşama içkinliği yani eşdeyişle tanrısallığı bu nedenle tartışmasızdır. Tanrı yaşamdır. Tanrı, insanın paradoksal bir anlam/a varlığı olarak kaçınılmaz biçimde sonsuzluğu görünürleştirdiği kavramdır.
Tanrı, insanın yaşamı üretmesiyle birlikte -eşanlı- beliren bu yanıyla da yaşamla özdeş olan varlıktır. Tanrı, yaşamdır ya da yaşam, tanrısaldır. Onu reddetmek, anlamı dışlamaktır, bu ise yerçekimini ihmal etmekle eşdeğerdir. Hesap şaşar. Verili bir durumu almadan yaşama ne yönelinebilir ne de yaşam yaşanabilir. “Tanrı” derken belli bir dinin belli bir tanrısını kastetmiyorum.
Tanrıdan, insanın ontolojik anlamda ürettiği bir kategorinin kuşatıcı varlığı -o mükemmel varlığı- anlıyorum. Tanrı, bu nedenle de Zamandır. İkisi de özleri gereği sonsuzdur. İnsan, işte bu sonsuzluğu kavrayamaz. O nedenle de tanımlanmış bir evrene ihtiyaç duyar.
Anlatı, işte bu tanımlanmış evrenin alımlanabilir biçimlerinden biridir. Zamanı mühürlemek, kaderimiz. Amor fati belki de insanın -bu anlama hapsolmuş öznenin- tek avuntusu. Bu nedenle bu trajik durumun panzehiri carpe diem.
Sonsuzluğu kavramak olanaksız. O nedenle özgürlük, sonsuzluğu kavrama çabası, bu çabada hayat bulan yaşama arzusu.
Özgürlük, işte bu sonsuzluğun bilinci. Özgürlük zamanın baskısını paranteze alıp akmakta. Özgürlük, yaşamla sonsuz döngü içinde hemhal olmakta.
Kültürün zaman dolayımıyla giydirdiği tini yırtıp atmakta. İnsanın tince içine tıkıldığı anlam kalebentini yıkmakta. Ölüme, anlama/ya rağmen cesurca eylemekte: yaşamakta.
(MVB/EMK)