Hangi seneye gireceğimizi tam olarak hatırlayamasam da 80’li yıllardan bir yılbaşı. Mutlu olduğumuzun farkında olmadığımız zamanlardan biri. Çapa’daki Masura Sokak’ta bulunan Ziya Apartmanı’ndaki giriş kattaki evimizdeyiz. Yedi çocuk, bir gelin, bir torun, anne babayla birlikte onbir kişilik nüfus o 80 metrekare ama bize çok geniş gözüken eve hayallerimizi sığdırmışız.
Gündüzden ev temizlenmiş, babam akşam için hazırlık yapmıştı. Hazırlık dediysem kendi içeceği rakının yanında aldığı nevaleden biz de nasipleneceğiz. Bir de Kilim Pastanesi’nden alınan, herbirimizin payına birer adet düşen ve hemencecik bitmesin diye her katını tek tek açarak yediğimiz baklava bekliyordu bizi. Öyle sofraları süsleyen, büyük tepsi içerisindeki üzeri nar gibi kızarmış hindi falan yaptığımız yoktu. Zaten o sofrayı hazırlayacak bir masa da çok sonraları girecekti evimize. Yer sofrasında hindi güzel durmazdı. Yanlış anlaşılmasın bunun hasretini çektiğimizden değil annemin deyimiyle “hindi eti de sert olurmuş” zati. İnsan bilmediği şeye özlem duymazmış.
Hem ayıptır söylemesi o hindiyi pişirecek bir fırınımız da yoktu ki. Bir komşumuzun, “Evimizde fırın var. Keki evde pişirdim” deyince, evlerinde ‘taş fırın’ olduğunu zanneden ablamın hemen hayale kapılarak, uzun süre kendine gelemediğini hatırlarım. Evin duvarının bir köşesine koymuşlardı demek. E iyi de o uzun kürekler odaya nasıl sığıyordu ki? Ahh hayallerimiz..
Neyse saat 12’de yemek üzere alınmış baklava kutusunun açılmasını dört gözle bekliyoruz. Televizyonun karşısındaki somyada babam ve annem oturuyor, annem içmediği halde çilingir sofrası ikisinin ortasında. Biz de yer darlığından, bir iki sandalyede oturanların dışında diğerlerimiz yere yüzüstü uzanmış, ellerimiz çenemizin altında televizyona bakıyoruz. Yılbaşı programında Nesrin Topkapı çıkacak. Ertesi günün gazete manşetlerinde “çarşaf giydirselerdi bari” dedikleri bir kostümle Nesrin Topkapı’nın ellerini yılan gibi kıvırtarak, göbek dansını izliyoruz.
Veee muhteşem sanat güneşimiz Zeki Müren gözüküyor ekranda. İki omzundaki kanatlarıyla birazdan havalanacak kocaman bir kuşu andıran bu sanatçıyı yadırgamak aklımızın ucundan bile geçmiyor. En azından biraz dalga geçseydik kıyafetiyle. Ama yok. Çünkü annemin Zeki Müren’e aşırı derecede hayranlığı hepimizin malumu. Babamın yanından kalkmış, biraz daha televizyona yaklaşıp can kulağıyla dinliyor. Herkes pürdikkat ekrana kilitlenmiş durumda. Tam da babamın elindeki portakalı soyduğu ana denk geliyor. Babam o sıra anneme sesleniyor:
“Ayşe Hanım al, senin için soydum” annem duymuyor bile. Kulağı sadece televizyondaki sese odaklı. “Şimdi uzaklardasın, gönül hicranla doldu. Hiiiç ayrılamam deeerkennn...” Babam son kez sesleniyor, annem kayıtsız kalınca, sinirlenerek portakalı anneme doğru fırlatıyor, neyse ki ıskalıyor ve TV’nin üst tarafındaki duvara tosluyor, sulu sulu portakal duvarda izini bırakarak aşağı doğru süzülürken, hepimiz şaşkınlıkla babamın kıskançlık krizine doğru dönüyoruz. Oysa Zeki Müren annemi görmüyordu ki. Neydi bu şimdi?
“Gençliğinde de böyleydi bu kadın. Filmlerini de hiç kaçırmazdı” diyor babam. Annem hemen toparlanıyor. “Ne alakası var? ben onun sadece sesine hayranım.” Sanki başka bir şeyine hayran olsa ne değişecekti? Müren şarkıya devam ediyor “Kavuuuuşmaaak hayaaal ooolduuu...”. Babam rakısından bir yudum alarak sakinleşiyor. İkna olduğunu ümid ediyoruz.
Aslında babam belki de haksız sayılmazdı. Zeki Müren bir röportajında ilk aşkının Ayşe adlı genç bir kız olduğunu söylemişti. Duyanların yalancısıyız. Annem inkar etse de Zeki Müren ekranlardan milyonlara açıklamıştı işte ‘gerçeği’. Biz bu tesadüfe gülüp geçsek de zavallı küçük yeğenim kafasında kurgulamış ve bu hayaline inanmış meğer.
İlkokuldaki arkadaşlarına “Zeki Müren babaannemi istemiş ama büyük dedem vermeyince o da büyükbabamla evlenmiş” diyecek kadar içselleştirmişti mevzuyu. Böyle bir şeyin olmadığını söylediğimizde ise uzun süre ağlamıştı. Büyübozumuna uğramıştı çocuk.
Bu kez 90’lı yıllar. Babam yılbaşını ev yerine dışarıda kutlamayı öğrenmişti. ‘Medeniyetten’ haberdardı artık. Biz de Samatya’daki nispeten daha büyük bir eve taşınmışız. Babaannem de bizde. Babam çakırkeyif, 12’ye dakikalar kala eve elinde bir şişe şampanyayla geliyor. Önce şişeyi hevesle şöyle bir sallıyor, sallıyor... Az daha şişeyle birlikte uçacak halde. Biz de çekirdek çitleyerek, meraklı gözlerle olacakları izliyoruz. Babam şişeyi halen sallamaya devam ediyor. Veee birden şampanyayı acemice patlatmasıyla; yerdeki seccade üzerinde oturmuş, tespihini çeken babaannemin üzerine neredeyse şişenin tamamını boca ediyor. Bir türlü köpüklerin durmasına engel olamayan babam gene ıskalamıştı.
Şampanyanın patlama sesine çığlıklarımız eşlik ediyor. Sanki dersin kıyamet kopmuş. Ev savaş alanına dönüyor. Babaannem panik halde durmadan kelime-i şehadet getirerek, “Bütün şeytan işleri bu adamın başının altından çıkıyor. Allahım sen bu günahkar kullarını affet” diye yalvarıyor. Annem, babama bağırıp, çağırarak babaannemin ‘haram’ olmuş elbiselerini değiştiriyor. Kardeşim Nurcan’la birlikte bir hışımla banyoya koşup, kovaya deterjanlı su koyarak, yerdeki halıyı canhıraşane silmeye çalışıyoruz. Güzelim Isparta halısında kurursa çıkmaz ki bu meret. Yeni bir yıla elimizde bezlerle, halı silerek girmiştik. Şampanya sayesinde yılbaşı babamla birlikte hepimize haram olmuştu. Babam ise herkese birden öfkeli: “Ulan siz ne anlarsınız yılbaşından be!” diyerek, şişede kalan son yudumu başına çekip, evi terk ediyor. Kapıdan çıkmadan önce anneme dönerek, “Sen ancak Zeki Müren’i seyret” diyor. Dumura uğramıştık. Ne alaka şimdi? Kuyruk acısı halen devam ediyor demek. Gidiş o gidiş. Bir daha hiçbir yılbaşını -haklı olarak- bizimle kutlamadı.
Öldüğümüzde cennette sıkıcı insanların olacağına inanan babam Zeki Müren’le öte tarafta karşılaşmak istediğini söylerdi hep. Kimbilir belki de bir somya bulup çilingir sofrası kurarak, bu yılbaşını Zeki Müren’le şampanya patlatarak kutlayacaktır. Babamdan beklenir valla. Tabi halen anneme olan aşkının hesabını Zeki Müren’den sormaya kalkmazsa. Gerçi annem daha erken gitmişti oraya, ya daha önce karşılaşmışsa? Eyvah! Ya portakal bu kez duvara değil de hedefe denk gelirse?.
Yokluklarındaki yılbaşı kutlamaları artık çok keyifsiz, maceradan uzak ve ruhsuz.
Başta babam olmak üzere; anneme, babaanneme, Zeki Müren’e, hasretini çektiklerimize, özlemle andıklarımıza, gidenlere ve geride kalan herkese iyi seneler... (BD/HK)