Çalışma Bakanlığı müfettişlerinin raporuna göre günde 5 bin genç "artist" olma arzusu ile ajanslara başvuruyor, bunların bir kısmı ise "kötü yola" düşüyormuş.
Haber ajanslara bu spotla düştü. Gerçekten müfettiş raporunda "artist olmak" ve "kötü yola düşmek" terimleri var mı, merak ediyorum. Varsa raporu yazan müfettişlerle tanışmak, sade kahve eşliğinde dedikodu yapmak istiyorum.
Kimbilir rapora koyamadıkları ama produksiyon ve cast ajansı şirketlerinde tanık oldukları, gözlemledikleri ne dedikodular vardır daha.. Bu cümleler sizce de dedikodu tadında değil mi?
Günde 5 bin kişi "artist" olmak istiyorsa bu yılda yaklaşık 2 milyon kişi, on yılda 20 milyon kişi eder ki bu rakam, heveslilerin birkaç ajansa birden başvuru yaptığını da düşünsek, biraz abartılı.
"Kötü yol" üzerinde durmak bile istemiyorum. Gençlerin işsizlik ve umutsuzluğundan tutun da eğitimde fırsat eşitliği, adaletsizlik gibi aklınıza gelebilecek bu ülkede yaşadığımız onca sorunu konuşmak gerekir ki... Konuyu dağıtmayalım.
Ama bu "kötü yol" sözü beni her zaman ürkütür. Dikkatle izlemek gerekir "kötü yol" diyenleri. Ahlakçı eleştirilerin hedefi "yeni yasak"lar olur çoğunlukla.
Devletin resmi söylemini, asık suratlı yüzünü çoğumuzun sevmediği bir gerçek. Ama yukarıdaki cümleler de Meclis'e sunulacak ve sektörün sorunlarına yasal çözüm üretilmesini sağlayacak bir rapor için, araştırmadan, bilimsellikten ve de ciddiyetten fazlaca uzak düşmüş.
Bu rapor, gazetelerdeki haberlere bakılırsa, dizi sektörü çalışanlarının "Yerli dizi yersiz uzun" isyanı ile başlayan ve Meclis Dilekçe Komisyonu'nun talebi üzerine Çalışma Bakanlığı müfettişlerinin aylardır sürdürdüğü çalışmanın sonucu.
11 müfettiş, 37 yapım firması ve üç cast ajansını incelemiş, yazdıkları raporu Meclis'e göndermiş. İşte bu rapordan gazeteci arkadaşlarımızın çıkardığı ilk başlık yukarıdaki cümleler oldu. Bu raporu önümüzdeki günlerde, aylarda uzunca tartışacağız besbelli. Şimdilik sektörle birlikte dikkatle izleyelim. Bakalım bu raporu okuyan siyasiler durumdan nasıl vazife çıkaracaklar?
Biz şimdi ''kötü yol''a düşmeden oyuncu olanların dünyasına dönelim ve dizi semalarında bir tur atalım.
Tele-tur
Ramazan nedeniyle bu yıl sezon biraz erken başladı. Önce Ağustos'da, ardından Eylül'de diziler peşpeşe yayına girdi. Şimdilik 15 yeni dizi.
İçlerinde parlak "bu en az iki yıl ekranlarda" diyebileceğimiz bir Kuzey Güney var. Kıvanç Tatlıtuğ'un yakışıklığıyla birlikte gelişen, büyüyen oyunculuğu, Ece Görenç ve Melek Gençoğlu'nun titiz senaryosu bu dizi devam eder dedirtiyor.
Dizinin yönetmeni de dizi dünyasında yeni sayılır. Mehmet Ada Öztürk, yazdığı kısa filmleri çeken ve Aşk ve Ceza dizisinde ortak yönetmenlik yapan bir isim. Kaybedenler Kulübü filminin de senaristi. Onun da rejisi bizi o dünyalarda gezdiriyor. Muhteşem Yüzyıl karşısında gün ikincisi oluyor ama Kuzey Güney izleyiciye gösterdiği saygıyı izleyicisinden bulacak.
Sezona büyük iddialarla hazırlanan ama yayına girdiği anda olmamışlığı ile tahammülleri zorlayan diziler var. Sensiz Olmaz, Al Yazmalım, Yalancı Bahar, İffet bunların başında geliyor.
Bir Çocuk Sevdim'i bu dizilerin arasına koyamadım. Onun senaryosunda bir kararsızlık, bir gidip gelme hali var, cesaretle garanticilik, arasında kararsız, gerçeklikle fantastiklik arasında da. Bir eklektik duruşu var bu dizinin. Yine de üstünü tümüyle çizemiyorum.
Bir Çocuk Sevdim adının bizi Juno filminden alıp Lolita'ya doğru götüreceğini düşünüyorum ve serüven cesaretle yapılırsa izleyebilirim diye düşünüyorum.
Dizileri "olmamış" bulmamın dizi severler için çok güzel bir tarafı var. Aynı anda üç dizi takip edebilirsiniz. Hatta elinizde bilgisayarınız mail yazıp, haber okurken üç diziye hakim olabilirsiniz. Bu yıl "garanticilik" yapımlarda temel prensip olunca diziler o kadar yavaşlamış ki öyküyü kaçırmaya imkan yok. Ben denedim size de öneririm.
Bu kadar eleştirdikden sonra biraz da yapıcı olmak lazım. Yapımcı ve senaristlere güzel bir söz ünlü Fransız yazardan gelsin: Kıyıyı gözden kaybetmeye cesaret etmedikçe, insan yeni okyanuslar keşfedemez.. Andre Gide
Önümüzdeki aylarda okyanuslara açılabilecek miyiz acaba? Halil Ergün'lü Gün Akşam Oldu, Nermin Bezmen'in Kurt Seyd ve Murka kitabından yararlanılarak hazırlanan 1940'lı yıllarda geçecek olan Bir Günah Gibi ile orjinalinden uyarlanan Umutsuz Ev Kadınları kaldı beklediğimiz iddialı yapımlar arasında
Hey babalar n'oluyor size?
* N'oldu bu babalara? Geçen hafta Sensiz Olmaz'da Murat Han'ın yersiz öfkesinden söz ettik ya meğer bu baba öfkesi bulaşıcıymış. Herkes ''Ali Kaptan hastalığı"na yakalanmış.
Misal, Kuzey ve Güney'in babası Sami, Bir Çocuk Sevdim'de Çetin Tekindor, hele hele İffet'in babası Mehmet. Mehmet'in bağıracak bir konusu olmasa da kızgın ekşi bir suratla dolaşıyor, kasap dükkanına gelip onunla sohbet eden müşterilere bile kızgın kızgın bakıyor.
Al Yazmalım'da Asiye'nin babası da sessiz ama büyük bir öfke içinde. "Öfkeli baba figürünü " iyice meşrulaştırmaya mı karar verdik? Şiddet mağduru kadın sayısı yetersiz mi geliyor da her an özellikle de kızına, karısına elini kaldıracak adamlarla doldu ortalık.
İnanın, Aşk-ı Memnu'dan Adnan Ziyagil'i özledim. O sıcacık, duyguları gözleriyle yaşayan babayı, karısını, baldızını, kaynanasını sayan ve seven adamı özledim. Dizilerde bir burjuva devrimine mi ihtiyaç var ne?
* D Produksiyon'un hazırladığı Keşanlı Ali Destanı'ndan başrol teklifi alan Özgü Namal iki yıllık Hanımın Çiftliği serüveninin ardından rolü kabul etmemiş. Alkışlıyorum. Biraz dinlenmek, yeni bir karakter yaratmak için seyircinin zihnini de dinlendirmek gerek.
* Al Yazmalım dizisinde İlyas'ı tanıtımlarda üstü çıplak gördük. Hikayede Asiye hamile kalacak, İlyas bunu bilmeden özgürce uçup gidecek ya.. "Hah işte o sahne geliyor " dedik.
Dedik de bölümde göremedik İlyas'ı "Kuzey" edalarında. Taklitçiliği sevmeyiz, "Kıvanç tişörtü attı haydi gençler baklava resmi geçidi başlasın bakalım"cı hiç değiliz ama "makas sesi"nden de nefret ederiz. Gerçi digital alemde makas sesi yok, sansüre yeni bir benzetme bulmak lazım...
Maçta dizi
* Kadın ve çocuk izleyicili Fenerbahçe-Manisaspor maçı birçok ilke neden oldu. Dünya basınında da geniş yer buldu.
Bizi ilgilendiren yanı ise Öyle Bir Geçer Zaman ki dizisinin maç tribünlerine laptopla taşınmasıydı. Ne yardan ne serden vazgeçmeye güzel bir çözüm üretmişti kadınlar.
Bu arada yönetmen Musa Çözen seyirci tribünlerine o kadar az çevirdi ki kamerayı, kadın izleyiciden pek haz etmedi mi dersiniz?
* Söz televizyon tarihinin reyting rekortmeni dizisine gelince ona dokunmadan geçmek olmayacak. Zaman orada da oyuncuların gayreti, Zeynep Günay Tan'ın titiz rejisi ve sanat grubunun gayreti ile yürüyor. Hikaye çok ama çok ağırlaştı.
Aman yanlış anlaşılmasın geçen sezonun şiddet dolu gerilimlerini aramıyorum. Yalnızca geçen zamanda öykü gücünü de arıyor insan, onu söylemek istiyorum.(DG/BA)