“Hasret de buradaymış, vuslatta.
İstanbul yokmuş bundan başka.”
Ne öngörü ama! Kendimle ne kadar övünsem azdır.
Televizyon sezonunu “klişeye karşı omuz omuza” diye açmış, “bu sezon dizilerde “gerçeklik” kazanacak “klişelere” dur denecek” sevinciyle ilk yazımı yazmıştım. İlk iki üç haftanın izlenme oranları da bu tezi doğruluyordu. Bu alemin “hakimi-hakemi” izleyiciymiş saflığına nasıl da kapılıvermişim...
Yine de dizi tarihi açısından unutulmaz bir sezon olacak bu dönem. Mesela, en yüksek izlenme oranını yakalayan Muhteşem Yüzyıl, en sert “zılgıt” yiyen ve “ayar” çekilen dizi olarak yer alacak tarihin sayfalarında. Saraydaki tüm kadın oyuncuların göğüs dekoltelerine yerleştirilen “ayar parçaları” hep hatırlanacak. Mesela, büyük patlama ve ihracat fazlası yaratan dizi sektörünün neden duraklama dönemine girdiği tartışılacak. Bir de mesela Kayıp Şehir'deki Aysel'in kostümleri RTÜK üyelerinden başka devlet erkanından kimleri kızdırdı, hop oturtup hop kaldırdı bence bu da konuşulacak.
“Kayıp Şehir” bitmedi, bitirildi
Neyse bu sezon neler yaşandı, bu başka bir yazının konusu. Bugün “Kayıp Şehir”le vedalaşma zamanı. Onları alkışlarla uğurlanmanın vakti.
Baştan söylemeliyim “Kayıp Şehir” reyting kurbanı olmadı, olması istendi. Başarılı sonuçlar aldıkça günü ve saatiyle oynandı ve sonunda erken bir finalle bitirildi. Ya da izleyici gözüyle bakınca öyle görünüyor.
Bu dizi daha başlamadan projenin arka planındaki isimleri duymak insanı heyecanlandırmaya yetmişti. Proje tasarımında Tomris Giritlioğlu, danışman Tuğrul Eryılmaz, senaryo ekibinde Yıldırım Türker, Murat Uyurkulak, Seray Şahiner.. Müzikler Sezen Aksu. Yönetmen Cevdet Mercan. Heyecanımız haklı çıktı, oyuncu kadrosuyla, rejisiyle, müziğiyle, anlattığı hikaye ile örtüşen hakiki bir dizi çıktı karşımıza. Sert ama güzel.
Yayın başlamadan Kanal D internet sitesinde diziyi şöyle tanıtıyordu: "Kayıp Şehir; İstanbul’un arka sokaklarında yaşanan, yoksulluğun sebep olduğu insanlık trajedilerini, kadınların, çingenelerin, travestilerin, hatta siyahların uğradığı ayrımcılığı, işçi ile emekçi sorunlarını ve sokak çocuklarının şiddet dolu dünyasını farklı bir dille gözler önüne seriyor. Ve bütün bunların odak noktasında da, mahalleye yeni gelen Toptaş Ailesi yer alıyor."
Tanıtım metinleri yapılan işten biraz fazlasını sunar genelde, oysa bu kez farklı oldu, çok daha fazlasını gördük Kayıp Şehir'de. En önemlisi gerçeklik didaktik bir anlatımla sunulmadı, belgesel mi dizi mi izliyoruz ikilemine düşmedik hiç.
Toptaş ailesi, komşuları hayat kadını Aysel ve küçük bir futbol kulübü etrafında, etkileyici aşklara, mücadeleye, aldatmaya, dostluğa pek çok duyguya yer veren dramatik bir anlatımla yakın tarihimizin ve bugünün pek çok trajedisini hatırlattı bize bu dizi. Kimler, neden, nasıl istedi de, yok edilmesi sağlandı bilmiyorum, ama bu dizinin yaptıklarını (suçlarını mı desek?) bir bir sıralasak bir sonuca ulaşır mıyız dersiniz?
6-7 Eylül'den Festus Okey'e
Şöyle bir sayıp dökelim ilk akla gelenleri;
* Ahmet Mekin'in canlandırdığı ailenin dedesi İsmail, 6-7 Eylül olayları sırasında yağmacılar arasına karışmış bir kuyumcuyu yağmalamıştı. Olgunlaştıkça yaptığından utanmış, vicdanında acıyan bir yara olmuştu o günler. Karadenizli ailenin direği olan İsmail Bey, elinde son kalan mücevherleri bir kiliseye bağışladı, final bölümünde de eski komşusu (ilk heyecanı) Heleni'yle görüşmek, buluşmak üzere sözleşti.
* Ailenin üniversite eğitimi alan kızı Seher, mahallesinde yaşayan Nijeryalı Daniel'e aşık oldu. Ve bu aşk sayesinde, en çok da annelik maskesi altına gizlenen toplumsal ikiyüzlülüğümüzle yüzleştik. Anne Meryem kızını ne idüğü belirsiz bir zenciden kurtarmak için polise ihbar etti. Daniel, gözaltına alındığı o karakoldan sağ çıkamadı. Zanlı polisler ise serbest kaldı, tıpkı Festus Okey olayında yaşanılanlar gibi.
* Seher, ihbarcı annesini affetmedi. Ayakları üzerinde duran bir kadın, eğitimi sürdüren bir öğrenci, yaralarını sarabilen bir birey olabilmek için mücadele etti. Aktivist oldu. Kadına şiddete karşı bayrak açtı. Annesiyle barıştığında da onda yansıyan toplumsal ikiyüzlülüğü ona aktarmaktan bir adım bile geri durmadı. Finalde “hep kendi çocuklarını korumak, değil, diğerlerinin de çocuk olduğunu gör, kendininkileri korumaya kalkışırken başkalarınkileri çiğneme, ezme” türü zılgıtı attı Seher Meryem'e.
* Dizinin en can alıcı karakterlerinden biri travesti Duygu idi. Trans bir birey olan oyuncu Ayla Sözeri'nin canlandırdığı Duygu, “karikatür, tek boyutlu bir trans” değildi. Bu televizyonda da alışılmış bir durum değildi. Aysel yakın arkadaşı, can dostuydu. Duygu'yu yanı başımızda hissettik, onu anladık, sevdik, güvendik. Finalde onun cinsel değişimini kabul etmemiş, utanmış ablası da kalkıp gelip elini tutup onu anlamaya çalıştı.
* Çocuk tecavüzcüsü de konu oldu Kayıp Şehir'de. Aysel'e artık yaşlanmış bir tacizciyi himayesine almayı önerdiler “çöpe atın” dedi, kısaca.
* Annesi şiddet mağduru olan bir çocuğu, Aysel ve İrfan'ın evlenmeden evlat edinme arzuları da alışılmış bir durum değildi.
* Ama o Aysel vardı ya o Aysel giysileriyle en başta RTÜK üyelerini hop oturtup hop kaldırdı. Başka kimlerin sinirini bozdu bilemeyiz ama Gökçe Bahadır'a büyük artılar kattı Aysel karakterini oynamak. Oyunculuk kariyerinde önemli bir adım attırdı. (Bu arada unutamadığım bir sahne için senaryo yazarlarını bir kez daha kutlamak istiyorum. Ethem, Aysel'i kaçırmıştı ve adamlarına emanet etmişti, hoş da tutmalarını istemişti. Aysel, Ethem'in adamları ile fasulyesine bir poker partisi kurmuştu ya… İşte o sahne unutulmaz bir performanstı. Sinema ile ilgilenen herkesi etkileyecek bir sahneydi. İzledikten sonra şöyle dediğimi hatırlıyorum: “Amerikalı 40 kişi bir araya geliyor senaryo yazıyor ama o yazarlar bu diyalogları görse kıskançlıktan bunalıma girer.”)
Kayıp Şehir, “öteki”yi her haliyle görünür kılmaya çalıştı. Seçkinci modernleşmeye pabuç bırakmadı. Egemen kodlamalara aldırmadı. Asi, başına buyruk, sahici ve mücadeleci bir dizi oldu. Final bölümünde “mutlu son”lar yaparak kendi gerçekliğine küçük bir ihanet etti ama ben mutlu sonu da bu asiliğe yakışır buldum. Hayal etme arzumuzu kamçıladı hiç değilse.
İlk aklıma gelen asiliklerini sıraladım, 26 bölümlük serüveni bir savcı gözüyle tarasam daha neler bulurdum neler...
Eski “öteki”lerin iktidar olduğu bir dönemde “öteki”lerin hikayesinin izlenmesinden hoşnut kalmamak bizim karmaşık ülkemize mahsus bir şey olmalı.
Biz alkışlar ve teşekkürlerle uğurluyoruz Kayıp Şehir'i… (DG/ÇT)