Macaristan'ın bir kısmı bu aralar yüz yaşına giren bir adamı konuşuyor. Mesele tabii bir asrı devirmek değil daha çok onun geride bıraktıkları. Benim dikkatimi çeken şey ise bu ihtiyar delikanlının dünyanın geleceğine dair duyduğu kaygı ve umut...
György Bálint namı diğer Çiftçi Bálint, 28 Temmuz 1919'da kısa da olsa yaşayan Macaristan Sovyet Cumhuriyeti döneminde (21 Mart 1919 –1 Ağustos 1919) doğuyor.
"Birçok diktatörlükten çok yaşadım"
Kendisiyle yakın zamanda yapılan bir röportajda(1) çocukluğundan kalan pek bir şeyi olmadığını söylüyor ama birçok diktatörlükten daha çok yaşadım diye de şükrediyor.
Böyle olmayacak ben en iyisi biraz samimiyet kurayım öyle devam edeyim Gyuri amcanın hayatını anlatmaya.
Gyuri amca babasından çok şey öğrendiğini söylüyor. Bunların arasında tarım yapmak yani bitkilerin, doğanın dili de var.
Babası bir Alman tarım kolejinden mezun olmuş ve 2. Dünya Savaşı öncesi 500 hektarlık bir toprağı başarıyla çekip çeviriyormuş.
Gyuri Amca babasından asıl öğrendiği şeyleri ise şöyle sıralıyor: dürüstlük ve insanlık. Hala yaşattığı prensiplerinden biri ise "asla ekmek atmam, yere bir ekmek parçası düşse öpüp sonra yerim" diye özetliyor...
Gyuri amcanın başka bir ilkesi ise ihtiyacı olanlarla dayanışmak.
Mesela son on yıl içinde bir Roman topluluğuna nasıl tarım yapılacağını öğretmiş ve bu çabası 6-7 yıl devam etmiş sonuçta başarılı olmuşlar.
Bugün onun başlattığı program 5 köyde sorunsuz ilerliyormuş.
O köylere okullar yapılmış, bu okullarda okuyan Roman çocuklarının geleceğinden umutlu, "sefil olmayacaklar" diyor.
"1942'de her şey bozuldu..."
Gyuri amcanın mutlu bir çocukluğu olmuş. İki ablası ve ailenin en küçüğü olduğu düşünülünce el üstünde tutulduğu aşikar. Babasının başarılı "erkek işi" çiftçiliğini sürdürmek elbette ona düşmüş. Ama bir mektepli olarak. 1941'de Macar Kraliyet Bahçecilik Akademisi'ni bitirmiş.
Sonrası ise felaket. Hitler ve onun Macar ortağı Miklós Horthy iktidarı kanlı ellerini toplumun biraz daha derinlerine daldırır. Yahudi, Roman, komünist, eşcinsel, sakat velhasıl kendilerinden kabul etmedikleri kim varsa toplama kamplarına gitmek üzere yola çıkarılır.
Gyuri amca her şeye rağmen "şanslı"dır. Yahudi olsa da genç bedeni cephede bir "köle" olarak işe yarayabilirdi. Sonrasını şöyle anlatıyor:
"1942'de her şey bozuldu, babam öldü ve ben 'çalışma kampına' çağrıldım. Transilvanya daha sonra Ukrayna. 1944'e kadar binlerce arkadaşımla güya Rus tanklarını tuzağa düşüreceğiz diye çukur kazdık.
"Hiç bir işe yaramadı. Sovyetler bu çukurları işlevsizleştirecek tekniği kısa zamanda buldu. Sonra mayın tarlalarında çalıştırdılar, bazen de açıktan ateş altında bize cephane taşıttılar. Bir çok insan bu koşullarda hayatını kaybetti..."
Azap toplama kampında sürüyor
Gyuri amcanın azabı orada bitmiyor, Mauthausen'deki toplama kampında devam ediyor. Herkes gibi kötü koşullar, olmayan yiyecek nedeniyle 42 kiloya kadar düşüyor ve yine herkes gibi tifo oluyor. Buna rağmen yine bir çalışma kapına seçildiği için gaz odalarında can vermekten kurtuluyor. Fakat hala orada yaşanan vahşeti unutamamış.
Yaklaşık bin kişi ile gittikleri taş ocağı da tehlikelerle dolu. Bu taş ocağının tek girişi var. Otuz metre derinliğinde, etrafı köpekler, SS'ler ve dinamitlerle yığılı. Eğer bir patlama olsa taş ocağı çökerek rahatlıkla bin kişi için toplu bir mezara dönüşebilir.
Fakat Gyuri amca bir fırsatını bulup üç arkadaşıyla oradan 3 Mayıs'ta kaçıyor. Ertesi gün ise Amerikalılar geliyor ve kampı kurtarıyor. Artık eve gidebilir. Fakat önce tedavi. Gyuri amca yıllar sonra rahat bir yatakta uyuyabildiği için epey mutlu. O arada Macar kökenli Kovács adında Amerikalı bir asker ona "Amerika'ya gel" teklifinde bulunuyor, sevdiklerinin hiçbirini evde canlı bulamayacağını söylüyor. Gyuri amca ise annem ve iki kız kardeşim Macaristan'da beni bekler, benim ülkem Macaristan ve ben o kültürün, o ülkenin bir parçasıyım der.
Fakat Gyuri amcayı Temmuz 1945'te eve döndüğünde kimse beklemiyor. Ailesi Auschwitz'ten, Nazi zulmünden sağ çıkamaz. çiftlik tarumar olmuştur. Yine de her nasılsa hasada hazır bir burçak tarlası sadece onu beklemektedir, imdadına o tarla yetişir. Çiftliği yeniden düze koymaya başlar, arada evlenir.
Biraz rahatladım derken bu kez ülkede hüküm sürmeye başlayan "komünist"lerin hedefi olur. Birgün kapısı çalınır, büyük toprak sahibi-kulak diye nitelenerek ya "kulak eğitim kampına gitme" ya da çiftliği terk etme seçenekleri sunulur. O ikinciyi tercih eder.
Ve 'kulak' damgası takip ediyor
Eşiyle ve çocuğuyla birlikte ellerinde iki valiz Budapeşte'ye taşınırlar.
Burada da "kulak"damgası onu takip eder. İş bulmakta zorlanmaz fakat bir süre sonra uyarılan iş verenleri onu kapı dışarı eder, çünkü o bir kulaktır!
Bu meseleye, sabit bir yere bağlı olmadan herkesin işine koşturan bir bahçıvan olarak çözüm bulur. Çapa , budama, ilaçlama... Erkek nüfusu az olduğu için böyle bir bahçıvana da ihtiyaç vardır. Anlaşılan bu kadarı parti tarafından da kabullenilebilir bir şeydir.
1953'te Imre Nagy'ın iktidara gelişi Gyuri amcaya da yarar. Ona devlet bünyesinde tarım uzmanlığı işi önerilir. 1956'da yeni sarsıntılar yaşansa da sistemin işini bilenlere her koşulda ihtiyacı vardır. Gyuri amca ülkenin tarım alanındaki bir numaralı yöneticisi olur, bir anlamda Kolhoz organizasyonun başına geçer.
Ülke tarımda bu yıllarda üretim artışı ve çeşitliliğiyle başarılı olur. 1964'te iş değiştirir devlet sigorta sisteminde çalışmaya başlar. Arada bir ders kitabı yazar. Sonrası 1967'de gazetecilik.
Bu onun ünlü olmaya doğru attığı ilk adım olur. Bahçecilik üzerine yazar, tv programları yapar, epey ilgi görür. Mesela 80'lerin sonlarında her Cuma 3 milyon kişi onun da katıldığı Pencere isimli programını izlermiş.
"Rejim değişikliği kırları boşalttı"
Gyuri amca 90'larda bir ara politikaya da bulaşır. Parlamentoda bir dönem yer alır. Fakat ama kısa zamanda politik hayatın ona göre olmadığını anlar. Ülkenin tarımsal geleceği için umutsuz.
"1989'a kadar, Macaristan Avrupa'daki en modern tarım yapılan yerlerden biriydi. Bin'i kârlı olan bin üç yüz kooperatif vardı, bu kooperatiflerin üyeleri burjuva oldu. Rejim değişikliği kırları boşalttı. Şimdi kırlar ölüyor..." diyor.
Şimdilerde Gyuri amca dersler veriyor, makaleler yazıyor, radyo ve televizyonlar da program yapmayı sürdürüyor. Bunları yaparken tarımla ilgili dünyadaki literatürü, iklim krizini, ekonomik gelişmeleri yakından takip ediyor.
Ve bugün ülkeyi yöneten Viktor Orbán'ın sadece tarımı değil demokrasiyi de tehlikeye attığı kanısında. Giderek bir diktatörlüğe dönüşeceği endişesini yaşıyor.
Burada Putin'i Erdoğan'ı anımsatıyor. Musolini'yi aklına getiriyor, diktatörlerin "akıllı" olduğu kanısında. Fakat asıl sorun dişe dokunur bir muhalefetin olmamasında diyor.
Ayrıca yüzyıl yaşamış biri olarak politikacıların kalitesini karşılaştırıyor ve bugünün politikacılarının dünyayı barışın hakim olduğu bir yer haline getirmekten bir hayli uzak olan karakterlerine işaret ediyor.
Gyuri amca her şeye rağmen gelecekten umutlu. Kendi emeklerinin boşa gitmediğini çoğu zaman küçük armağanlar şeklinde genç nesiller eliyle kendine döndüğünü görüyor.
Bunun son örneği yardım ettiği bir kütüphanenin bahçesinde yetişen bir ceviz olmuş. Onu hala saklıyor ve bir devlet nişanına değişmem diyor...
Emeklerinin boşa gitmediğini görüyor. Sanırım bu yüzden bu kadar umutlu. Ve bizim de Trumpların, Bolsonaroların, Erdoğanların dünyasında bu umuda çok ihtiyacımız var... (AS/PT)