Gazeteciler Nazım Daştan ve Cihan Bilgin'in Suriye'de hava saldırısı ile öldürülmesinin ardından yaşananlara dair soruşturma talebini sosyal medya aracılığıyla dile getiren İstanbul Barosu yönetimi hakkında dava açıldı. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından önce cezalandırılmaları, ardından görevden alınmaları ve yeni bir yönetim seçilmesi için istendi.
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından hazırlanan davanamede, "Bu meslek kuruluşları üzerinde Devletin idari ve mali denetimine ilişkin kurallar kanunla düzenlenir. Amaçları dışında faaliyet gösteren meslek kuruluşlarının sorumlu organlarının görevine, kanunun belirlediği merciin veya Cumhuriyet savcısının istemi üzerine mahkeme kararıyla son verilir ve yerlerine yenileri seçtirilir. Ancak, milli güvenliğin, kamu düzeninin, suç işlenmesini veya suçun devamını önlemenin yahut yakalamanın gerektirdiği hallerde gecikmede sakınca varsa, kanunla bir merci, meslek kuruluşlarını veya üst kuruluşlarını faaliyetten men ile yetkilendirilebilir. Bu merciin kararı, yirmidört saat içerisinde görevli hakimin onayına sunulur. Hakim, kararını kırksekiz saat içinde açıklar; aksi halde, bu idari karar kendiliğinden yürürlükten kalkar" şeklindeki yasal düzenleme dayanak yapıldı.
Cumhur İttifakı uzun bir süredir muhalif olarak gördüğü meslek kuruluşlarını sindirmeye çalışıyor. TMMOB'nin denetim görevleri elinden alındı. Her ilde tek baro düzenlemesi çoklu baro şekline dönüştürüldü. Ancak çoklu baro 'sorunu çözmeye' yetmedi. Cumhur İttifakı'nı destekleyen avukatlar dahi yeni kurulan barolara geçmedi. Hal böyle olunca tıpkı belediyeler gibi meslek odalarının da 'silkelenmesi' gündemden düşmedi.
İstanbul Barosu yöneticileri bu durum ile ilk kez karşılaşmıyor. Özellikle yasama ve yargı erki karşısında bir denetim aracı olarak görülen İstanbul Barosu, 80'li yıllarda da yargı kıskacına alınmak istenmişti.
Türk Ceza Kanunu'nun 141 ve 142. maddeleri ülkede düşünen herkes için Demokles'in Kılıcı gibi sallanıyordu. Hukukçu Alp Selek de bu baskıdan nasibine düşeni almıştı. Avukatlık yapması yasaklandı, baro kaydı silindi. Turgut Kazan başkanlığındaki İstanbul Barosu bir kez daha Alp Selek'i baro levhasına kaydedince, bu kez yargının eli ona uzandı. Turgut Kazan yaşadıklarını şöyle anlatıyor:
"Ama öyle bir şeydi ki şimdi bir Sıkıyönetim Mahkemesi tarafından verilmiş bir mahkumiyet kararı var. Hapis cezası alınması avukatlıktan silinmeyi gerektirir. Bizden önceki yönetim silmiş. İdare bir kararını geri alabilir. Biz idareyiz o olayda yani. Baro mahkumiyet kararı kesinleştiği için silmiş. O madde dediğin de bir zamanların en ünlü maddesi olan 141-142'ye göre bir mahkumiyet. Biz de o olağanüstü dönemde Sıkıyönetim Mahkemesinin yaptığı yargılamanın hakkaniyetli hukuka uygun bir yargılama sayılamayacağı, dolayısıyla o mahkemeye kararı da hukuka uygun sayamayacağımız için verilen kararın yani silme kararını iptal ettik."
Hakkında dava açılmasına rağmen Turgut Kazan, dönemin Adalet Bakanı Mahmut Oltan Sungurlu'nun sorunun çözülmesinden yana olduğunu anlatıyor. Ancak, "Adalet Bakanlığı o dönemde yargıya her hangi bir yönlendirmesi olamazdı. Yani dava açıldı. Adalet Bakanlığı bürokratları 'Bunu çözemeyiz. Mahkemenin karar vermesi gerekir.' demişler. Hürriyet gazetesi sekiz sütuna manşet yapmıştı. Türkiye böyle dava görmedi. Tüm dünyadan baro başkanları gelmişti" diye devam ediyor sözlerine.
Dünya barolarından davaya gösterilen ilgi oldukça büyük oldu. O toplantıya Sungurlu bile 'başarılar' mesajı gönderiyor. Sorun nasıl çözülecek arayışı sürerken, İstanbul Barosu Genel Kurulu toplanıyor ve Kazan bir kez daha seçiliyor. Bu kez dava düşürülüyor.
Pazar günü Başsavcılık İstanbul Barosu yöneticileri için resen soruşturma başlatıldığını açıkladı. Oysa, Baro suçlama konusu açıklamayı 21 Aralık Cumartesi günü yapmıştı.
— Turgut Kazan (@turgutkazan) December 23, 2024
Kazan geçmişe yönelik anlatımının ardından bugüne geldi. İstanbul Barosu'na yönelik açılan davadaki usulsüzlüklere dikkat çekti. Kazan, "Şimdi bu soruşturma açıldığını duyunca ben bir tweet attım. Böyle bir soruşturma açılamaz, diye. Neden açılamayacağını anlattım. Çünkü benim olayımdan sonra avukatlarla ilgili görevden doğan bir ceza davası açılabilmesi bazı kurallara bağlıydı" görüşünü savunuyor. Ardından yürütülmesi gereken süreci anlatıyor:
"İstanbul Barosu insan haklarıyla ilgili bir konuda görüş açıklamıştır. İstanbul Cumhuriyet Savcılığı 'soruşturma açılmıştır' diye pazar günü açıklama yapıyor. O görüş için bir soruşturma açılması düşünülüyorsa bir kere soruşturma izni almalıdır. Bir gün içinde Adalet Bakanlığı'ndan soruşturma izni alması mümkün değil. Soruşturma izni alacaksınız. Sorgu yapıldıktan sonra kovuşturma izni alacaksınız. Kovuşturma izni almak da yetmiyor. Kovuşturma izni de gelince işte savcı bir iddianame yazacak. O iddianame bu savcılık dışındaki en yakın ağır ceza mahkemesine gidecek. Oradaki mahkemesi de dava açılmasına karar verecek."
İstanbul Barosu eski başkanlarından Orhan Adli Apaydın da 12 Eylül darbesi sonrasında hakkında açılan davada mahkumiyet alması nedeniyle görevden ayrılmak zorunda kalmıştı. Ergenekon davaları döneminde, duruşma aralarında salonda görüntü alınmasına itiraz eden İstanbul Barosu Başkanı Ümit Kocasakal da yargılanmıştı.
Hakkında "terör örgütü propagandası yapmak" suçlamasıyla dava açılan Diyarbakır Barosu Başkanı Tahir Elçi ise Sur ilçesinde basın açıklaması yaparken kurşunların hedefi oldu.
(Mİ)