“Cumhurbaşkanı” nezdinde AKP hükümetine açık mektubumdur.
O gün, daha “Reisiniz” başbakanken Elazığ’da cemaatimizle ilgili sarf ettiği o mekruh sözleri duyduğumda, bu ülkenin galiz ruhuna ait olmadığımı bir kez daha anlamıştım. Ama sürecin gereği olarak, susmak haykırmaktan daha makuldü.
“Barış süreci”nin mümkün mertebe zarar görmemesi için sustuk, kötü söze karşı iyi düşündük ve iyi çalıştık. Kötü sözlere karşı, halkların ve inançların kadim kardeşliği ve komşuluğun kıymeti hatırına iyi sözler söyledik. Oysa o gün söylenenlerin karşısında yapılacak birçok şey vardı, çünkü söylenenler medeni aklın ve evrensel ahlakın dışına çıkmakla beraber, temel hak ve özgürlükleri hiçe sayıyordu, aynı zamanda ilahi takdire karşı da kerihi bir küfürdü.
Lakin o günden bugüne makam ve mevkileri değişen zatın Amed’deki son seviyesiz icraatı ve ortaçağın “geri” şölenlerini andıran fetih kutlamalarında Zerdüştlükle ilgili söyledikleri tam bir melunluktur ve Yaradan’ın mutlak buyruğuna karşı en sarih tecavüzlerden biridir. Coğrafyamızın hemen hemen bütün inançlarının ortak değeri olan mutlak Tanrı tanımışlığı, müfret oluşu ve muktedir tek yüce kudret olmasıdır. Dolayısıyla ilahi aşkın kemaline ermiş, gerçek inançlı ve ilahinin evrene bahşettiği arı masumiyete inanan biri, başka kutsallara, inançlara, halklara, felsefelere veya kültürlere bu kadar saygısız ve münafık davranmaz. Böyle davranan biri, kendi kutsallarına değer vermediğinden ötürü ötekilerin kutsallarına sefilce saldırmaktadır. Bu kadim toprakların zengin tarihinin mirasçıları olarak, din, dil ve ırk ayrımı yapmanın ne anlama geldiğini gayet iyi bildiğimizin ve her koşulda bunun karşısında duracağımızın iyi bilinmesi gereklidir.
Düşünce ve inanç özgürlüğüne saygı duyan bir ülkenin en yetkili şahsının böyle bir nefret ve insanlık suçu işlemeye cüret etmesi bir skandaldır. Zira ileri demokrasilerde bu tür nefret suçları işleyen her kimse, hemen bulunduğu mevkiden atılırdı. Lakin Avrupa Konseyi’ne üye olan ülkelerden, nefret söylemine ilişkin yasası olmayan tek ülke “zatın” ülkesidir. Zerdüştlük, her şeyden önce insanlık tarihinin en kadim, doğa merkezli, barışçıl, felsefi tektanrıcı prehistorik bir inancıdır. Zerdüştlük felsefesinde her ne kadar düalizm sistematik bir kozmogoniyle anlatılmış olsa da, mutlak iyi ve sonsuz kudret sahibi Ahura Mazda’dır. Yani Tanrı tek ve benzersizdir, evreni yaratan tek yüce güçtür. Tanrı iradesinin ve ikrarın yürütücüleri olarak seçilmiş altı Melek kültü vardır.
Ahura Mazda evrende “mutlak iyilik” hükümdarlığını kurmak ve “mutlak kötünün” baş üstadı olan Ahriman’ı alt etmek için amansız bir savaş içindedir, eninde sonunda iyinin muzaffer olacağına kuvvetle inanır.
Zerdüştlük felsefesine göre, Tanrı iyiliğin, aydınlığın tanrısı olduğu kadar, kötülük ve karanlığa hükmetme gücüne de sahip olmalıdır. Ahura Mazda, bütün evrene hükmedemediği sürece bu güç düalizminin sona eremeyeceğini zikreder. Dolayısıyla söz konusu olan mücadele iyinin (barışın) kötüye (şer’e) karşı verdiği amansız ve ebedi kavgadır. Zira tanrılar düzleminde süregelen ebedi kavga, beşeri düzlemde vücut bulmuştur.
Evrende iyi olan her şey Ahura Mazda’dan, kötü olan her şey ise Ahriman’dan gelir. Belki de dinler tarihi bunların çatışmasının tarihidir. Bu kavga, Ahura Mazda’nın son hesaplaşma gününde Ahriman'ı yenmesi ile son bulacaktır. Ama o zamana değin her basiret sahibi beşerin görevi, Ahura Mazda'nın iyilik kudretinin yanında yer almak ve kötülük güçlerine karşı savaşmaktır. Eğer inançlılar böyle davranırsa, günün birinde iyilikte mürşittin erdemine erişebilirler. Dolayısıyla insanın kendi içindeki mutlak kötülüklerden arınması, ruhundaki iblisleri mahkûm etmesi ve iyiliğe ulaşıp erdeme ulaşma düşüncesini Zerdüştlüğe borçluyuz. Bu da Zerdüşt'ün “İyi düşünce, iyi söz, iyi amel” sözlerinde en iyi ifadesini bulmaktadır. Bu üç ana olgunun epistemolojiye dönüştüğü her noktada, Zerdüştlük beşeri ahlakın, etiğin ve felsefenin temelleri üzerinde etkide bulunur. Evvelden bugüne, Hint-Avrupa değerleri üzerinde böylesi yapıcı bir etki bırakmış ve birçok felsefi akıma ilham kaynağı olmuş tarihsel bir mirası kötülemek kendi başına iblisi bir kötülüktür. Zerdüştlüğün dini sembolleri ve inançsal duaları “şer ve kötülük” çağrıştırmadığı gibi, “saf ve nurani” olan “ ateş, güneş ve melekleri” simgeliyor. “İlahi nurun özünü simgeleyen” bu semboller ve ayinler neden birilerini bu kadar rahatsız etsin ve hatta korkutsun ki? Kürtlerin etno-dinsel köklerinin Zerdüşti veya Ezdi olmasının muktedirlerin ilgi alanına girmesi, siyasi ve ümmetçi emellerle bağlantılıdır. Bunların ulusal rekabet gücünün belagati, Turan-Selefi milliyetçiliğinin yeni bir türevidir ve tüm diğer milletlere karşı beslenen eski ırkçı baskının “modern” bir görünüşüdür. Bu “ahlaki münafıklığın” esas gayesi ise, kin ve nefreti günlük hayatın “kabul” edilir bir parçası haline getirmektir. Bu yeni retoriğin tezahürü, doğası gereği çok tehlikelidir. Bu söylemin retoriğinde nefreti aşan bir boyut vardır, çünkü zattın mezhebine göre bu, bir nevi “dinsizliktir” ve “dinsizlerin” katli vaciptir. Bu “yıkıcı retorik” ırkçılık, kin, nefret ve “gayrimüslim” aleyhtarlığını kabul edilir bir mecraya taşımak içindir. Onun için zattın Zerdüştlükle alakalı son icraatları ideolojik bir konseptin dışavurumudur. Dolayısıyla, bu konseptin mikro hali “etnik temizlik” savına kadar giden niteliktedir. Lakin insanlık tarihinin en karanlık ve utandırıcı dönemleri olarak belleklerdeki tarih kesiti, tam da bu tür münasebetsiz milliyetçi hezeyanların kol gezdiği dönemlerdir. Nefretin kapısını “yeni” bir yıkıcılıkla aralayan iktidarın başı, bütün siyasi Kürtleri kastederek “bunlar Zerdüşt’tür” deyip, aslında Zerdüştlüğü “dinsizlik” olarak tanımlamaya çalışmıştır. Oysa semavi dinlerin ortaya çıktığı bu coğrafyanın en kadim kitap ve yazı sahibi inanç ve felsefe Zerdüştlüktür. Bu inanç felsefesi, beraberinde çok kalıcı maneviyat kültürü getirmiştir. Bu kadim ve bilge inancın mirasçıları bugün Hindistan’dan Amerika’ya kadar dağılmış durumdadır. Zerdüştlüğün kadim kitabı Avesta ise başta Nietzsche olmak üzere, birçok felsefe akımına ilham kaynağı olmuştur. Medeni dünyanın akademik çevrelerince insanlık mirasının en önemli verileri arasında sayılan bu inanç felsefesinin, AKP ve yandaşları tarafından “kötülüğün” kaynağı olarak görülmesi ve küfür mealinde kullanılması sadece cehaletle tanımlanacak bir olgu değildir.
Hem Ezdi cemaatinin bir ferdi olarak hem de Zerdüşti iki küçük kızın babaları olarak, cemaatimizin kültürüne, diline, dinine kayıtsız şartsız saygı ve hürmet gösterilmesini beklerken, devletin en tepesindeki adamların kin ve nefret dolu tehditlerine maruz kalıyor ve “inançsızlıkla” itham ediliyoruz. İnsan onur ve haysiyetini rencide eden bu durum ve olaylar kabul edilebilir bir hâl değildir. Eğer halklar bir ülkenin ateş saçan ejderhalar tarafından saldırıya uğradığına inanırlarsa, her koşulda buna karşı asbest duvarlarını örmeye koyulurlar. Sayıları ve güçleri yeterli olmasa da bunu yaparlar. Önümüzdeki tüm meydan okumaları karşılayacak ruha sahip olmadığımıza kimse bizim adımıza karar vermesin. Ruhumuza, aklımıza, bedenimize ve evlerimizin duvarlarına hangi sembolleri asacağımızı ve kimlerle inançsal ayinler düzenleyeceğimizi siz kifayetsizlere mi soracağız!
Herkes haddini bilmeli, aksi halde Yaradan’ın tehevvürü ve kavimlerin elleri yakalarınızda olacaktır… (AB/HK)
* Fotoğraf: Kayhan Özer - Diyarbakır/AA