Başbakan Erdoğan'ın son balkon konuşmasının üstünden bir yıl geçti. Yüzde elli gibi eşine az rastlanır bir seçim başarısının ardından yapılan konuşmanın serinkanlı bir değerlendirmesi için yeterli bir süre sanırım. Balkondaki satırbaşlarını hatırlarsak:
"Bu sonuçlar, inşallah, bölgemizde ve dünyada, barışa, adalete, huzur ve istikrara katkı sağlasın diyorum."
"Bugün benim Türk kardeşim, Kürt kardeşim, Zaza, Arap, Laz, Gürcü, Roman, tüm kardeşlerim, 74 milyon kazanmıştır."
"Bugün, işçiler kazanmıştır, memurlar kazanmıştır, emekliler, çiftçim, köylüm, esnaf kardeşlerim kazanmıştır."
"Milli irade üzerindeki vesayet, hukuk dışılık, üstünlerin sultası yine tartışmasız şekilde kaybetmiştir."
"Milletimizden aldığımız güçle, yetkiyle demokrasi daha ileri standartlara kavuşacak, özgürlükler çok daha genişleyecek, herkes kendisini çok daha rahat ifade edecektir."
Bir yılın sonundaki tabloya baktığımızda ise: Suriye ile savaşın kıyısında, kimlik sorunlarının halledilmesinde yol alamamış, seçilmiş milletvekilleri ve belediye başkanları cezaevinde, öğrenci gençleri yedi sekiz yıl hapse mahkum, grev hakkının ellerinden alınmasına direnen THY çalışanları ekmeğinden olmuş, muhalif gazetecileri işinden edilmiş bir Türkiye söz konusu.
Üçüncü dönem
Erdoğan'ın ustalık diye adlandırdığı üçüncü döneminin ilk yılında geldiği nokta daha önceleri kendisine kredi açmış, dolaylı destek vermiş kesimleri dahi şaşkın etmiş vaziyette. Ruh sağlığından şüphe edenler de var, mutlak gücün getirdiği kibir diyenler de.
Bedensel rahatsızlıkların ruh sağlığına etkisi bilinir bir şey ama doktorlarının ilgilendiğini varsaymak dışında yapacak bir şey yok. Veri sahibi olmadığımız bir konuda spekülasyon yapmanın götüreceği bir yer de yok. Ne var ki ağır hastalık ya da kaza gibi ölüme yakın deneyimler yaşayanların köklü değişimler geçirmesi mühim bir olgu. Yaşamı gözden geçirip eksik bıraktıklarını tamamlama arzusu yaratıyor insanda.
"Dindar ve muhafazakar nesil"(*) yetiştireceğiz diye başlayan, üç çocuk talebini beşe yükselten ve nihayet kürtaj cinayettir diyerek yasaklama girişimiyle sonlanan söylem değişikliği Erdoğan'ın eskisinden farklı olduğunun kanıtı.
Başbakanın kişisel hali nasıl olursa olsun üçüncü dönem ve ustalık bahsini Erdoğan'a yandaş ya da karşıt olmanın ötesinde bir bakışla ele alma zorunluluğumuz var.
Adnan Menderes'in üçüncü dönemde çok daha otoriter bir tavır takınması, Vatan Cephesi partizanlığının yükselişi, muhalif basının sansüre uğraması, hukuk savunusu yapan Yargıtay üyelerinin emekliye sevk edilmesi halen belleklerde.
Bu coğrafyanın gördüğü en parlak devlet adamı ve cumhuriyetin kurucu başkanı Mustafa Kemal için dahi geçerli: "Güneş Dil Teorisi" ve "Türk Tarih Tezi" gibi aklımızı zorlayan çalışmalar, üçüncü dönemin ürünü.
Velhasıl, mesele sadece Erdoğan'a ait değil, kırk altı kromozomlu kim gelirse gelsin benzer sonuçlarla karşılaşılacak. Bu nedenle üçüncü dönem başkanlık ve başbakanlık ile ilgili muasır medeniyet seviyesine bakmakta fayda var. Kürtaj tartışması ithal etmek yerine ABD tarihinden alınacak pek çok kıymetli tecrübe mevcut mesela.
George Washington, John Adams, Thomas Jefferson gibi kurucu ataların üçüncü dönem yönetmeye heves etmemeleri sayesinde uzunca bir süre böyle bir sorun yaşamayan Amerikan demokrasisi çok sonraları yasal çözüm arayışına girmiş. II. Dünya Savaşı kahramanı olsa bile Franklin D. Roosevelt'in uzun başkanlık süreci sonrası 1947'de imzaya açılan tasarı 1951'de kabul edilmiş ve iki dönemden fazla yönetim arayışının önüne geçilmiş.
Geçen bir yılın ardından yapılabilir olup olmadığı şüpheli bulunsa da yeni bir anayasa tartışması sürerken hele de başkanlık sistemi konuşulurken üçüncü dönem yasağını gündeme almakta yarar var. Muhtaç olduğumuz ilim resmi kanallardan Washington Büyükelçiliği aracılığıyla da edinilebilir, gayrı resmi olarak Pennsylvania üstünden de.
Erdoğan'ın kalan üç yılı öyle ya da böyle geçecek olsa bile doğacak üç beş çocuğun selameti için kişisellikten uzak bir yaklaşıma mecburuz: sistemsel sorunlar ancak sistemsel çözümlerle aşılabilir. (AÇ/HK)
(*) "Dindar ve muhafazakar bir nesil" kendi içinde çelişik bir ifade. Her ne kadar ülkemiz muhafazakarları dindar ya da mütedeyyin diye anılmak isteseler de kabulü zor. "Eşitlik, özgürlük, kardeşlik ve adalet" Fransız Devrimi'nden yüzlerce yıl önce peygamberler tarafından dile getirilmiş sloganlar. Dünya ve ülkemizdeki düzen bu değerler üstünde kurulu olmadığına göre samimi bir dindarın bu düzeni korumaya niyet edip muhafazakar olması pek mümkün değil.