"Uyumak şimdi,
uyanmak yüz yıl sonra, sevgilim... "
N.H.Ran
2012, Birinci Balkan Savaşı'nın yüzüncü yılı. Bir Balkan İmparatorluğu olarak kurulmuş Osmanlı'nın Balkanlardaki son topraklarını da kaybettiği savaşın başlangıcı.
Beş yüz yıl Balkan coğrafyasında yaşamışların yurtlarını kaybedişlerinin hikayesi. Milyonlarca insanın öldüğü, yaralandığı, tecavüze uğradığı, göçe zorlandığı bir trajedi.
Bir tarihçi gözüyle ise yüz yıl boyunca reform için hamle yapan ama bir türlü reform yapamayan asker-sivil Osmanlı bürokrasisinin sürüklendiği kaçınılmaz son.
Bugünden bakıldığında aralarındaki farklar da tartışmalar da önemsizleşiyor. Hangi sultanın ceberut hangisinin ılımlı olması bir şey değiştirmediği gibi hangi paşanın ilerlemeci hangisinin muhafazakar olmasının da bir kıymeti yok.
Tarih, netice hesapları üstünden yazıldığından ötürü Sultan Mahmut'tan Jön Türklere, Abdülhamit'ten İttihatçılara dek herkes sorumlu.
Nedir peki bunca zaman zarfında yapılamayan reformlar? Ne istemiş bu Balkan kavimleri de halledememiş koca Osmanlı? Neyi değiştirememiş bir türlü?
Balkanların her köşesinde bambaşka sosyokültürel görünüme kavuşmuş olsa da temel talepler aynı ve gayet sade aslında: otoriter, merkeziyetçi idare yapısının değişmesi ve adaletsizliğin sona ermesi.
Her ne hikmetse onca bürokrat yüz yıl boyunca başaramamış bu üç meselede adım atabilmeyi. Üstelik her geçen on yılda öğrenme fırsatı veren kayıplar söz konusuyken. Önce Yunanistan, sonra Sırbistan ve nihayet Bulgaristan ayrıldıktan sonra dahi bir değişiklik olmamış.
Abdülhamit'in paranoyak bir despot olması nedeniyle oldu bütün bunlar diye itiraz etmeyin hemen lütfen.
Böyle olması aptal olduğunu göstermez. Üç halkın bağımsızlığa kavuşmasından sonra Balkanlardaki Osmanlı varlığını (Trakya, Makedonya, Bosna-Hersek düşünüldüğünde hiç de az sayılmaz) korumayı hedefleyen bir siyaset gütmüş ki Avrupa'daki varlığı Arnavutlara, Asya'daki varlığı Kürtlere dayanarak sürdürmek gibi de gayet mantıklı bir esasa sahip.
Bizi asıl sorumuzdan uzaklaştıracak değil tam tersine derinleştirecek bir parantez bu.
Her şeyin farkında bir Sultan nasıl olur da gözü gibi bakması gereken Arnavutların taleplerine kulaklarını tıkar? Hadi o sağırdı diyelim, onu deviren 1908 Devrimi'nin ateşli kadroları nasıl görmez yaklaşan felaketi? Resneli'den başlayarak epey de Balkan kökenli barındırırken üstelik.
Meşrutiyet'le ümitlenen ancak umduklarını bulamayan Arnavutların Balkan Savaşı öncesi isyanına konu talepleri anlaşılmayacak şeyler değil:
* Arnavutluğun siyasi sınırları çizilecek
* Arnavutluk bayrağı yeniden ihdas edilecek.
* Eski Arnavut ailelerinden birine mensup bir şahıs Arnavutluk genel valisi olarak atanacak
* Başka milletlere mensup bütün memurlar Arnavutluk'tan uzaklaştırılacak, onların yerine Arnavutlar getirilecek
* Latin harfleriyle yazılan Arnavut dili resmi dil olacak
* Büyük devletler bu şartların kabulü ve uygulanması hususunda garanti verecek
Osmanlı'dan ayrılma niyeti olmayan, sadece özerklik talebinde bulunan, üstelik pazarlığa da gayet açık maddeleri sıralayan Arnavutlarla bırakın masaya oturmayı dinlememiş bile kimse. İnatçılığıyla bilinen Arnavutların Osmanlı'ya bağlı kalma inadını kırmak için askeri harekat düzenlenmiş bir de üstüne.
...
Yüz yıl sonranın başbakanı Recep Tayyip Erdoğan siyasi rakiplerini İttihatçılıkla suçlamayı alışkanlık haline getirmiş durumda epey zamandır.
Halbuki yukarıda özetlemeye çalıştığım üzere o döneme gönderme yapılırken sahiplenilecek, tercih edilecek, taraf tutulacak bir vaziyet yok. Bürokrasinin farklı eğilimleri iktidar oldular ve İmparatorluğu batıran otoriter, merkeziyetçi ve adaletsiz yapı değişmedi.
Cumhuriyet kurulduktan sonra siyaset eyleyen kadrolar da eskinin İttihatçıları. İttihat ve Terakki geleneğinden olmayan bir avuç insanın ise bir etkinliği yok. Cumhuriyet Halk Partisi'ni (CHP) kuranlar da oradan ayrılıp Demokrat Parti'yi (DP) kuranlar da en başta Celal Bayar olmak üzere İttihatçı.
AK Parti iktidarının 28 Şubat'ta yapılanların intikamını alırcasına Ulusalcılara yüklenmesi gayet İttihatçı yol ve yöntemlerle yürütülmekte. Eski genelkurmay başkanının "silahlı terör örgütü yöneticisi" olarak tutuklanması ise İttihatçılıkta Enver'i geçme niyetiyle açıklanabilir ancak.
Daha şiddetlenmiş bir şekilde Kürt Hareketine karşı sürdürülen operasyonlar ise hükümet icraatına İttihatçılığın nasıl sinmiş olduğundan habersizliğe işaret.
İttihatçılık, ister islamcı olsun ister milliyetçi, ister sosyalist olsun ister sosyal demokrat bu topraklarda siyaset yapmaya niyetli herkesin uğraşması gereken bir miras.
Bu kriterle bakılırsa varılacak nokta "Yok aslında birbirimizden farkımız, ama biz Osmanlı Bankası'yız" olur. Sadece subay üniformasıyla da görünmez İttihatçılık; polis üniformasıyla, zabıta üniformasıyla da mümkün takım elbiseyle ya da cübbeyle de.
Mirastan kurtulmak başkalarına İttihatçı yaftası vurarak değil kendine ve grubuna bakarak, oradaki eğilimlerle yüzleşerek, hesaplaşarak, uzun ve zahmetli bir süreç içinde aşarak mümkün.
Yüz yıl boyunca uğraşılıp da başarılamayan şey herhangi bir tarih tartışması değil Cumhuriyet'in yüzüncü yılına yaklaşmış toplum için varoluş sorunu: otoriter, merkeziyetçi ve gayrı adil bir rejim yerine "demokrasi, ademimerkeziyetçilik ve adalet" üstüne kurulu bir yönetime geçilebilecek mi? Yoksa Mehmet Akif'in işaret ettiği üzere tekerrürden mi ibaret kalacak tarih?
Hepimiz Abdülhamit'in torunları ve hepimiz İttihat ve Terakki mirasçıları iken Ankara'nın sığ atışmalarına malzeme yapmak yerine bu geleneği anlama ve bundan kurtulma doğrultusunda samimi bir çaba içine girilmedikçe Neo Osmanlıların sonunun Osmanlıların sonundan farklı olmayacağı aşikar.
Yüz yıl önce açlık ve yokluk içinde Makedonya dağlarında Osmanlı için çarpışırken donan bir Arnavut bugün uyanmış olsa nasıl mırıldanırdı acaba: "ne kafaymış vre, yüz yıl boyunca anlattık anlamadılar, yüz yıl sonra hala uyanmamışlar". (AÇ/BA)