Daha sonra adayın hazırlamış olduğu seçim broşüründe de üniversitenin adını gördüm. Siyasetçi projesini tanıtırken üniversiteden 'icazet' aldığını her fırsatta dile getiriyordu. Hemen rektöre bir yazı yazarak üniversitenin bu ulaşım konusundaki projeye katılım biçiminde bir sorun olup olmadığını sordum. Üniversite bu projeyi nasıl değerlendirmiş, nasıl araştırmış, nasıl gerçekleştirmişti?
Ancak bugüne kadar hiç bir cevap alamadım.
Bu tekil bir olay değil. Gördüğüm kadarıyla, üniversiteler yerel yönetimlere, kamu kuruluşlarından 'proje kapma yarışı' içindeler. Kamu yönetimleri proje elde etmek, uzmanlık hizmeti almak için siyasal süreci şeffaflaştıracak bir yöntem geliştirmek yerine, kolayca ihale edebilecekleri ve yaptıkları işin meşruluğunu sağlayacak bir biçimde üniversitelere proje yaptırmayı tercih ediyorlar. Böylece siyasal süreç, tıpkı bir mal satın alır gibi gerçekleşen bir prosedür ile ikame ediliyor. Kamu uygulamaları bu nedenle sorgulanamıyor, kararlar karanlıkta biçimleniyor.
Türkiye'de üniversiteler -tıpkı sivil toplum üyeleri gibi- kendi tercihlerini, çıkarlarını, görüşlerini temsil ediyorlar. Uzmanların, rolünün yerini kamusal alanda ayrıcalık elde etmeye yarayan kapalı ilişkiler aldığında da üniversiteler üniversite olmaktan çıkıyor. Kamu projeleri bu nedenle rekabete, yaratıcılığa ve katılıma açık değil. Kamu işlevlerini siyasal süreçler olarak değil, bitmiş, sonuçlanmış tercihler olarak algılıyoruz. Siyasal süreçler tanımlı olmadığı için kamu sahasındaki uzmanlık hizmetleri aksıyor, uzmanlık hizmetleri niteliksizleşiyor ve sonuçlar tartışıldığında iş işten geçmiş oluyor. Kamu yönetimlerinin gerçekleştirdiği derme çatma projelerin çoğunun altında nasıl seçildiği, nasıl görevlendirildiği belli olmayan üniversitelerin ve kamu kişiliklerini özelleştiren kişilerin imzası var. Kamu yönetim işlevinin en önemli safhası olan uzmanlık hizmetleri karanlıkta biçimleniyor.
Türkiye'de kamu kişiliklerinin özelleşmesi sorunu yaşanıyor: Kimin kamu görevlisi olduğu ve kamu işlevi yerine getirdiği, kimin özel girişimci olduğu birbirine karışmış durumda. Kimin kamu görevlisi, kimin üniversite öğretim üyesi, kimin koruma kurulu üyesi, kimin proje bürosu sahibi olduğu bilinmiyor. Bazı uzmanlar hem kamu kişiliği, hem özel girişimci olarak bir çok şapkayı aynı anda giymeye çalışıyorlar. Çoğu zaman bu durum uzmanlık eğitimini de belirliyor. Uzman adayları kamu sahası ile özel alanı karıştıracak bir eğitimle koşullandırılıyor. Üniversiteler uzmanlık kurumları olarak hizmet vermeye soyunurken (başka bir işe yaramak şöyle dursun), kendi asli işlevlerini kaybediyorlar. Uzmanlık kurumları 'hayata yakın olmak' adına başka kuruluşların, örgütlerin işlevlerini üstlendikçe çözüm geliştirmekten iyice uzaklaşıyorlar. Sonuçta uzmanlık eğitimi de bir işe yaramıyor. Bunun sonucu ise vahim.
Üniversiteleri tartışırken gözden uzak tutulmaması gereken konu modern siyasal demokrasilerin uzmanlıklar üzerine kurulu olduğu. Uzmanlıklar siyasal erkin içine gizlendikçe ve kendilerini erkin içinde gördükçe, siyasetin bir temsil faaliyeti olduğu anlaşılamıyor. Siyasal katılım mekanizmaları görünür hale gelmiyor. Uzmanlar 'sivil toplum üyesi kimlikleri' ile uzmanlık kimliklerini örtüştürerek kendi çıkarlarını temsil ediyorlar. Kendi işlevlerini yerine getirmek yerine kendi kamu yararı kavramlarını 'bilim' adı altında topluluklara dikte ediyorlar.
Oysa demokratik ülkelerde -üstelik hiçbir ihale prosedürüne bile tabi olmadan- uzmanlık kurumlarının kamu işlevleri için proje üretmeleri, bunlar aracılığıyla kişilere, kurumlara iş dağıtmaları mümkün değil. Uzmanlık hizmetlerinin kamu kişilikleri tarafından özelleştirilmesi haksız rekabet koşulları yarattığı kadar, kamu işlevlerinin şeffaflaşmasını engelliyor. (Bildiğim kadarıyla AB ülkelerinde üniversite, enstitü gibi kamu kuruluşu mensuplarına yalnızca - kamuya ait bilgileri ve kurumlarını kesinlikle kullanmama şartı ile - kurumlarından 'izinli sayılarak' kamu ihalelerine giren kuruluşlarla işbirliği yapma imkan tanınıyor. Üstelik proje koşullarını belirleyen, fizibilite çalışması yapan kuruluş ve kişiler aynı konuda proje hizmeti veremiyorlar.) Kamuya ait bilgileri herkesin eşitlik içinde kullanması temel ilke. Bu nedenle demokratik ülkelerde kamu kişilkleri sivil toplum kuruluşu kuramazlar, kamu ihalelerine katılamazlar, kamu işlevlerini kendi görüşleri doğrultusunda özelleştiremezler.
Bu nedenle sorun yalnızca kamu işlevlerinin özelleşmesi, kamuda tekelci hizmet üretim yapısının sonucu olan niteliksizleşme, uzmanlık kurumlarının çökmesi değil. (Bu elbette önemli. Ama daha önemlisi ve daha kötüsü üniversitenin işlevinin ortadan kalkması.) Siyasetin cisimleştiği alanlar, kamu uygulamaları tepeden inme bir uzmanlık bilgisi ile biçimlendirilmeye çalışıldıkça fakirleşme, krizler ve hatta felaketler kaçınılmaz oluyor. Her şeyi bir kenara bırakalım, yalnızca bu nedenle üniversitelere sahip çıkmamız gerekiyor.
Üniversitelerin işlevlerini güçlendirmek, üniversite üyelerinin çok şapkalı kimliklerle rant elde etmesini engellemek, siyasetle üniversiteler arasındaki ilişkileri tanımlamak için ilk önce şu konuları tartışmayı öneriyorum:
Üniversite döner sermayelerinin (araştırma projelerinin dışına taşarak) kamu projelerinde tekel oluşturması nasıl engellenebilir? Mesleki gelişmeyi engelleyecek, haksız rekabet yaratacak ve proje bürolarına rakip olacak bir biçimde konumlanmaları karşısında ne yapılmalı?
Üniversite üyelerinin kendi özel işyerleri aracılığıyla haksız kazanç elde etmeleri, kamu işlevlerini ve bilgisini kullanarak ayrıcalık (rant) elde etmeleri nasıl engellenebilir?
Kamu imkanları, işlevleri kullanılarak vakıf, dernek gibi 'sivil toplum kuruluşları' oluşturulması, kamu kaynaklarının siyasal denetim dışına çıkarılması karşısında ne yapılmalı?
Gelin tartışalım. Özel sektörle kamu arasındaki ilişkileri düzenlemek için ilk önce üniversiteleri düzeltelim. Yaşadığımız bunca sorundan sonra uzmanlık eğitimini, işlevlerini düşünmenin zamanı gelmedi mi dersiniz?
Korhan Gümüş / [email protected]