Diğer festival, her ne kadar kadar resmi olmasa da Sony, Nike, Lipton gibi şirketler de Şirket Fest çerçevesinde yarıştılar. Geçtiğimiz aylarda ODTÜ'lü öğrencilerin kampüslerindeki McDonalds'a karşı başlattıkları kampanya ile de gündeme gelen bir konu: Şirketlerin üniversitelerde her geçen gün artan varlığı.
Bu konuyu çeşitli farklı bakış açılarından ele alabiliriz. Mesela hedef kitlesi üniversite öğrencileri olan şirketler için doğal olarak bu kitleye ulaşabilecekleri en ideal yer üniversiteler. Eh öğrenciler için de belki alacakları ürünlerin hemen ayaklarının dibinde olması güzel bir şey. Yani alan da memnun satan da...
Kim kimin kucağında?
Peki o zaman bu yazıyı ben neden yazıyorum? Çünkü her ne kadar yüzeysel olarak herkesin çıkarı için uygun gözükse de işin derinliğine inildiğinde aradaki çıkar ilişkileri daha bir netleşiyor.
"...bir hamburgerle emperyalizmin kucağına düşmekten niye korkuyorsunuz?" diye soruyor Ertuğrul Özkök. Bu mantıkla ben de Nike ayakkabı standının üniversitedeki varlığı ile öğrencilerin emperyalizmin kucağına düşmesinden korkuyorum. Hadi Nike'ın Meksika'daki işçilere verdiği içler acısı maaşı bir kenara bırakalım, onu bırakmışken McDonalds'ın da Güney Amerika'daki yağmur ormanlarını katletmesini de bırakalım.
Peki bu kuruluşların emekçilere ve dünyamıza verdiği zararlar dışında onlara karşı çıkmak için bir sebep var mı?
Yanıt, Amerika'dan: Bize ait kararları şirketler veriyor
İsterseniz bu sorunun cevabını, sorunun geldiği başlıca ülke olan Amerika'dan alalım. Amerika'da çeşitli okullardan öğrencilerin bir araya gelerek kurduğu STARC (Student Alliance To Reform Corporations - Şirket Reformu için Öğrenci Birliği) isimli birlik, neden mücadele ettiklerini şöyle açıklıyor:
"Artık kültürlerin, insanların potansiyel üreticiler ve de tüketiciler olarak görüldüğü, bağımsızlık veya o toplumların çıkarlarının gözetilmediği, kapitalist düşünceye entegre edildiği bir dünyada yaşıyoruz. Bu, tarihsel süreçte kolonileşme yanında sömürü ve baskıyı da getirmiştir, şirketlerin bugünkü çalışmaları da bu yöndedir. İnsanlar tarafından verilmesi gereken kararları artık şirketler veriyor ."
Sıkça düşülen hata
Yalnız bu tür gözlemler yapılırken sıkça düşülen bir hata, eleştirel söylemlerin ulusalcı hatta milliyetçi söylemlerle birleştirilmesidir . Her ne kadar uluslararası dev kapitalist şirketler, ülkeler üstünde egemenliklerini kültürel düzeyde ilan etmeye başladılarsa da onlara bu yüzden değil, insanlar üzerinde egemenliklerini ilan ettikleri için karşı çıkmalıyız. Böylece sadece ulusal bir mücadelenin değil, enternasyonel bir mücadelenin de temeli atılmış olur.
"Tek tip tüketici" üretimi
Bu bağlamda McDonald's'ın ve kendisine benzeyen diğer uluslararası şirketlerin hedef haline getirilmesini bir daha inceleyelim. Söz konusu şirketlerin ana amaçları her ne kadar sadece kâr olsa da, başarıyla gerçekleştirdikleri ikinci bir şey tek tip tüketici üretmektir.
Dünyanın neresine giderseniz gidin, bu şirketlere ve onların logolarına rastlayabilirsiniz. Eskiden Kristof Kolomb'un gemilerle yaptığı kolonileştirme keşifleri, artık bu şirketler tarafından yapılıyor. Neo-liberal politikaların yabancılar tarafından "neo-kolonizasyon" olarak adlandırılması da bu düşünceden gelmiştir.
Kapitalizmin en güncel simgesi
Küçük karton kapların içinde, iki sünger parçası arasında bize sunulan plastik et, artık kapitalizmin en güncel simgesi haline gelmiştir. Ayrıca soyut bir kavram olmadığı ve de binaları ve yemeği ile somut olduğu için hedef statüsü gittikçe daha da güçlenmiştir.
Aynı şey her ne kadar McDonald's kadar kuvvetli olmasa da Nike, Lufthansa (mültecileri sınır dışı ettikleri için) ve Starbucks (Güney Amerika'da yarattığı kahve tekeli yüzünden) gibi şirketler için de başlamıştır. Kuşkusuz McDonald's'ın camlarının inmesi kapitalizmi durdurmayacaktır ama, insanlara açıkça ulaştırılan bir mesajdır .
Gençlere yönelik büyük bütçeli şirketler
Bu tartışmalar doğrultusunda Boğaziçi Üniversitesi'nde karşılaştığım görüntüyü tekrar ele almak istiyorum. Adım başı kurulan standlar arasında göze çarpan en belirgin nokta hepsinin gençlere yönelik büyük bütçeli şirketler olmasıydı.
Beni rahatsız eden ise, ana işlevi topluma ve kendisine faydalı bireyler üretmek olan üniversitede, üretime dahil tek bir şey yokken tüketimin bu kadar ön plana çıkartılmasıydı.
Tüketim takıntısının her geçen gün arttığı kapitalist toplumlarda bir ürüne sahip olmak ve de onun getirdiği statüye sahip olmak, bireylerin yaşamdaki bir numaralı amacı haline geliyor. Bu takıntı güçlendikçe, üniversiteleri işgal etmiş olan şirketler de ateşe odun atmaya devam edecek.
Çözüm nerede?
Kısır bir döngü gibi gözükse de aslında çözüm , kapitalist çıkartmanın yapıldığı üniversitelerin temsil ettiği kavram olan "eğitim".
Şu anda ABD gibi tüketim toplumunda en üst düzeyi yakalamış bir ülkede, anti-kapitalist üniversite öğrencilerinin bir numaralı silahları kendi deyişleriyle popüler eğitim'dir . Başka bir anlatımla, kapitalizm'in hem kültürel hem de parasal işleyişini çeşitli kanallardan insanlara öğretmek ve toplumun bilinçlenmesine katkıda bulunmak.
Bu yapılırken bilinçlendirilmesine yardım ettiğiniz insanın her türlü insancıl potansiyelinin yok edilip kapitalist döngünün işlemesi için gerekli bir varlık haline geldiği, dostça gözler önüne serilmelidir. Birçok sol örgütün (özellikle üniversitelerde) yaptığı hata,, söylemlerini dostça değil düşmanca dile getirmeleridir .
İnsanların farklarını yüzlerine çarpmak yerine; onları geri kazanmak için çalışılmalı.