Güney Amerika kıtası son dönemde bir hayli hareketli, bir de buna geçtiğimiz hafta sonu meydana gelen; Ekvador’da yüzlerce insanın ölümüne neden olan deprem eklendi.
Doğal olarak asıl dikkat çeken gelişmeler Brezilya’da yaşanıyor. (1) Ama ben oradan değil de pek göze batmayan, sol adına son yıllarda olumlu gelişmelere sahne olan Peru’dan size biraz bahsetmeye çalışacağım.
Peru halkı son yıllarda Alberto Fujimori diktatörlüğü (1990-2000) sonrası yeni yeni kendini sokaklarda göstermeye başladı. Eğitim ve öğretimde neo liberal uygulamalara karşı öğrenciler ve eğitmenler sık sık sokağa çıktı. Her türden neoliberal uluslararası uygulamalara karşı güçlü protestolar gelişmeye başladı. Bunlardan en önemlisi yağmacı kapitalizm anlayışına karşı yerli hareketiyle bütünleşen çevre eylemleri oldu. Çoğu zaman maden ve petrol arama şirketlerine devletin baskısına rağmen geri adım attırmayı becerdiler. Bir yanıyla bu çabalar aynı zamanda ülke nüfusunun yüzde elliye yakınını oluşturan yerli toplulukların kimlik mücadelesiyle özdeşleşiyor.
Bütün bunların ortasında iki hafta önce parlamento ve başkanlık seçimleri gerçekleşti. 23 Milyon seçmenin bulunduğu ülkede, babasının kızı olmakta ısrar eden Keiko Fujimori ilk turdan (yüzde 39) galibiyetle çıktı.
Seçimlerin bir diğer ismi Dünya Bankası eski ekonomisti Pedro Pablo Kuczynski ise oyların yaklaşık yüzde 21’ni alarak, sandıktan ikinci sırada çıktı. Kuczynski’nin sağcılıkta Fujimori’den aşağı kalır yanı olduğu kimse düşünmüyor Ayrıca adı yolsuzluk meseleleriyle anılıyor. Başkanlık için bu iki isim yarışacak.
Benim asıl dikkat çekmek istediğim adaysa solun birleşik gücü Frente Amplio’un adayı Verónika Mendoza. Mendoza %18.8’le(yaklaşık 3 milyon oy) başkanlık seçimini üçüncü bitirdi. Fakat solun oluşturduğu cephe_Frente Amplio (FA) Fujimori’nin Fuerza Popular’ına karşı aldıkları parlamento ve bölge temsilcilikleriyle önemli bir muhalefet pozisyonu elde ettiler. Bu 90’lı yıllarda Tupac Amaru Devrimci Hareketi-MRTA ve Aydınlık Yol-SL’nin(2) yok edilmesinden sonra solun artık yavaş yavaş ayağa kalktığını gösteriyor.
Verónika Mendoza genç bir politikacı. Bir melez. Ülkede yaygın olan Quechua dilini konuşabiliyor. Politikaya şimdiki Başkan Ollanta Humala’nın Milliyetçi Peru Partisi-PNP’de başlıyor. Geçtiğimiz dönem milletvekili seçiliyor bu partiden ve sonrası ayrılıyor.
Açık Cephe-(FA) 2012 yılında kuruluyor. Uzun İsmi Adalet, Yaşam ve Özgürlük için Açık Cephe. Başta Toprak ve Özgürlük hareketi olmak üzere soldaki sosyal demokratlar dahil bir çok oluşumu bir araya getiriyor.
Mendoza seçim sonrası yaptığı konuşmasında, mücadelenin illa ki başkanlık koltuğunda yapılmayacağını asıl olarak sokakta, parlamento ve diğer alanlarda da haksızlıklara karşı sonuna kadar sürdürüleceğini söyledi.
6 Haziran’da başkanlık seçimlerinin ikinci turu gerçekleşecek. Mendoza kötünün iyisi diye bir şey olmayacağını ama özellikle Fujimori’ye karşı en sert muhalefeti yükselteceklerini açıkladı. Perulu ünlü yazar Maria Vargas Llosa beş yıl önce Ollanta Humala ve Keiko Fujimori arasında gerçekleşen başkanlık seçimlerini “kanseri mi seçeceğiz, yoksa aidsi mi?” diye tanımlamıştı. Bu seferkinin de başka bir mahiyette olacağını söylemek zor.(3)
Máxima Acuña
Peru’da bir başka olumlu gelişme ise bu yıl, Goldman ödüllerinden birinin(4), yağmacı maden şirketlerine karşı topraklarını savunan, sembol isim Máxima Acuña’ya verilmesi oldu.
Bu ödülün şimdiden Peru’da mücadele veren kesimleri cesaretledirdiğini söylemek yanıltıcı olmaz. Acuña’yı ilk kutlayanlardan birinin Mendoza olması ise elbette bir tesadüf değil.
Doğanın yağmasına neoliberalizme karşı mücadele iç içe geçerken aynı zamanda bu alanda uğraş veren insanlar ciddi tehditlerle karşı karşıya. Geçen yılki Goldman Ödülünü kazanan ve Mart ayı başlarında Honduras’taki evinde öldürülen Berta Cáceres gibi. Özellikle Güney Amerika’da her yıl onlarca çevre eylemcisi saldırılar sonucu hayatını kaybediyor
Önümüzdeki dönemde muhtemel Keiko Fujimori iktidarı altında küresel yağmacılığın hedeflerinden biri olan Peru’da doğa ve toplum için hayat daha da zorlaşacak. Ama neoliberal saldırgan politikaların bu kez karşısında daha örgütlü ve cesur direnişleri de bulacağı açık.
Ve bakarsınız, Güney ülkelerinde bu kez umut Peru’dan yükselir.
Kısaca Kolombiya müzakere süreci
Kolombiya müzakere sürecine ilişkin son iki haftada olanlara dair anlatacak çok şey var. Fakat yazıyı daha fazla uzatmamak için kez önemli gördüğüm başlıkları bir özet halinde sıralayacağım.
Küba’nın Başkenti Havana’da FARC ve Kolombiya hükümeti arasında devam eden görüşmelerin 68. turu 21 Nisan’da Havana’da başladı. Tartışma konuları arasında nihai barış anlaşması sonrası silahsızlanma ve anlaşmanın ülkede referanduma sunulup sunulmaması tartışmaları ön plana çıkıyor. Kolombiya Devlet Başkanı Juan Manuel Santos referanduma sunmakta kararlı olduğunu bir kez daha ifade etti. FARC baş müzakerecisi Ivan Marquez’se bunu kabul etmeyeceklerini, yapılan görüşmelerin, anlaşmaların yok sayılarak referanduma gidilemeyeceğini ve hükümeti siyasi sorumluluk almaktan kaçmakla itham etti.
Öte yandan Brezilya’daki gelişmeler FARC’ı barış sonrasına dair umutlarını zedeliyor. Bir bildiri yayınlayarak özetle Brezilya’daki gelişmeleri “demokrasiye karşı darbe” olarak nitelediler. Gelişmeleri kıtada yükselen sağ dalganın bir parçası olarak görüyorlar.
Ülke içinde ise FARC paramiliter güçlere karşı yer yer operasyonlara girişti. Çatışmalar sonucu çok sayıda çete üyesinin öldüğü basında yer alıyor. Geçtiğimiz haftalarda paramiliter saldırılara hedef olan polisin de bu tür çabalar içinde olduğu görülüyor.
Son dönem Kolombiya’da savcılık tarafından yapılan araştırmalar sonucu beş yüz kadar seçilmişin yani aralarında parlamenterler, belediye başkanlarının da olduğu kokain kartelleriyle bağlantısı tespit edildi.
Kolombiya’da artan uluslararası meşruiyete rağmen barışın geleceği hala belirsizliğini koruyor. En önemli neden görünür bir tırmanışa geçen paramiliter şiddet. Bir diğeri ise kıtadaki sağ yükseliş. Bütün bunlara ek olarak Başkan Santos’un gerillalara hiç bir şey vermeden silah bıraktırmayı esasa alan çizgisi. Bütün bunlar barış anlaşması imzalansa dahi sürecin geleceğine dair ciddi riskler olduğunu gösteriyor. (AS/HK)
(1) Gerek Brezilya gerekse diğer latin ülkelerindeki gelişmeler bir yanıyla Çin’in ekonomik yayılmacılığıyla kolayca uzlaşan solumsu iktidarların sonu, aynı zamanda ABD ekseninde bir neoliberalizmin yükselişi olarak yorumlanabilir. Tabii buradan hemen bir ABD-Çin çekişmesi beklemek doğru olmaz. Bunun bir nedeni Çin’in kolayca çözülemeyecek bölgeyle köklü ilişkileriyken diğer bir neden de Çin sermayesinin yeni gelecek iktidarlarla da kolayca uyum sağlayabilme yeteneğine sahip esnekliği.
(2) Son günlerde seçim dönemiyle birlikte Aydınlık Yol’u devam ettirmeye çalışan bir grup gerilla seçim çalışmaları engellemek için bazı saldırlar düzenledi. Bu saldırılarda toplam 11 asker, 3 sivil öldü, 6 kişi de yaralandı. Aydınlık Yol seçimlerin boykot edilmesini savunuyor.
(3) Keiko Fujimori ve Pablo Kuczynski ‘yi karşılaştıran “Japonu mu Yahudiyi mi seçeceğiz?” tarzında ırkçı diyebileceğimiz ifadeler şimdiden Peru basınında yer buluyor. Öte yandan yaklaşık 22 milyon seçmenin bulunduğu ülkede seçime katılım oranı yüzde 82 civarında gerçekleşirken, başkanlık seçimlerinde daha düşük olmakla birlikte parlamento seçimlerinde yaklaşık 5 milyon oyun boş ya da protesto amaçlı kullanılmış olduğu görülüyor.
(4) Goldman Çevre Ödülü her yıl dünyanın altı bölgesinden çevre mücadelesi veren kişilere veriliyor. Ödülü 1990 yılından bu yana gündemde. ABD’li zengin Richard N. Goldman ve eşi Rhoda tarafından organize edilmeye başlanmış. Ödül “yeşil nobel” diye de anılıyor.