İşçiler, kapasite zorlamaları karşısında, işleri yetiştirebilmek için her türlü sağlık ve güvenlik önlemlerini bir kenara bırakmak zorunda kalır. Herkes önlemlere uymanın işi yavaşlatacağını bilir. Maliyetler bu gerçeklere göre hesaplanmadığından zaman kaybettirecek ama güvence sağlayacak her önlem göz ardı edilmek durumunda olur
Tuzla’da olanlar, Türkiye’nin ulaşmak istediği yerde olmaması gereken şeyler. Ama oluyor.
Arka arkaya ölümlü vakaların olması elbette çok üzücü ama yoğun bir biçimde yaşanan bu vakalar, eğer önlemler konusunda toplumu harekete geçirecek ve önlemlerin alınması yolunu açacaksa bir anlam kazanmış olabilecektir.
Ölümlü iş kazalarının meydana gelmesinde, iş sağlığı ve güvenliğine ilişkin önlemlerin alınamaması, uygun çalışma ortam ve koşullarının sağlanamaması temel sebep, ama uygun çalışma ortam ve koşulları neden sağlanamıyor işte bu konu önem kazanıyor.
Aslında, medyadan da takip edilebileceği gibi ölümler görüldükçe sorun alanları da kendiliğinden ortaya çıkıyor.
- Bir kere, aynı alanda altı yıl içinde geometrik katlanan üretim artışı var. Dün 1000 kişinin çalıştığı yerde bugün 28 bin 500 işçi çalışıyor. Aynı yerde, onbin grostonilatoluk gemi üretiminden 80 bin grostonilatoluk gemi üretimine geçiliyor.
- İş sağlığı ve güvenliğine ilişkin önlemler alınmıyor, alınamıyor.
- Yoğun iş hacmi nedeniyle, normal günlük ve haftalık çalışma sürelerinin çok üstünde çalışılıyor.
- Onlarca yıl öncesinden gelen taşeronluk müessesesi sanki Tuzla için keşfedilmiş gibi. Yüzlerce taşeron ve binlerce taşeron işçisi Tuzla’da çalışıyor.
- Örgütlenme özgürlüğü ve toplu iş sözleşmesi yapabilme hakları Tuzla’da hayata geçirilemiyor.
- Avrupa Birliği normu olarak mülga İş Kanunu’na 2002 yılında girmiş olmasına karşın 4857 sayılı İş Kanun ile işçi temsilciliği yasa metninden çıkarılıyor.
- Çalışma koşul ve ortamını yerinde denetleyecek, takip edecek ve gerektiğinde ilgili makamları haberdar edecek yetkilerle donatılmış işçi ve işveren temsilcilerden oluşacak ‘işyeri kurulları’ kurulamıyor, daha sınırlı yetkileri olsa bile, mevcut iş sağlığı ve güvenliği kurulları yaygınlaştırılamıyor.
- İşyerlerinde iş risklerinin varlığını olasılık ve sonuçlarıyla değerlendirebilecek ve gereken önlemleri alabilecek bilgi ve bilinç yeterince bulunmuyor. Sağlık ve güvenlik önlemleri maliyet artırıcı masraf olarak kabul ediliyor.
- İşyerlerinde, işçiler iş riskleri konusunda eğitilemiyor.
Bunlar, Tuzla Tersanelerinde yaşanan dramın ve genelde tüm iş kazalarının ortaya koyduğu eksikliklerle ilgili tespitler. Bu tespitlerin her birisi başlı başına önemli konular olmakla birlikte bu yazıda, iş riski olarak arka planda kalan ama ihmal ve ihlal edildiğinde, iş kazaları için kaçınılmaz sonuçları tek başına bir etmen olarak bile hazırlayan çalışma sürelerine ve bunların denetiminde işyeri partnerlerinin önemine değinilecektir.
Tuzla örneğinde olduğu gibi tüm iş kazalarının altyapısında, öne çıkarılmayan ama sinsice var olan çalışma sürelerinin önemli olduğu düşünülmektedir.
Uzun sürelerle ve yoğun çalışma doğrudan iş riskidir: Gemi İnşa Sanayi Birliği verilerine göre, Tuzla da halen 44 tersane faaliyette bulunmaktadır. Tersanede çalışan işçi sayısı toplam 28 bin 500 olup bunun 18 bin 42’si taşeron işçisi olarak çalışmaktadır. Sendikalı işçi sayısı sadece 3 bin 383’dür.
Üstelik, verilen bu sayılara son altı yıl içinde ulaşıldığı ifade edilmektedir. Belirli bir ortamda görülmekte olan işlerin altı yılda bu yoğunluğa ulaşması geometrik artan iş hacmiyle ilgili olduğundan, kapasiteyi zorlayan iş yoğunluğu nedeniyle, işin görülmesi sırasında dikkate alınması gereken önlemlerin gözden kaçırılması kaçınılmaz olacaktır. Bu durumu herkes kendi üzerinde deneyebilir. Olağan çalışma süresine sığdırılan işlerin bir kat artması halinde bu artışı tolere edebilme yeteneğinin, 10 kat artması halinde ne kadar korunabileceği tartışmaya açıktır.
Üstlenilen işin geometrik artışına karşın, iş gören sayısının yeterince artmaması veya işgücüne olan gereksinimi azaltan teknik donanımdan yararlanılmaması halinde çalışma standartlarından vazgeçilmesi kaçınılmaz olacaktır. Bu gibi durumlarda ilk vazgeçilen standart da genel olarak çalışma süreleri olmaktadır. Zaten yaygınlık kazanamamış haftalık 45 saatlik çalışmanın böyle bir durumda korunmasını beklemek hiç gerçekçi değildir. Her yeni işçi yeni bir maliyet getireceğinden, artan iş hacmi nedeniyle işgücü kapasitesi artırılmadığı sürece, geriye kalan çözüm, mevcut işçilerin günlük ve haftalık çalışma sürelerinin normal sürelerin çok üstüne çıkması olacaktır.
Kapasite zorlama
İşçiler, kapasite zorlamaları karşısında, işleri yetiştirebilmek için her türlü sağlık ve güvenlik önlemlerini bir kenara bırakmak zorunda kalacaklardır. Herkes, önlemlere uymanın işi yavaşlatacağını bilir. Bu da, zaman kaybı ve maliyet artışı demektir. Maliyetler bu gerçeklere göre hesaplanmadığından zaman kaybettirecek ama güvence sağlayacak her önlem göz ardı edilmek durumunda olacaktır. Üstelik, bu işi bu koşullarda yapacak büyük bir işsizler ordusu dışarıda hazır beklemektedir. İş bu noktaya geldiğinde artık değil önlem almak, alınmış önlemlere uyularak çalışılmasını beklemek dahi kimsenin aklından geçmeyecektir.
İş sağlığı ve güvenliği yönünden kazaya veya kayba yol açabilecek, tehlike oluşturabilecek potansiyele sahip iş risklerinin olasılık ve sonuçlarını değerlendirmekle yani, iş riski analizi yapmakla yükümlü işverenin kimyasal, biyolojik, ergonomik, radyolojik vb. fiziksel riskleri algılamaktan vazgeçtiği bu ortamda, esasen fiziki bir iş riski olan ama diğer risklere göre daha soyut kaldığı için genellikle ihmal edilen iş süresinin, bir iş riski olduğunu hatırlamasını beklemek ise hiç gerçekçi olmayacaktır. Kaldı ki, doğrudan bir iş riski olan çalışma süresi, diğer kimyasal, biyolojik, ergonomik, radyolojik riskleri tetikleyerek etkin hale gelmelerine neden olabilecek dolaylı risk olma özelliği de taşımaktadır.
Süreler, şartlar
Bu durumda, uzayan iş sürelerinde ve iş yoğunluğunda kaçınılmaz olarak gelişen ihmallerin ve dikkatsizliklerin ortak sonucu, en hafif ifadesiyle iş kazası olarak adlandırılacaktır.Nitekim Tuzla tersanelerinde gerçekleşen çalışma sürelerinin, esnek çalışma bağlamında yetişkin işçiler için sınırlı olarak kabul edilmiş, gün içinde en fazla 11 saatlik çalışma sınırının çok üstüne, hem de sürekli olarak çıkıldığı anlaşılmaktadır.
Yine, bir iş riski olduğu için 20.00 ile 06.00 saatleri arasında yapılan ve gece çalışması olarak adlandırılan çalışmalara getirilen 7.5 saatlik çalışma süresi sınırına uyulmadığında da iş riski ile karşı karşıya kalınacağı öngörülebilecek bir sonuç olacaktır.
İş riski oluşturabileceği öngörülen bazı işlerin günlük çalışma süresinin yasadaki ifadesiyle, ‘sağlık kuralları açısından’ 7.5 saat veya daha az miktarlar olarak daha baştan sınırlandırıldığı görülmektedir (4857 sk.m.63) Tuzla da yapılan işlerin pek çoğu bu kapsamda işlerdendir. Bu nedenle 7.5 saatin çok üstüne çıkan çalışma süreleriyle, iş kazalarının gündeme gelmesi şaşırtıcı olmamalıdır.
Günde üç postayla çalışılan işyerlerinde, sağlık kuralları açısından postaların haftada bir, en geç 15 günde bir yer değiştirmesi ve gece postasının mutlaka gündüz postasına alınması gerekmektedir. Sağlık kuralları açısından postalar yer değiştirirken, 11 saat aralıksız dinlenmenin sağlanması istenmektedir. Halbuki, haftanın yedi günü 45 saatten az çalışılmayan işyerlerinde üç posta ile çalışılması halinde, istense bile verilebilecek aralıksız dinlenme süresi en fazla 8 saat olabilecektir.
Dinlenme süreleri
Avrupa Birliği yönergelerine göre düzenlenmiş yönetmelikte, günlük dinlenme süresi, aralıksız 12 saat olarak belirlenmiştir. Haftalık dinlenme, istisnasız haftada bir gün en az 24 saat olarak uygulanacaktır. Yıllık izin hakkı da, dinlenme amacına yönelik kullanılacak şekilde düzenlenmiştir.
Sonuçta, yasal olarak düzenlenmiş dinlenme hakları, bir taraftan işçilerin çalışma sürelerini azaltırken bir taraftan da, dinlenerek zinde ve açık bir zihinle işbaşı yapmalarını sağlamayı amaçlamaktadır.
Şu halde, iş riski denilince akla gelen kimyasal, biyolojik, ergonomik, radyolojik riskler kadar, iş kazalarına yol açmaya neden olan bir risk olarak çalışma sürelerine de özel önem verilmesi, hatta öncelikle bu bağlantının taraflarca sindirilmesi sağlanarak, yasayla düzenlenmiş sürelere uyulması konusunda azami özenin gösterilmesine çalışılması, daha önemlisi bu bilincin içselleştirilmesi gerekmektedir.
Denetimin yeri ve önemi
Çalışma süreleri ve dinlenme haklarına ilişkin standartların ihmal ve ihlal edilmesini önlemek için, yasa koyucu, işyerlerinin Devlet adına iş denetimine tabi tutulmasını yasa hükmü olarak düzenlemiştir. Ancak, önemli bir iş riski olduğu için standardize edilmiş yasal çalışma sürelerinin her an için ihmal ve ihlal edilmesi mümkün olduğundan, harici bir denetim olan iş denetimi ile bu ihlal ve ihmallerin varlığını yaşanırken saptamak her zaman olanaklı olamamaktadır.
Bunun sağlanabilmesi için belki sürekli olarak işyerlerinde bulunulması gerekecektir. Harici denetimler için böyle bir beklenti işin doğasına uygun olmadığı gibi nicel olarak da olanaksızdır. Kaldı ki, denetim sırasında saptanan ihlal ve ihmaller, genellikle o andan geriye dönük olacağından cezai yaptırım uygulanabilecek ve fakat yaşanmış riskin işçiler üzerinde yaratmış olduğu etkiler geri alınamayacak, kaldırılamayacaktır.
Bu nedenle, ayrı bir tartışma konusu olacak önemde olmasına karşın olaya özgü olarak kısaca dile getirmek gerekirse, Avrupa Birliği ülkelerinde de görüldüğü üzere, öncelikle işyerlerinde işçi ve işveren temsilcilerinden oluşan ve işyerindeki çalışma koşulları ile ortamına ilişkin aykırılıkları sürekli olarak saptayarak gereken önlemlerin alınmasını işverenden isteyen, yerine getirilmemesi halinde ilgili makamlara bildirimde bulunma yetkisine sahip ‘iş kurulları’nın oluşturulmasına gereksinim bulunmaktadır. Bugün için İş Kanununda yer alan, iş sağlığı ve güvenliği kurulları ise, hem yetki yönünden hem de yükümlülük taşıyan işyerleri açısından sınırlı bir oluşuma sahiptir.
İşçi temsilciliği
Keza, işçi temsilciliğini düzenleyen ve 1993 yılında 3845 sayılı yasayla kabul edilmiş 135 sayılı Uluslararası Çalışma Sözleşmesi ile işçi temsilcilerine önemli görevler veren Avrupa Birliği yönergelerinden (77/187;75/129;92/56) hareketle, 4773 sayılı yasayla 09.08.2002 tarihinde mülga 1475 sayılı İş Kanunu’na girmesine karşın 4857 sayılı İş Kanunu ile yasadan çıkarılmış olan ‘işçi temsilciliği”nin, hızla yeniden oluşturulması gerekmektedir. Özellikle toplu iş sözleşmesi bağıtlamış sendika bulunmayan işyerlerinde, çalışanların kendi aralarından seçerek belirleyecekleri işçi temsilciliğine ihtiyaç bulunmaktadır. Nitekim Gemi İnşa Sanayiciler Birliği verilerine göre, Tuzla’da toplam 28 bin 500 işçi çalışırken, bunların sadece 3 bin 383’ünün sendikalı olduğu anlaşılmaktadır.
Halbuki işçi temsilciliği yürürlükte olsaydı, bugün sendikanın giremediği işyerlerinin hepsinde, taşeronlar dahil, en azından işçilerin kendi aralarından seçmiş oldukları yasayla güvence altına alınmış, yetkilendirilmiş işçi temsilcileri olacak ve bunlardan yararlanma olanakları olabilecekti.
Daha önemlisi, tüm işyerlerine her an ulaşabilme olanağı bulunmayan iş müfettişlerinin, işyerlerindeki söz konusu partnerlerden yararlanarak, iş denetimlerini daha etkin ve verimli bir şekilde planlama ve programlama olanağı ortaya çıkabilecektir.
Bu nedenle, işyerlerinde iş risklerini takip ederek alınması gereken önlemleri işverene hatırlatacak, aksi takdirde ilgili makamları bilgilendirecek, ‘iş kurulları’ ve ‘işçi temsilciliği’ gibi yeni oluşumların ivedilikle gündeme getirilmesi yanında, tüm işçi ve işverenlerde iş sağlığı ve güvenliği bilincinin oluşmasına, dinlenme haklarını kapsayan çalışma sürelerinin de, kimyasal, biyolojik, ergonomik vb. Fiziksel iş risklerinden olduğu gerçeğinin hafızalara girmesine çalışılmasının, iş kazalarının önlenmesinde önemli rol oynayacağı düşünülmektedir. (DK/EZÖ)
* Doğan Keskin, İş Başmüfettişi-Sosyal Çalışmacı