Rahmetli babamın kurucularından olduğu Özgürlük ve Dayanışma Partisi'nin (ÖDP) doğum yılı 1996. Tao’nun esrarengiz tesadüflerinden biri olarak oğlumunki de aynı. Geçen sene 10. yıl kutlamaları bağlamında ÖDP’nin afişlerinin sergilendiği mekanı gezdik birlikte.
Bir haftasonu babası olarak oğlanla geçirdiğim kısıtlı süreyi buna harcamama kızanlar olabilir belki ama çok da sıkılmadığını hatta bazı afişleri hatırlayıp sevindiğini söyleyebilirim.
Akran olmaları sebebiyle ÖDP’nin sadece yaşını değil beceri gelişimini de oğlana paralel olarak izlemek mümkün ve öğretici benim için. Onun yürümeye çalıştığı zamanlarda dedesiyle biz çeteleri süpürmek için yollardaydık ama pek de başarılı olamadık.
Anaokulunda arkadaşlarıyla eğlendiği zamanlarda biz parti içi gerilimlerin, kızgınlıkların, küskünlüklerin dostlarımızla aramıza koyduğu mesafeye bakıyorduk hüzünle.
Tek bilinmeyenli denklem
Bir nevi evden kopup okulda özgürleşme deneyimi yaşadığı zamanlarsa bizim parti içinde veya dışında kalan öbeklerimizin içe kapanmalarını seyretmemize denk gelmişti. Oğlanın akli melekeleri hızla yetkinleşirken bizimkiler yitmeye başlamıştı galiba.
O artık en azından tek bilinmeyenli denklemleri çözecek bir noktaya geldi. Bilgisayarında “Civilization” oynaya oynaya medeniyetin nasıl kurulduğuna, nasıl geliştiğine dair bir fikre de sahip medeniyetler çatışmasının bulunmadığına da. Matrix serisi sayesinde varoluş felsefesine bile adım attı denilebilir.
ÖDP’nin 2006 yılında yenilediği programa bakıldığında orada da bir şeyler düşünüldüğü aşikar. Gelecek ay yapılacak kongrede ise yeni genel başkanını seçecek. Tek bilinmeyenli bu denklemin nasıl çözüleceğini göreceğiz hep beraber. Bu süreç partinin varoluş felsefesine neler getirecek asıl merak bu elbette.
Kariyerizm
Türkiye solunun önemli dertlerinden biri kariyerizmdir. Üstelik sadece ülkemizde değil dünya sol tarihinde de durum farklı değil. Hazır başkan seçecek ÖDP kongresi varken hem de seçimlerin olduğu bir yıla girmişken bu kavram üzerinde duraklamakta fayda var.
Sebebi ise işbu suçlama yüzünden soldaki liderlik meselesinin çözülemediğine inanmam. sosyaldemokrat Halkçı Parti (SHP), Cumhuriyet Halk Partisi'nden (CHP) ayrılırken suçlama hazırdı: kariyerizm. CHP içinde bir muhalefet çıktığında söylenen kariyerizm olduğu gibi muhalefetin şikayeti de benzer biçimde Deniz Baykal’ın kariyerizmi. DİSK Genel Başkanı bir siyasal hareket başlattığında suçlama yine aynı: kariyerizm. İnternette bir tarama yapsanız karşınıza çıkan büyük küçük her sol örgütte bir kariyerizm vakası.
Kariyer mesleki ya da başka alanda başarılı bir ustalık elde etmek diye tanımlanabilir. Ülkemizde ise daha çok göstergesi olan mevki ve makam edinmek ile eş tutulmakta. Kariyerizm dendiğinde anlatılmaya çalışılan ise özel hayatı, kişisel bütünlüğü, etikle olan bağı kaybetme pahasına kariyer mücadelesine girmek. Sözcüğün kökenine indiğimizde azap çeken de daha çok kariyeristin ruhu gibi.
Erdoğan örneği
Dönüp dolaşıp Cumhurbaşkanı seçimleri konuşulan bir ortamda solcuların dertlerine ışık tutacak örneklerden biri olarak Tayip Erdoğan’a bakmakta fayda var diye düşünüyorum. Erdoğan bir kariyerist midir, gerçek bir lider mi? Kariyerist diyenler muhtar bile olamaz dendiği zamanlarda hayallerini kurduğu başbakanlık koltuğu uğruna her türlü ilkeyi ve inancı bir kenara bırakmasını ileri sürüyorlar. Gerçek bir liderin geçmişle bağları kesip yeni bir ufuk çizmesi gerektiğine inananlar ise onu bunu yapabildiği için selamlıyorlar.
Erdoğan konusunda bir kanaat beyan edecek değilim. Çok önemli olduğunu da düşünmüyorum. Bir lider ile bir kariyeristi ayırt edecek yegane şey netice hesaplarıdır da denebilir. Kaderini kariyerine bağlamayan bir lider olamayacağı gibi azimli bir kariyeristin liderlik becerilerini sergilemeden ayakta kalması da zor zaten.
Bu iş biraz zaman sorunu, biraz da yargıyı vereceklerin kişisel tercihleri. On yıl sonra tarih yazmaya kalkanlar Erdoğan’ın azimli bir kariyerist mi yoksa hayallerini gerçekleştirmiş bir lider mi olduğunu tartışacaklar herhalde.
Varsayalım Erdoğan kariyerist. Siyasi hayatındaki geri kalan her değişkeni bıraksak bile hırsının bir parti başkanı olmanın ötesine geçip başbakan, cumhurbaşkanı ve bu hızla giderse muhtemelen Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri olmasında bir başarı faktörü olduğunu, bu gücün de insanların hayatlarının şekillenmesinde etkili olduğunu görmezden mi geleceğiz?
Peki buna karşılık Türkiye Solu bu iddiada kariyeristler niye çıkaramıyor? Herkes birbirini kariyeristlikle suçladığına göre yine bir an varsayalım ki solda herkes kariyerist. Bu kariyeristler Türkiye’yi, Bölgeyi, Dünyayı yönetmeye kalkışmayıp bir partinin başında olmayı niye bu kadar önemserler? Bizim kariyeristlerimizin sağcıların kariyeristlerinden ne eksiklikleri var?
Soldan bahsederken dilimin liderlikten yöneticiliğe kaydığının farkındayım ve bunun benden değil solda yaşananlardan kaynaklandığını düşünüyorum. Yönetici ve lider arasındaki ayrım örgüt teorisinin son on yılda en fazla konuşulan konularından biri. Küreselleşen ve hızı her geçen gün artan sermaye, mevcut işi yöneten insanlardan çok fırsatları değerlendiren, hatta fırsatı kendisi yaratan liderlere ihtiyaç duymakta.
Kabaca değişimin öncüsü, taşıyıcısı olarak lider ve mevcudu iyileştiren, geliştiren olarak yönetici rollerinden bahsetmek mümkün.
Şu günlerde iş hayatında iyi bir kariyer edinmek istiyorsanız bu iki alanda da yetkinleşmeniz gerekiyor. Ne var ki Türkiye Solu’nda bir partinin başında olmak için bunlara gerek duyulmuyor sanki.
Sermayenin işletmelerinin başına getirdiği kariyeristler için dahi aradığı bu nitelikleri sermaye karşısında emekçilerin taleplerini savunacak partilerin başında olan kariyeristlerde aramak çok mu fazla şey istemek acaba?
Bu noktada bir parantez de parti içi demokrasi için açmakta fayda var. Bu söylediklerimin lider kültünü besleyen, anti demokratik, aşırı merkeziyetçi şeylere karşılık geldiğini iddia edenlere Ufuk Uras’ın macerasını hatırlatmak isterim. Bırakın lideri kendini başkan olarak dahi tanımlamayan birinin parti içi gerilim sürecinde en anti demokratik tutumları benimseyebildiğini hatırlarsak bu başkanlık denilen şeyin hayallerimizdekinden başka bir şey, hem de önemli bir şey olduğunu görebiliriz sanırım.
Kariyerist olup olmadıklarına takılacağımıza parti başkanlarımızın hakkaniyetli yöneticiler ve ufuk açıcı liderler olmasına takılsak sonuçlar değişir mi diye düşünmek sol için fazla mı pragmatik hala?
Babamın yorgun kalbinin durmasında 40 yıllık hayallerinin yıkıldığı ÖDP’nin önemli bir yeri oldu. Bu saatten sonra oğlanın delikanlılık hayallerinde yer bulacak bir partiye evrilmesini beklemek ham hayal mi bilmiyorum. Dağıttıklarımızı toplamanın da bir erdem olduğunu kabul ederek yeniden başlasa Ufuk Uras ve annemin kalbini tekrar kazansa fena mı olur?
Büyük hayallerini gerçekleştirmeye niyetli bir kariyerist çıktığında ve danışıldığı sürece elimden geldiği, dilim döndüğü kadarıyla yanında olacağım güvencesiyle; ÖDP ve Türkiye Solu için en kestirme söz: “Allah müstahakkımızı versin!” herhalde…(AÇ/EÜ)
* Altan Çarıkçı, Kariyer Danışmanı