Kuşkusuz var.
hooks'un dediği gibi "Feminist erkeklik, ataerkil sistemden muzdarip olan erkeklerin kurtuluş yoludur!"
Soru şu: Neden Türkiye toplumu erkeklerin feminist olmalarını garip karşılıyor? Erkek feminist olursa daha mı az "erkek"oluyor?
Neden Türkiye'de feminist erkeklerin en büyük korkusu eşcinsel olarak damgalanmak?
Türkiye her konuda olduğu gibi feminist teoride de geriden geliyor. Örneğin, bu topraklar sosyalist düşünceyle kabaca 1960'larda gerçek manasıyla tanıştığında, dünya sosyalist hareketi en azından üç büyük ayrışma yaşayıp dördüncünün arefesindeydi. Profesör ve yazar Zeynep Ergun da "Erkeğin Yittiği Yerde" çalışmasının odak noktasına erkek egemen kapitalist toplumdaki erkek odaklı sistemleri koyuyor.
Son dönem Türkiye romancılığı (2000-2006 arasına) odaklanarak, Türkiye edebiyatında önder ve rol modeli bulma çabalarını didikleyip, bu çabaların başarısız olduğu ("erkeğin yittiği") yerlerde beliren erkeklik sorunlarını masaya yatırıyor. Bu başarısızlığın bir travma ve genel olarak bir hastalık olarak tezahür etmesi, Zeynep Ergun'un sadece bu eserinde değil, başka eserlerinde de peşini bırakmadığı bir motif. Zira erkeklerin egemenliklerinin hemen gerisinde patolojik korkular yatıyor: "İkili karşıtlıklar olmazsa yok sayılacaklarını sezen, kadını kendi varlıklarını kanıtlamak için kullanan, onda ötekini yaratarak 'ben'i oluşturan, kurgulayan erkekler." Gözleri falluslarında, erki yitirme korkusunu derinden yaşıyorlar. Bu satırları, feminist düşünceyi erkek düşmanlığına indirgeyen bir kısırlık olarak görme yanlışından kurtulmanın yolu, erkeklerin kendileriyle, özellikle de fallus merkezli bakış açılarıyla yüzleşmelerinden geçiyor, özellikle de Türkiye'de: İslamcılığın egemen olduğu ülkede, her şey bir şekilde dönüp dolaşıp erkeğin uçkuruna bağlanmıyor mu?
Hâlbuki yaşadığımız yeni zaman diliminde erkeklerin kadın erkek eşitliğine ve feminizme şiddetle ihtiyaçları var. Hep güçlü duygularını ifade edebilmesi, ağlaması yasak, para kazanmak, evi geçindirmek gibi büyük bir ekonomik yükü ve sorumluluğu tek başına taşımak zorunda olmak, yani "erkek" olmak onlar için çok zor olsa gerek.
"Feminist bağlamları anlamalıyız"
Bir şirkette yöneticilik yapan "Male Feminists Europe" platformu kurucularından biri olan, aynı zamanda BM Kadın Birimi tarafından başlatılan HeForShe dayanıma kampanyasının da fahri elçisi olan feminist Robert Franken, "Temelde feminizmin etkili olmak için erkeklere ihtiyacı yok. Mesele, feminizmin erkeklere herhangi bir çağrıda bulunmak zorunda olmasıyla da ilgili değil. Bu bağlamda harekete geçmek bizim sorumluluğumuz: Feminist bağlamları anlamalı ve yaşanmış deneyimleri kabul etmeliyiz" diyor.
Jens van Tricht ise Emancipator isimli Hollandalı bir organizasyonun müdürü. Bu organizasyon erkeklerin özgürleşme (emansipasyonu) alanında çalışmalar yapmak amacıyla kurulmuş.
Jens de tıpkı Frank gibi "erkeklik" kavramının sorgulanmasını istiyor.
"Kültürümüz biz erkeklere 'gerçek erkek' olmak için kadınlıkla özdeşleştirilen her şeyi red etmemizi ve bastırmamızı öğretiyor" diyor Jens. "Erkekler sürekli en başarılı, en güçlü ve komik olmak zorunda hissediyorlar kendilerini. Bu baskı bazen öyle ileri gidiyor ki; içsel bir öfkeye veya şiddete bile dönüşebiliyor. Erkeklerden kendilerini ve çevrelerini korumak için şiddet kullanmaları bekleniyor."
Erkek egemen toplumun kendisi erkek cinsini potansiyel şiddet zanlısı konumuna sokuyor. Erkeklerin bu etiketten kurtulma veya arınma gereksinimi var mı? Olmalı mı? Kadın emansipasyonunun geliştiği ülkelerde erkekler bu gereksinimi hissediyorlar.
"Erkekçe" davranmak maçoluk ile özdeşleştirildiği için kadınlar bu tür erkeklerden giderek uzaklaşıyor.
Ekonomik, toplumsal, sosyal, özgürleşen ve bağımsızlaşan kadınlarla bir arada yaşayabilmek için erkeklerin değişmesi neredeyse zorunlu oldu.
Aksi takdirde, yani erkek değişmezse, kadın ve erkek arasındaki aşk, ilişki ve evlilik veya çalışma hayatı, iş ve kariyer gibi her alanda kadın ve erkek emansipasyonu arasındaki dengesizlik günümüzün en önemli toplumsal sorunu olmaya devam edecek.
Erkekler bu durumda kaybeden, kadınlar ise kazanan taraf olarak gözüküyor ilk bakışta değil mi?
İşte bu erkekleri oldukça korkutuyor.
Sürekli kendilerini yenilemek, ispat etmek zorundalar.
Yüzyıllardır kendilerinden beklenen rollerden sıyrılmak, yeni rol ve sorumlulukları üstlenmek de zorlanan erkekler için bir öz güven kaybı.
Yeni durumu anlayabilmek ve uyum sağlamakta zorluk çeken erkekteki bu tür korku ve kaygılar şiddet eğilimlerini tetikleyebiliyor. Egemen erkek, gücü ve kontrolu kaybedince gözü dönüyor ve çok büyük bir rahatlıkla, hatta görev sanarak, kadını öldürebiliyor. Erkek her başarısının kendine ait olduğunu düşünür ama her başarısızlığının ve her kaybedişinin sorumluluğunu da eşine yükler.
Bizim feminist erkekleri nasıl bilirsiniz?
Türkiyede kendisine feministim diyen ilk erkeklerden biriyle sanıyorum 1988 yılında tanıştım. Daha sonra tanıdıklarımın hemen hepsi 68 ve 78 kuşağı erkeklerdi.
"Bedenimin sahibi benim", "kadına şiddete son" talepleriyle başlayan ikinci feminist dalga Türkiye'de güçlü bir eylemlilik kazanmaya başlayınca eylemsiz, köşelerine sıkışmış eski solcu erkekler kadınları desteklemek için sokağa çıkmaya başladılar.
Kadınların bu talepler ile ilgili eylemleri somut ve geniş bir tabana hitap ediyor ve politik olarak da erkek egemen sistemi tehdit ettiği için solcu erkeklerin ilgi alanına giriyordu. Eski solcu eşlerinin sevgililerinin kadın hakları ve eşitlik mücadelesi erkekleri etkiledi. Hatta biraz kıskandırdı da diyebiliriz. Demokrasi ve ilerleme talepleri için siyasi partiler, sendikalar, dernekler ve sivil toplum örgütleri sokağa çıkamazken kadınlar cesaretli "dayağa karşı" kitlesel eylemler yapıyordu.
Bu arada feministler dergiler çıkartıyor, festivaller düzenliyorlardı.
Eski sol hareketin günahlarını ise acımasızca eleştirmekten geri durmuyorlardı.
Kadınlara destek vermek isteyen erkekler bazı feministler tarafından özel bir sempati kazanıyor bazılarınca ise eleştiriliyorlardı. Ancak popülerlikleri artmaya başladı.
Hatta artık yüksek sesle "ben de feministim" diyerek alkış alanlar da oldu.
Genç kuşak erkekler bu konuyla bu anlamda pek ilgili değildi.
12 Eylül sonrası Boğaziçi Üniversitesi öğrencisi bir kadın ve erkek sahilde bir bankta öpüşürken polis tarafından tutuklanıp da kızı bekaret kontrolüne gönderdiklerinde sevgilisi erkek kızın neler hissetmiş olabileceğini asla anlayamadı.
İdeal partner
Aslında bu eski kuşak solcu erkekler için feminist, özgür kadın ideal bir partnerdi.
Kadınlar evin ekonomik sorumluğunu tek başına üstlenebiliyor, ellerine tornavida ve matkap alıyor, evlerinin duvarlarını boyuyorlar "bir erkeğe ihtiyacım yok benim" mesajı vermek için didinirken yanlarındaki erkekler bilinçli veya bilinçsiz bu durumdan çok kârlı çıkıyorlardı.
Kendi feminizmi ve emansipasyonu ile her gün gelişen, ilerleyen kadın bu faydacı erkekleri önce fark edemedi. Hem işte hem de kadın hareketinde çalışan, gece gündüz koşturan kadınlar bir yandan da erkekleri değiştirmeyi umut ediyorlar çaba harcıyorlardı.
Boğaziçi Üniversitesi kadın öğrencileri bu olaydan sonra "bekaret" kontrollerini protesto için seslerini yükselttiler. İmza kampanyaları başlatarak uzun süre eylemler yaptılar. Aynı okulun erkek öğrencileri onlara eşit ölçüde destek vermediler.
Bu kadınlar bu eylemlerinde belki kendilerini "feminist" olarak adlandırmadılar ama gayet de feminist bir tavır gösterdiler.
Dışarıda aktivist kadınların dünyasında popülerleşen erkek feministler ile kadınlar arasında sorunlar çıkmaya başladı. Erkekler girdikleri her işte olduğu gibi çaktırmadan liderliğe soyunuyor fakat bu tutumları kadınların gözünden kaçmıyordu.
Zordu yani ortak mücadele. Kadınlar haklı olarak erkeklerden tam olarak bağımsız bir mücadele yönetmek ve yönlendirmek istiyordu.
Öte yandan kadınlar ev yaşamında kocaları veya sevgilileri ile olan ortak yaşamlarında bu "feminist" erkeklerin pastanın kremasını yiyip ama keke hiç katkı yapmadıklarının bilincine vardılar.
"Ne yiyeceğiz sevgilim?"
Erkekler toplantılarda, sohbetlerde ateşli kadın hakları savunculuğu yapıyorlar evde ise hiçbiri, örneğin pislettiği tuvaleti bile temizlemiyordu.
Eskiden "ne pişirdin" diye soran erkekler simdi "ne yiyeceğiz sevgilim" sorusuyla "aşama" yapmışlardı sanki. Bu soru sanki biraz daha "kolektif sorumluluk duyuyorum" izlenimi yaratıyordu. Özetle bildigimiz her türlü ev işi ve bakımı kadının sorumluluğundaydı.
Ama giderek sabırları azalıyor ve ev içinde huzursuzluk ve kavgalar artıyor, ayrılıklar baş göstermeye başlıyordu.
Ekonomik bağımsızlığı olup da boşanabilen kadınların çoğu kavgalı ve şiddetli boşanma süreçleri yaşmaya başladılar.
Kadının özgürleşmesi boşanmaları artırdı. Böylece toplumda feminist kadınlara "yuva yıkıcı" demeye başladılar. Çünkü erkekler konfor alanını ve egemenliğini yitirince oldukça çirkinleşebiliyorlardı.
Bu yazıyı okuyan ve bana çok kızan erkekler ve tabii ki kadınların eleştirilerini duyabiliyorum.
Kadınlar kendi günlük yaşamlarında erkeklere verdikleri tavizlerle yüzleşmek zorunda. Kadın sistemin mağduruyken bu sistemi ayakta tutan da olabiliyor.
Yaptığım okumalar ve kişisel gözlemlerim sonrası şu sonucu çıkarıyorum. Bizim coğrafyada, Türkiye'de erkekler "feministim" dese bile feminist olamazlar.
"Ben feminist bir kadınım ve feminist görüşüm gereği düşüncelerime ve ilkelerime saygılı yaşamak istiyorum" diyen kadınları ise erkeksiz bir hayat bekliyor.
Yeni kuşak gençler giderek artan oranda evlilikten ve özellikle çocuk yapmaktan korkuyorlar.
Yeni normal
Avrupalı feminist erkekler eskimiş "erkek" rolleri, görevleri ve sorumluluklarından kurtuldular.
Ama hangi görevleri ve yükleri devraldılar bir bakalım. Part time çalışmaya razı olarak ev ve çocuk bakımı görevlerini paylaşıyorlar.
Erkek işten eve gelirken markete uğruyor, alışverişi yapıyor, çocukları okuldan alıyor, yemekleri hazırlıyor. Yemeğe başlamadan önce çamaşırları makinaya atmış oluyor çünkü yemekten hemen sonra eşi bulaşıkları yıkayıp mutfağı temizlerken o da çamaşırları asacak ve çocuklara banyo yaptıracak.
Anne çocukları yatıracak ve onlara mutlaka kitap okuyacak.
Eşler daha sonra oturma odasında buluşup ajandalarını açıp haftanın iş ve özel randevularını planlayacaklar.
Kim, hangi akşam evde olamayacak? Çocukları okul sonrası faaliyetlere kim götürecek, birlikte ve yalnız yapacakları sosyal ve kültürel etkinlikleri neler gibi haftalık, aylık hatta yıllık planlar mutlaka kadın ve erkek birlikte yapmak zorunda.
Çocuklar kız ve oğlan ayrımı yapılmadan evdeki her türlü işe küçük yaşlardan itibaren katılıyor. Yemek masası hazırlayarak ve toplayarak başlıyorlar genelde öğrenmeye. Kendi oyuncaklarını ve odalarını ise toplamak zaten onların işi.
Pek çok Hollandalı arkadaşımın çocukları küçük yaşlarda haftada bir kez akşam yemeği yapma sorumluluğunu üstleniyor ama bu görevden zevk almayı öğrenerek.
Böyle bir ev hayatı bize masal gibi gelse de Kuzey Avrupa toplumlarında pek çok aile böyle yaşıyor.
Yeni normal bu.
Kadın erkek eşitliğini destekleyen açıklamalar çok kolay yapılıyor, öte yandan gerçek bir değişim, konu üzerinde derinlemesine ve eleştirel düşünebilmeyi, konuşma ve hareket etme yeteneğinin yaratılmasını, öğrenme isteğini gerektiriyor. Keza öğrenilmiş birtakım davranışların bozulmasını, sorumluluğun, güvenilir ve sürdürülebilir bir şekilde kabulünü de...
İyi niyetle hareket ediyor olsak bile, sorunun parçası olduğumuzu kabullenmeliyiz.
-BİTTİ-
(SM/AÖ)