* Fotoğraf: Maria Sbytova / Canva
Son iki yılda yalnızca Hollanda'da değil Avrupa'nın pek çok ülkesinde de vatandaşların çoğunun siyasete güveni kalmadı.
Hollanda Sosyal ve Kültürel Planlama Dairesi'nin 2022 yılında yaptığı araştırmada siyasetçiler arasındaki güvensizliğin kalıcı bir gerçek olduğu ve siyasetçilere güvenin ve demokrasiden duyulan memnuniyetin azaldığı vurgulanıyordu.
Hani Türkiye'de sosyal medyada Hollanda ile ilgili çok paylaşılan bir fotoğraf vardır. Hollanda Başbakanı Mark Rutte'nin bisiklet üzerinde meclis binasına gelirken çekilmiş fotoğrafı... Ne zırhlı siyah araç, ne korumalar...
Özgürce bisikletiyle "Binnenhof" denilen tarihi yapıdaki başbakanlık kulesinde yer alan çalışma odasına gidiyor başbakan. Ceketinin önü açık, kravatı da yok. 'Özendiğimiz özgürlük ve demokrasi işte bu' dedirten fotoğraf...
Ama ne yazık ki; Lahey kentinde, meclis binasının önünde ve çevresinde artık ne başbakanı ne de bir bakanı bisiklet üzerinde işe giderken görebilir olduk.
Artık bir bakanın henüz gelmemiş olan resmi aracını meclis binası önünde, açık havada beklemesine bile izin verilmiyor. Bir bakan herhangi bir yere gitmeden önce özel güvenlik birimleri herhangi bir güvenlik riski olup olmadığını araştırıyor. Bakan evlerinin önünde karakollar kuruluyor. Güvenlik servisleri, milletvekillerine planlı bir ziyaret yapmamalarını tavsiye ediyor.
Hayatı güzelleştiren tüm kendiliğinden eylemler iyi planlanmış ve iyi düşünülmüş senaryolara dönüştü artık.
Binnenhof'ta politikacıların güvenlik sorunu geçen yıl giderek daha görünür hale geldi. Nasıl başlamıştı bu süreç Hollanda siyaset yaşamında?
Geert Wilders, Pim Fortuyn ve popülist siyaset
Yıllar önce sağ popülist, islamofobik ve yabancı düşmanı bir parti olan Özgürlük Partisi'nin (PVV) lideri Geert Wilders, Kuran hakkında islamofobik açıklamaları yüzünden ölüm tehditleri almaya başlayınca hayatını güvenlik servislerinin sunduğu çerçeveler içinde yaşamak zorunda kalmıştı.
Wilders, 2004 yılında bir radikal çevre ve ve hayvan hakları aktivisti tarafından Hollanda Medya Merkezi'nden çıkarken güpegündüz öldürülen akademisyen, sosyolog ve siyaset bilimcisi Pim Fortuyn tarafından kurulan Hollanda'nın ilk sağ popülist politik hareketinden geliyordu.
Fortuyn, parti kurmak yerine bir hareket örgütledi ve böylelikle siyasi partilerin maruz kaldığı her türlü hukuksal, etik yaptırımların dışında tuttu kendini. Zeki, çok kültürlü saygın bir akademisyenin "İslam g***zekalı bir dindir. Hukuksal olarak mümkün olsa Hollanda'ya tek bir Müslüman sokmam" demesi o yıllar Hollanda siyaset kültüründe büyük bir etki yaratmıştı.
Pim Fortuyn, "Çoğunluk benim gibi düşünüyor ama cesaret edemiyor bunu söylemeye", "Tabuları yıkmamız gerek" diyerek Hollanda'da o güne kadar var olan siyasal tartışma ahlakını derinden sarsmıştı. "Çok kültürlü ve hoşgörülü bir toplumuz" diye övünen sosyal demokrat siyasetin entegrasyon politikalarını çok sert dille eleştirmişti.
Irkçılık damgası yemekten korktukları için azınlıklar ve Müslümanlar hakkındaki düşüncelerini açıkça ifade edemeyen sağcı veya solcu her çevreden insan, Pim Fortuyn tarafından başlatılan bu yeni siyasi iklimde özgürlüklerine kavuşmuştu sanki.
Bu popülist siyaset yapma tarzı toplumun kutuplaşmasının ilk adımları oldu. Fortuyn öldükten sonra yeni bir parti kuran yoldaşı Geert Wilders onun yolundan gitti ve sık sık hem Hollanda'da hem uluslararası arenada islam dinine düşmanca saldırdı ve ciddi ölüm tehditlerine maruz kaldı.
Meclis kürsüsünde yaptığı konuşmalarında eline aldığı Kuran'ı havada sallayarak "Bunu yakmak ve yırtmak gerek" dedi ama yapamadı.
Kuran yakma eylemleri, tehditler ve sosyal medya
Kuran yakma eylemleri, ABD'de "11 Eylül" saldırısı sonrası başlamıştı ve dünya genelinde gizli bir sempati buluyordu bu tür protestolar.
2004 yılında senaryosunu Somalili milletvekili Ayaan Hirschi Ali'nin yazdığı İslam dininin kadınlara yaklaşımını eleştiren 11 dakikalık "Submission" adlı filmin yönetmeni Theo van Gogh Amsterdam'da sokak ortasında öldürüldü. Geleneksel Fas kıyafetli saldırgan, yönetmene üç el ateş edip, defalarca bıçakladı.
29 Ağustos 2004 tarihinde yayınlanan film, İslam dünyasında tepki doğurmuştu.
Şimdi çok daha fazla politikacıyı etkiliyor tehditler. Tehditler artık sadece İslamcı cihatçılardan gelmiyor. Bunun nedeni, Hollanda devletinin bu grupları çok dikkatle izliyor olması.
Artık toplumun kutuplaşmasının en hissedilir alanı sosyal medya. Pek çok politikacı giderek artan sayıda tehdit mailleri alıyor. Tehditler açıkça, hiç çekinmeden Instagram ve Twitter üzerinden sürdürülüyor.
Geçtiğimiz yıl 'kızgın bir vatandaş' Maliye Bakanı Sigrid Kaag'ın evinin önünde elinde kocaman bir meşale ile dururken yakalandı. Evini yakmakla tehdit ediyordu bakanı saldırgan. Yargılandı, 6 ay hapis cezasına çarptırıldı.
Geçen yıl, politikacılar polisin 'Tehdit Altındaki Politikacılar' ekibine önceki yıllara göre çok daha sık (bin 72 kez) tehdit bildirdiler. Kraliyet Polisi diye bilinen güvenlik kurumu, bakanları korumak için yeni bir birim kurdu.
2022'de Lahey'de siyasetçilerin yaşadığı gerçek
Politikacılar ne zaman aralarında konuşsalar aldıkları tehditler ve güvenlik sorunları gündemlerinde oluyor. Kutuplaşmayla ilgili artan endişelerde politikacıların kendileri de önemli bir rol oynuyor.
Vatandaşlar sadece Lahey'in sorunları çözememesinden değil, aynı zamanda siyasi tartışmalardaki "düşmanlık ve nefretten" de endişe duyuyor. Birbirlerine söz vermeyen, saygı göstermeyen, sadece kendi yandaşlarına hitap eden siyasetçilerden rahatsız oluyorlar.
Yabancı düşmanı partilerin milletvekilleri 'yabancı kökenli' vekillere etnisite veya inanç farklılığı üzerinden ırkçılığa varan sataşmalar yapıyor.
Elbette şiddetle kınanıyor bu tür sözlü saldırılar meclis içinde ve dışında ancak sık sık tekrarlanması giderek kanıksanıyor hatta bir parça da alışkanlığa dönüşüyor.
Yanlış anlaşılmasın; bizim Ankara'da gördüğümüz fiziki şiddet içeren kavgalar yaşanmıyor. O kadar da kötü değil burda işler ama halkın politikaya ve politikacılara olan güveni son yıllarda büyük bir hızla geriledi.
Hollanda Sosyal ve Kültürel Planlama Dairesi'nin 2022'de yaptığı araştırmaya göre vatandaşların yarısı politikaya ve politikacılara güvenmiyor.
Geçtiğimiz baharda Hollanda İstihbarat teşkilatı AIVD yıllık raporunda hükümet karşıtı protestoların bazılarının radikalleştiğini işaret etti.
Ulusal Güvenlik ve Terörle Mücadele Koordinatörü (NCTV) ise geçen yıl yayınladığı raporda, Hollanda'daki 'terör tehdidinin' doğasının değişmekte olduğuna işaret ediyor ve "radikal ve hükümet karşıtı düşüncenin zaten yaygın olduğu gruplar içindeki komplo teorilerine olan inanç, aşırılık yanlısı ve hatta terörist eylemlere yol açabilir" diyordu.
Geçen yıl Lahey'deki siyasetçilerin de yaşadığı gerçek işte buydu.
Kutuplaşma
Bu acımasızca tehditkar hale gelen atmosfer, kısmen kutuplaşma ile açıklanıyor uzmanlar tarafından.
Sosyal ve Kültürel Planlama Dairesi (SCP) araştırmasında Hollandalıların dörtte üçünün sosyal konularda fikir ayrılıklarının arttığını belirtiyor. Ayrıca, Hollanda demokrasisinin işleyişinden de memnuniyet azalıyor. Bu düşüş diğer Avrupa Birliği (AB) ülkelerine göre daha güçlü.
SCP araştırmacısı Emily Miltenburg, "Hollandalılar kaygılı ve karamsar oldu, vatandaşların neredeyse yarısı, Hollanda'nın yanlış yöne gittiğini söylüyor. Hollandalılar, hükümetin zamanımızın büyük sorunlarını çözemediğine veya çözmeye isteksiz olduğuna inanıyor" diyor.
Şimdi şu küçücük ve oldukça zengin bir ülkede - üstelik köklü demokrasi geleneği de var - bu anlattıkların nasıl mümkün diyebilirsiniz. Nasıl olur da halk siyasetçilerinden memnun değil veya siyasetçiler neden yönetemiyor?
"Zenginin malı züğürdün çenesi" derler ya, biraz çenemizi yorarak Hollanda'nın, yani Batı demokrasisinin güncel sıkıntılarına bakalım.
Nasıl gelindi bu güvensiz ve kaygılı yıllara?
Güvensizliğin nedeni ne?
COVID-19 pandemisi döneminde hükümetin izlediği politikaya yönelik artan eleştiriler güven sorunu yaratan nedenlerin başında yer alıyordu.
Aşı karşıtları arasında hükümetin her türlü sınırlama girişimi şiddetle protesto edilirken bir yandan da komplo teorileri savunanlar çoğalmaya başladı. Şu anda bile kalıcı bir hareket olarak hala varlıklarını sürdürüyorlar.
Önemli bir kesim hala pandemi politikasını eleştiriyor, ancak bu grup Mart 2021'deki ölçüme kıyasla küçüldü.
Daha sonra, Mart 2022'de yapılan genel seçimler sonrası şu an hükümette olan koalisyonun kurulmasının normalden çok uzun sürmesi sonucu oluşan hükümet krizi güvendeki düşüşün diğer önemli nedeniydi.
Sağ partilerin zaferiyle sonuçlanan seçimler sonrası özellikle sağ popülist yabancı düşmanı PVV'nin sosyal demokratların ve Yeşiller'in önüne geçerek üçüncü büyük parti olması koalisyon görüşmelerinde verilecek tavizler konusunda çok ciddi sorunlar yarattı. Tam 299 gün konuştular, tartıştılar ve sonra yeni koalisyon hükümeti kurulabildi.
Hollanda halkı bu kişilerin aylardır anlaşamamasını yetersizsizlik ve yeteneksizlik olarak eleştirdi. Güven de saygı da sarsıldı.
Bir başka siyasal ve toplumsal kriz...
Son dönemin bir başka siyasal ve toplumsal krize dönüşen skandalı: Hollanda Vergi Dairesi'nin uzun yıllar ailelere çocukların kreş veya bakıcı masrafları için verilen ödenekler ile ilgili yaptığı kontrol çalışmalarında nasıl bilinçli bir ırkçı uygulama yapıldığının belgelenmesi.
Öyle ki; vergi dairesi yüzlerce 'yabancı kökenli' anneye "Siz bizden haksız ödenek aldınız, şimdi borçlarınızı faiziyle ödeyeceksiniz" diyor ve on binlerce Euro'ya varan borçlarla karşı karşıya kalıyor insanlar.
Anneler çaresiz ve uzun yıllar süren hukuksal bir mücadele içine girdi. "Suçlamalar o kadar ağırdı ki, psikolojik işkence gördük" diyor bu durumla karşı karşıya kalanların hepsi. İşlerini, gelirlerini kaybediyorlar. Hukuksal mücadele aylarca, yıllarca sürüyor.
Geçim sıkıntısı, hacizler sonucu çocuklarına bakamaz duruma geldiği iddia edilen annelerin çocuklarına devletin el koyması ise son can alıcı darbe oluyor aileler için.
Uzun süren araştırmalar sonucu Vergi Dairesi'nin sistematik bilinçli bir ırkçı uygulama yaptığı anlaşıldı. Vergi Dairesi, ödenek verdikleri insanların isim ve soyadlarından yabancı kökenlileri özel olarak seçiyor ve bu insanları "Verdiğimiz ödeneği çocuk bakıcısı için harcamadınız, gösterdiğiniz belgeler inandırıcı değil" diye suçluyor.
Neyse ki işler ne kadar kötü giderse gitsin Hollanda hâlâ bir hukuk devleti. Hukuk sistemi devreye girdi ve yıllar sonra adalete kavuştu anneler. Suçlular bulundu, bazı özürler dilendi. Ancak, bu konu ülkenin politik gündemini nerdeyse 2 yıl meşgul etti. İzleri hala sürüyor.
Hollanda'da ırkçılık ilk defa belgeleriyle ortaya çıkarıldı ve politika tarafından tanındı. Daha önceleri devlet kurumlarındaki ırkçılık tekil olaylar olarak ele alınıyor, resmen tanınmıyordu.
'Yabancı kökenli' Hollandalıların politikaya, hatta daha da ötesi devlet kurumlarına olan güveni çok yara aldı, nerdeyse komaya girdi. Toplumda kutuplaşma iyice hissedilir oldu.
Bir başka örnek...
Yine bir başka örnek... Hollanda hükümeti hayvancılık yapan şirketlere arazi sınırlandırması getirmek isteyince hayvancılık yapan çitçiler hükümete karşı aylarca radikal protesto eylemleri düzenledi.
Hayvancılık sektöründe hem teknolojik olarak hem de üretim kapasitesiyle dünyaca ünlü olan Hollandalı çiftçiler, hayvanların ürettiği tezekler ile baş edemiyorlardı. Tezekler aşırı nitrojen barındırıyor. Nitrojen ise hava ile yani oksijen ile temas edince insan sağlığına zararlı bir hale geliyor. Havada oluşan bu zehir sadece insanlara değil doğal yeşil alanlara da zarar veriyor.
İşte hükümet bu yüzden hayvancılık yapılan alanları küçültmek istiyordu. Bu da pek çok şirketin küçülmesi veya yok edimesine neden olacaktı.
Kızgın çiftçiler yüzlerce traktör ve iş arabasıyla Lahey'e, meclisin önüne geldiler. Yollar işgal edildi, trafik ve hayat durdu. Güvenlik güçleri ile çatıştı çiftçiler. Bu süreçte birçok bakan ölüm tehdidi aldı.
Hollanda'da da hayat pahalılığı krizi
Tabii ki Hollanda da son iki yıldır tarihinde daha önce görülmemiş yüksek bir enflasyon yaşanması ve bunun sonucu baş gösteren hayat pahalılığı ve geçim sıkıntısı insanların şikayetlerini en üst düzeye çıkaran konuların başında geliyor.
Buna bu kış yaşanan doğalgaz krizini de eklersek durum daha da vahimleşiyor. Rusya-Ukrayna savaşının yarattığı doğal gaz krizi tüm dünyayı etkiledi kuşkusuz. Avrupa ülkelerinin çoğunda enerji şirketleri özelleştirildiği için hızla artan fiyatlara hükümet müdahale edemedi.
Geçen sene bu aylarda, yani soğuk geçen kış aylarında 150 ile 200 Euro arası gelen faturalarım bu sene 500-600 Euro arasına yükseldi.
Almanya'da hükümet halka mali destek veriyor. Hollanda tüm cimriliği ile zengin fakir ayırmadan her eve 90 Euro yardımda bulundu. Halk, "Bizimle alay ediyor bunlar" diye çok öfkelendi.
Hükümet hazırladığı kamu spotlarıyla bizlere sesleniyor. Eğer evimizdeki ısıtma sistemlerini gündüz 19.5 derece, yatarken ise 15 dereceye ayarlarsak yeterince tasarruf edebilirmişiz. Bu kış, Noel öncesi, eski ve yeterince izole edilmemiş evlerde yalnız yaşayan, hareket kabiliyetini kaybetmiş onlarca yaşlı evlerinde ölü bulundu. Ölüm nedeni aşırı soğukta iflas eden organlar...
Büyük kentlerde yaşanan konut sıkıntısını da eklemem gerek sorunlar listeme. Artan satılık ve kiralık ev fiyatları yüzünden evsiz kalan gençlerin sayısı aşırı bir artış gösteriyor son 10 yılda ve hükümet aldığı ufak tefek önlemlerle konut pazarına söz geçiremiyor.
'Kelebek etkisi' ve kutuplaşma
Sanırım halkın hükümetin izlediği siyasetten memnun olmamasının başlıca nedenlerini yeterince anlatabildim.
Türkiye'de bir Avrupa ülkesinin ekonomik ve politik sorunlarını konuşmam genelde abes karşılanıyor. Hatta geçim sıkıntısından bahsetmem nerdeyse çok yakışıksız kaçıyor.
Ama ne yapalım ki dünyanın bir yerinde işler iyi gitmiyorsa en uzak köşesinde bile etkisi çıkar ortaya. "Kelebek etkisi" işte, bilirsiniz.
"ABD öksürürse biz zatürre oluruz" dediğimiz bir benzetme global dünyamızda neoliberal sistemde çok daha gerçekçi bir anlam kazandı.
Siyaset bilimciler yıllardır "duygusal kutuplaşma" dedikleri şey hakkında endişe verici yazılar yazıyorlar. Bu, birbirimizin fikirlerini reddetmekle ilgili değil, daha çok birbirimizin varlığının, birbirinin kimliğinin reddiyle ilgili.
Siyaset bilimci Eelco Harteveld, bunun neye yol açtığını bir siyasi termometre ile gösterdi. Vatandaşların kabaca üç siyasi bloğa ayrılabileceğini yazıyor Harteveld. Merkez sol, merkez sağ ve radikal sağ.
İlk iki blok birbirlerine karşı çoğunlukla hoşgörülü olmakla birlikte, radikal sağa karşı çok olumsuz görüşlere sahipler. Ve tam tersi, radikal sağcı vatandaşlar diğer vatandaşlar hakkında çok olumsuz düşünüyor.
Vatandaşlar siyasette ve toplumdaki kutuplaşma konusunda çok endişeli olsa da, Hollanda'da günlük yaşamlarında genellikle daha az rol oynuyor bu sorun. SCP, "genelde günlük yaşamda siyasi-kültürel kutuplaşma belirtileri olmadığını" yazıyor.
Vatandaşlar farklı düşünen insanlara biraz daha olumsuz bakmaya başlasa da pek çok konuda "aşırıya giden bir hareket" görülmüyor.
'Konumlandırma baskısı'
Araştırmacı Emily Miltenburg, insanların genellikle her şey hakkında güçlü bir fikre sahip olmaları gerektiğini söylediklerini yazıyor, buna "konumlandırma baskısı" diyor.
Pandemi, tarım ve hayvancılık veya Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin hakkında, yani 'her yeni aktüel konuda net bir görüşüm olmalı.'
Çoğu zaman zaman insanlar kendilerini farklı görüşlerin çatışması sonucu doğacak gerginlikten korumak için siyaset yapmaktan uzak duruyorlar.
"Politikacılar ve medya tarafından her şey hızla kutuplaşma olarak adlandırılıyor. Taraftarlar ve muhalifler arasındaki tartışmayı her zaman kutuplaşmayla karıştırmamalıyız" diyor Miltenburg.
Hollanda'da daha sokağa inmemiş kutuplaşma bizde hem siyasette hem sokak da çok derin ve keskin yaşanıyor. Sosyal çatışmalarda hatta sokak şiddetinde kendini gösteriyor.
İki kutupluluk "başörtüsü özgürlüğü" tartışmalarının başladığı yıllarda laikler ve laik olmayanlar olarak ikiye bölünmemizle başladı bana göre.
Kopya edilen popülist siyaset ve CHP
Kutuplaşma gerçekten çok riskli kuşkusuz ve hala bu risk içinde çalkalanıyoruz. Yalnızca Türkiye'de veya Hollanda'da değil, dünya genelinde yükselen sağ popülist siyaset kutuplaşmanın başlıca sorumlusu.
Sol ve sosyal demokratlar ise "Halk bunların dilinden anlıyor" diyerek siyaset yapma kültürlerini değiştirmeye başladılar. Popülist siyaseti kopya etmeye başladılar. Ama kaybettiler. Öyleki Hollanda'da bir zamanların en büyük sosyal demokrat partisi olan İşçi partisi PvdA,son seçimlerde zorla 9 milletvekili çıkarabilirken sağcı popülist parti PVV 16 milletvekiline ulaştı.
Aynı nedenler bizde de Cumhuriyet Halk Partisi'ne (CHP) aynı hezimeti yaşattı. "Başörtüsüne özgürlük" hareketi çığ gibi büyüyüp siyasi İslam'ın bu mağduriyet üzerinden zafer kazandığını gören laiklerin partisi CHP, geçmişteki hatasını anladı ama bence yanlış anladı.
O zaman ben de "çarşaf açılımı" yapıyorum diyerek kara çarşaflı kadınları partisine üye yaparken kameralara poz verdi CHP eski lideri Deniz Baykal. Bu açıkgözlülük sizi kısa bir süre medyatik yapar ama siyasette saygın ve ilkeli bir duruş değildir ve seçmende inandırıcı ve kalıcı bir etki yaratmaz.
Toplumun kutuplaşmış olduğu fikri, algılanan düşmanlığı körüklerken bu yanlış kutuplaşmanın demokrasimiz için sonuçları hiç de iyi olmuyor.
'Erdoğan tarzı' konuşma ve siyaset yapma
Bu yazımı dünyayı sarıp sarmalayan sağ popülist siyasetin güçlenmesinin evrensel demokratik devlet geleneğinin temellerine vurulan en ağır darbe olduğunu iyi anlamız gerektiğini düşünerek kaleme aldım.
Son 20 yıldır ülkede "Erdoğan tarzı" bir konuşma ve siyaset yapma neredeyse tüm politikacıları etkiledi ve değiştirdi.
Ülkede iki karşıt kutup var. Cumhur ittifakı ve Millet ittifakı. Bu iki gruba mensup politikacılar diyalog kuramadığı gibi birbirlerine tahammül edemiyorlar. Her gün halkın gözü önünde saygısız bir dille, çirkin kişisel suçlamalarla kavga ediyorlar.
Bu gerginlik ve huzursuzluk sokağa da yansıyor, sosyal ve toplumsal yaşamı etkiliyor, hatta oturma odalarımıza kadar sızıyor. Bir aile yemeği bile zıt fikirlerin çatıştığı kavgalarla bitebiliyor. Yani, siyasal popülizmin günlük sosyal ilişkilerdeki negatif etkisi bizde, Hollanda'da olduğu gibi hafifçe değil, bayağı şiddetli ortaya çıkıyor.
Muhalefet, sık sık seçimler öncesi ortamı gerginleştirmede uzman olduğunu çok iyi bildiği iktidar partisinin oyununa geliyor.
Yalana dayalı bir siyasetin karşısında bir zamanlar elinde dosya dosya yolsuzluk belgeleriyle dolaşan ve konuşan bir siyasetçi olarak tanıdığımız eski Kemal Kılıçdaroğlu'nu özlüyoruz. Biri ona "Bay Kemal" diye hitap ediyor, alay ederek o da onu "Kemal geliyor" diye yanıtlıyor.
Bu mu siyaset yapmanın kalitesi ülkemizde?
Popülizm bir bataklık gibi herkesi içine çekebiliyor. Popülizm demokrasinin temellerini yıkabilecek dinamit gibi bir tehlike. Halk arasında kısa bir süre etkili olur, çoğunluğu etkiler, sempati kazanırsınız. Azınlıkla işiniz olmaz.
Ama unutmayın ülke uçurumun kenarına geldiğinde ise bu minicik azınlığa muhtaç olursunuz. (SM/SD)