Hemen her Ankaralı'nın bildiği bir caddedir Tunalı Hilmi, bitiminde yer alan Kuğulu Park’a yaklaştıkça şenlenir... Eski Ankara’nın medarı iftiharı eğlence sokağıydı, hala namıyla yerinde durur ya, Kuğulu’ya bakan balıkçı Niyazi bile yeni Ankara’ya bir şubeyle taşınmıştır.
Durup dururken hatırlamadım tabii, üzerinde vaktiyle sızdığımdan da aklıma düşmedi. Bayram gelmeden bambaşka bir nedenle çoğalan bayraklar içinde yürüyordum caddede, bayraklar birkaç gün sonra Cumhuriyet Bayramı olduğunu hatırlattı. Cumhuriyet Bayramı da Tunalı Hilmi Bey’i. Kendi kendime, Cumhuriyet’in üzerinde yürüyorum diye düşündüm. Ama işte eskidi epeyce, eski Ankara’nın medar-ı iftiharı Tunalı Hilmi Caddesi gibi. Vaktiyle eski Ankara Ulus, yenisi Kızılay, en yenisi Tunalı Hilmi’ydi... Vaktiyle...
Tunalı Hilmi Bey...
Bir Ankaralı için, olsa olsa cadde ismidir; bir Türkiye’li için, işte tarihçi ya da ilgilisi değilse, hangi görüşte olduğunun pek önemi yok, en fazla, bir eski isim’dir. Bana sorarsanız, hani bayramı kutlanacak olan cumhuriyet var ya, işte Tunalı Hilmi Bey, o ‘Cumhuriyet’tir. 1871’de doğmuş, 1928’de ölmüştür. İkinci Meşrutiyet’te İttihat Terakki mebusluğu, (Türkiye) Büyük Millet Meclisi açıldığından itibaren de (Düzce) milletvekilliği yapmıştır.
Birlikte gazete çıkardığı Abdullah Cevdet kadar olmasa da, ilginç bir adamdır; eh Cevdet kadar abartmasa da Batıcıdır, hızla Batılaşalım ister, bütün ömrünü de buna vakfetmiştir. Ama fazlası da var, Batı Tunalı Hilmi Bey için bir siyasi, kültürel ve toplumsal program, o programın adı da, Cumhuriyet’tir.
En önemli eseri hazırladığı Anayasa olarak bilinir. Orijinal adı “Un projet d'organisation de la souverainete du peuple en Turqie” (Türkiye’de Halk Egemenliği – Bir Şart Bir Dilek) olan eser, Tarih ve Toplum Dergisi’nin Mart 1984 sayısında, “Tunalı Hilmi’nin Halk Hakimiyeti Risalesi ve Anayasa Tasarısı” adıyla yayınlanmıştır.
Mebusluğuna kadar, Osmanlı Hanedan’ına karşı ihtilalci, mebusluğundan sonra da inatçı bir “çağdaş uygarlık” taraftarıdır.
Cumhuriyet
Cumhuriyet, daha doğrusu bu topraklarda bayramı kutlanan cumhuriyet, çok basit bir nedenden Tunalı Hilmi Bey’dir. Devrim Kanunları diye bilinir ya, hepsinde izi vardır. Gerçi Gazi Mustafa Kemal’in Nutuk’una bakarsanız, 1921 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu, Gazi Mustafa Kemal ile İsmet Bey’in eseridir ama TBMM tutanaklarına göre, Tunalı Hilmi Bey de hazırlayan komisyonda vardır.
O basit neden bu değildir fakat, cumhuriyet diye bildiğimiz Anadolu’yu Türkleştirmek, Türk’leri de muasırlaştırmak diye özetlenebilecek siyasi programın, bir isimde bu kadar billurlaşabilmesidir, bu basit neden...
Yunan savaşı sürerken, Birinci BMM’de her mebus savaşın sonuçlarına odaklanmışken, Tunalı Hilmi çıkar, o savaşı kazanırız efendiler, der, ama bizim işimiz uygarlık savaşını kazanmaktır.
1923’te, daha Cumhuriyet ilan edilmeden Ocak ayı gizli oturumlarından birinde, 20 bin erkeğin yaşadığı yerler seçim bölgesi olarak kabul edilince, biraz da öfkeyle, kadınların seçme ve seçilme haklarının tanınmasını ister Tunalı Hilmi Bey, "seçme seçilme haklarını tanımıyorsunuz, bari nüfus sayımına alın, hiç değilse sayın" der.
Meclis’tekiler sıra kapaklarına vurup gürültü çıkarınca, bağırır: “Ayaklarınızı vurmayınız efendiler! Benim mukaddes analarımın, bacılarımın kafalarına vuruyorsunuz ayaklarınızı. (...) Hakikat’e tahammül edemeyen kulaklar!” Seçme ve seçilme hakkı, kadınlara öldüğü yıl tanınmıştır.
1921’de Kurtuluş Savaşı kahramanlarından Nezahat Onbaşı’ya -ki bir çocuktur daha- ilk İstiklal Madalyası’nın verilmesi Meclis’te teklif edildiğinde, "elbet verilsin, askere alınsın hatta paşa yapılsın," diyen de bu Hilmi Bey’dir, kadınlardan paşa mı olurmuş homurdanmalarına rağmen. Nezahat Onbaşı’nın, 84 yaşında öldüğünde hala madalyasını alamamış olması, ayrı bir Cumhuriyet gerçeğidir.
Birinci ve İkinci Meclis tutanaklarını okurken, söz alsa da konuşsa diye beklediğiniz adam da Tunalı Hilmi Bey’dir hani, itiraf edeyim.
Türkiye
Fransızca yazdığı Anayasa tasarısı, 1904 tarihlidir. “Türkiye” adını kullanır. O zamanlar, Türk’ler, diğerleri gibi Osmanlı Devleti’ne bağlı unsurlardandır. İttihat Terakki’nin bile programında, “Türk ulus devleti” yani “Türkiye Cumhuriyeti” yoktur. Nutuk’a göre, Cumhuriyet idealini, Gazi Mustafa Kemal “ulusal bir sır” gibi saklamıştır ya hani, Tunalı Hilmi Bey, işte 1904’te yazmıştır.
Jön Türkler diye bilinir ya, onlardandır Hilmi Bey, Türkçülük hareketinin önde gelenlerinden. Türkiye de, bu hareketin nihai eseri: Bu eserin başkentinin vaktiyle en yeni caddesine adının verilmesi, tesadüf değilse eğer, çok anlaşılırdır. Ve bize, en azından, Cumhuriyet’in, Turan idealine düşen kadrolarının hilafına, Anadolu’da Türkiye kurmak isteyen İttihat ve Terakki kadrolarının siyasi tercihi olduğunu unutturmaz.
Meseleye Batı tipi bir sınıf ilişkileri dinamiğinden bakıldığında anlaşılamayacak olan Meşrutiyet’ten Cumhuriyet’e geçişin aslında hiç de zor olmamasının nedenlerine de dikili heykeli tanıklık eder.
Türkiye Cumhuriyeti
Tunalı Hilmi Caddesi, yürümeye ta başından başlasanız bile, o kadar uzun değildir. Sanırım bende günün Ankara’sında eskiyen o caddenin sonuna geldim ve başka bir hakikat’in de başına, elçilikler sokağına: Türkiye Cumhuriyeti, Türk modernleşmesinin siyasi organizasyonudur.
Gerçi, başına geldiğimiz hakikat, “Tunalı Hilmi Bey, Cumhuriyet’tir” önermesinde de ışıldar ama şimdi biraz sıkıcı cümlelerle de olsa, dosdoğru söylemek gerekir:
“Türk modernleşmesi, modern/kapitalist ilişkilerin ve siyasal kurumların açığa çıkması sonucu, hem bir siyasal özgürleşmeye hem de bu aynı kurumların disipline edici nitelikleri gereği siyasal bir cezalandırmaya tekabül eder. Modernleşme, toplumsal bağlamı içinde de aynı sonucu verir; bir yanda kısmi bir özgürleşme diğer yanda kapitalist ilişkilerin ve modern kurumların disipline edici sonuçları vardır.
"Türk modernleşmesinde din ve etnisite sosyo-kültürel bir disiplin altına alınırken, genel olarak emekçiler, iktisadi ve siyasi bir disiplin altına alınmışlardır. Özellikle ikincilerin (emekçilerin) siyasal yaşama katılımı, çok uzun bir süre, hukuken de sınırlanarak, devletin açık baskısı eşliğinde engellenmiştir. Modernleşme sürecinin bugününde din ‘devlet dini’ olarak, etnisiteler de çelişik şekilde -Fransız usulü vatandaşlık modeline özenerek ancak Alman usulünce hukuken kan bağına dayandırılarak, özetle Anadolu’da yaşayan tüm Müslümanlar Türk sayılarak- ‘Türklük’le sınırlandırılmıştır.
"Din ile ilgili görüngü genel olarak ‘modernleşme’ sürecine aykırı iken -zira, modernleşme, devlet dini değil, toplumsal sekülarizasyon öngörmektedir-; Türklük, tamamen modern bir inşadır.”(*)
Cennetimiz ve Cehennemimiz
Tunalı Hilmi Bey, ilginç bir adamdı, modernleşmeden falan haberdar olduğu söylenemez, sosyalizmi duymuş olsa da, diğer Jön Türk’ler gibi bize yakıştırmadığı kesin. Türklerin hakim olmasını istiyordu, Türk kadınının özgür olmasını. Hatta, savaş yıllarında, Meclis’e Zonguldaklı madencilerin sorunlarını taşımış ve savaştan sonra da, hala da uygulandığını sandığım, maden işçilerine giyecek yardımı da öngören, maden işçilerinin çalışma koşullarının iyileştirilmesine dair bir yasa tasarısı hazırlayarak yasalaşmasını sağlamıştı.
Ulus-devlet, cumhuriyet, onun için Türklerin özgürleşmesiydi. Eh, hanedandan özgürleştiler. Ama hiç istemese de “paşa da olsunlar” dediği kadınlar, işçiler ve başka dil konuşan halklar, ulus-devlet emperyalist kapitalizmin hizmetinde bir aygıt olarak gelişip serpildikçe, boyunduruk altına alındılar.
Tunalı Hilmi Bey, Ermeni Tehciri’ne de olur vermişti muhtemelen, Kürt-İslam İsyanlarının bastırılmasına da. Mübadelede İstanbul matbuatı muhacirlerin sorunlarını yazınca pek oralı olduğuna dair kayda rastlamadım, Karaman Türk’lerinin Hristiyan diye Yunanistan’a gönderilmesine de aldırmamıştı muhtemelen, Rumların gitmesine belki de sevinmiştir. Bilmiyorum.
Tunalı Hilmi Bey, bir anayasa tasarısı yazmıştı; adını verdikleri caddeyi eskiten yeni Ankara’da bir başka anayasa tasarısı dolanıyor; bir Cumhuriyet Bayramı daha geliyor, zenginler ve seçkinler rejimi tartışırken, yoksul evlerinin pencerelerindeki teneke saksılı çiçekler bayraklarla örtülüyor.
Emekçiler ve bütün bir halk, ama Türk ya da Kürt, Laz değil, bu yurtluğun halkı kendi yazgısını, kendi anayasasını yazmadıkça, Tunalı Hilmi Caddesi belki daha da eskiyecek, ben, yeni Ankara’nın hızlıca eskimeye başlamış başka bir sokağında yürürken, aynı şeyleri, geçmişimizi ve geleceğimizi, cehennemimizi ve cennetimizi düşüneceğim.
Bildiğim, benim tüm bu olanları geçmişte bırakarak, ulus-devletin hapishaneye çevirdiği, milliyetçi hezeyanların kana boyadığı bir ülkede değil özgür ve eşit bir yurtlukta yaşamak istediğim. Ve ancak o zaman, benim gibi milyonlarcasına -hangi dinden ya da milliyetten olursa olsun- yurtluk eden bu topraklarda, kanlı geçmiş ve kanlı bugün, bir ayak bağı olmaktan çıkabilecek ve ancak o zaman, sadece kendi ateşimizde yanıp, belki de gene Tunalı Hilmi Caddesinde ama özgürce sızabileceğiz. (SE/NZ)
_______________________________________________* Bkz. Mustafa Bayram Mısır, Meşrutiyet’ten Cumhuriyet’e Prusya Tipi Geçiş