Cumhuriyet Halk Partisi'nin 33. Kurultayını, en azından birkaç saat, izledim. Hatta elimde bir "konuk kartı" bile var artık, hikâyesini anlatmayacağım. Zira gereksiz olduğunu Kurultay'a varınca anlamıştım: Ne de olsa seçimin çoktan yapıldığını Ertuğrul Özkök ilan etmişti ve seçimi yaptığı varsayılan halktan insanlar için artık konuk kartlarına gerek yoktu.
Baykal tarzına alışkın yönetim, AKP tarzı "gelen gelsin katılsın, büyük bir gösteri olsun, zaten seçim mi var" kurultayı düzenlemeyi beceremedi. Medyamızın muhteremleri cüzdanlarını kaptırdılar, yerlerini beğenmediler, kalabalığı alkışlayacaklardı ama "spa"sı var diye tercih ettikleri otellerin rahatlığı zincirinden boşanmış AKP karşıtı kitlelerin yarattığı izdiham içinde boğulunca öfkelendiler; "bunlar mı yönetecek" diye hayıflandılar...
İlk gözlemim şu: Evet, bu kurultaya gelenler genç değildiler, evet, rejime dair beklentileri fazlasıyla yüksekti, Kılıçdaroğlu'nu gerçekten devrimci olduğu için değil, içten içe "Recep Bey" karşısına "rejimin" konuşlandırdığı yeni adam olduğu için destekliyorlardı. Ama ben tamamen kani oldum ki, bu "kalabalık" -teşbihte hata olmaz- Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) Kongresindeki gibi, bu ülkede bir özyönetim olacaksa onu inşa edebilecek bir emekçi ve ezilen kalabalığıydı. İlk fırsatta, "Devrimci Kemal" diye bağırdıklarında, yanılmadığımı anladım ve elbette bir kez daha yine bir "Kemal"le yanılmaya bu kadar hevesli olmalarına üzüldüm.
Şu video tezgahı...
Merak edip "içeriği ne diye" aramadım bile. İğrençti. Hiç ilgilenmedim, yanlış anlaşılmasın, kimseye ahlak dersi veriyor değilim. Bir, genel geçer ahlaka itibar etmem; iki, oldukça görecedir, o kadar ki, felsefi bakımdan gereksiz olduğu bile söylenebilir. Sonuçta ben o görüntüleri hiç ama hiç merak etmedim. Edebi ve estetik bir sunuşa konu olmadıkça başkalarının sevişmeleriyle başka insanların ilgilenmemesi daha makuldür.
Kaldı ki, Baykal'ın siyasetteki tutumunun -postmodern düşünür Baudrillard'ın kullandığı anlamda- fazlasıyla "pornografik" olduğunu anlamak için videoya ihtiyaç mı vardı? "Ergenekon'un avukatıyım" dediğini unutmuş değildim! Ağzına son yıllarda bir kez "emek" sözcüğünü mü almıştı. Kürt sorunuyla ilgisi, korumalığını yapan bir Kürt kökenliyi MYK üyesi yapmaktan ibaretti. Bu, Baykal'dı ve kadınlarla ilişkisi kendi sorunuydu. Ayrıca hakikaten Baykal'dan daha fazla mağdur edilen bir kadın söz konusuydu.
Bunun, Ecevit sonrasında tek parti dönemi CHP'sini diriltmeye çalışmanın kendisinin siyaseten pornografik oluşunun farkına varmayanların, Baykal'a video tezgahını siyasi bir fırsata çevirmeye çalışmaları, başka konu. Ama adı geçen siyaseten pornografik bir karakter bile olsa, kime yapıldığından bağımsız olarak tezgah iğrençti...
Kaos ve makul siyasi sonuçlar...
Kılıçdaroğlu'nun konuşmasının bazı bölümlerine katıldım. İşçi, emekçi ve ezilenlerin hep dile getirmeye çalıştığımız bazı somut sorunlarından yola çıkmıştı. Güzel de, konuşma toplamda, iktidara koşacağını söyleyen siyasi bir figürün değil sendika başkanı olmayı gözüne kestirmiş "az okumuş bir işçi"nin "soruları"ndan ibaretti. Salt popülistti.
Bu kadarı bile iktidarı ve dalkavuklarını ürküttü, eski solcu TBMM İnsan Hakları Komisyonu Başkanı Zafer Üskül bunca ayıptan sonra Cumartesi Anneleri eylemine katılmak zorunda kaldı -neden başında yumurta kırmadılar ki?-, Zaman Gazetesi manşetten işsizliği çözecek projeleri duyurmaya başladı. Taraf ise Vakit'le beraber Kılıçdaroğlu'na karşı, genelde sosyalistlere ve Kürt Özgürlük Hareketi'ne gösterdiği artık ahlaken nitelemeye kavramların yetmediği tutumunu bir üst seviyeye sıçrattı.
Bir tezgâhın istenen sonuçlara ulaşamayışının, tersine kitlelerde tek parti iktidarına karşı direnişi tetikleyişinin, iktidar ve yalakalarının da bunu görerek yeniden konumlanmaya çalışmalarının görmek isteyenler için şu son haftada o kadar çok örneği var ki...
Alternatif Kılıçdaroğlu mu?
Bana göre hep kırılgan bir hegemonyaya dayanmış olan Türkiye kapitalizminde bu sadece sıradan bir yeni kaotik düzenleme. Bu kırılgan hegemonyaya dayanan kaotik sistem ya AKP'nin tek parti iktidarı ile kendi sonuna, AKP'yi de yiyerek varacak ya da başka bir alternatif şekillenecek.
Bu alternatifin Kılıçdaroğlu olmayacağı açık. O, sağa ve milliyetçi sola, gösterilmiş bir tehdit sadece. Ömrü de uzun değil gibi, ne sağ -Fehmi Koru örneğin- ne de milliyetçi sol -Cüneyt Arcayürek örneğin- bunu benimsedi. Fehmi Koru ve Cüneyt Arcayürek'in ortaklaştığı yegâne şey rejimdir- ikisi de aynı rejimin ürünü olduklarını iliklerine kadar hisseden muhafızlardır; ikisi de gelişmelerden rahatsız oldu.
"Devrimci Kemal"...
Kongre kitlesinin kendiliğinden bir şekilde attığı ve bu yüzden başat hale gelmese de Kılıçdaroğlu'na "evet, halkın devrimcisi olacağız" dedirten sloganı duymamış gibi yapmamalıyız. Bunun "Cumhuriyet Mitingleri"yle hiçbir ilgisi yoktu. O mitingleri de izledim. O mitinglerde topluluk, askerlerin devrimci çocuklarıyla ittifak edeceği iyimserliğine sahipti, "Devrimci Kemal" sloganı ise bunun tastamam tersiydi. Bakmayın Mustafa Balbay'a hürmet edilmesine, emin olun, bu kongrede bırakın generali, bir subay bile anons edilseydi kalabalık "Recep Bey"e lütfettiği "yuh"un çok daha fazlasını bu anonsa yöneltir ve muhtemelen, ciddi bir kargaşa doğardı.
Türkiye siyasetinde artık "asker" bir "kurucu" figür değildir. Ya "halkın devrimcisi olacaktır" ya da işte hep bildiğimiz gibi "zalim kalacak"tır. Bu sağcısı solcusu fark etmeden halkın algısıdır.
Dolayısı ile artık "askeri vesayete karşı mücadele" gündemi yeni bir çehre edinmiş görünüyor. CHP'nin 33. Kurultayı bunu tescil eder gibiydi. Baykal varken, her türlü aksine göstergenin ortadan kalktığına inanmamıza yetmediği askeri vesayet, artık, siyasi gündemin temel meselesi olmaktan düşmüştür. Kendini "sadece" askeri vesayete karşı konumlandırarak ilerici olabileceğini düşünen her kimse bundan sonra gaflet içindedir. 33. CHP Kurultayı askeri siyaset sahnesinden sürmeye katkı sunmanın ötesine geçerek, bana göre, elbette askeri vesayeti değil, ama bu söylemle siyaset yürütme kulvarını kapatmıştır.
Kılıçdaroğlu bir devrimci değil elbette, ama "Devrimci Kemal" sloganları sadece AKP'ye karşı değil, artık AKP'nin de kurucu ortağı olduğu yeni sermaye egemenliğine, askeri de onun parçası sayarak atılmıştır. Gördüm ve duydum, sordum ve tam olarak -"hain, terörist" gibi bir kaç hakaret sözcüğünü süzerek yazacağım- şu cevabı aldım: "Paşalar çocuklarımızdan kendilerine ücretsiz şoför yapmaktan başka bir şey bilmezler, bizim çocuklarımız ölüyor, onların hepsi ABD'nin AKP'nin hizmetkârı... İmralı'daki bile barışalım diyor, bunlar, operasyon yapacağız diye milyonlarca doları bir günde harcıyor."
Kılıçdaroğlu Kürt demedi ama "barışacağız" dedi. Not etmekte yarar var.
Sol...
Amma velâkin Kılıçdaroğlu maddeci tarih görüşünün kast ettiği anlamda "solcu" falan değildir, alternatif ise hiç değildir. Bildiğimiz düz, samimiyetini tartışamayacağımız bir sol Kemalist popülisttir. Haliyle sosyalistler arasında da sempati duyanlar oluyor. Ne yapalım, sol Kemalist babaların sosyalist çocuklarıdır sosyalist nüfusun ekseriyeti.
Ben mesela, yoksul bir Karadeniz köylüsünün, fakat tıpkısının aynısı bir Kılıçdaroğlu'nun oğluyum. Bir başka arkadaşım, Niğdeli görece daha iyi halli bir öğretmenin, bir başka Kılıçdaroğlu'nun oğlu. Bir başkası, Artvinli, yoksul ayaklarla liseye Erzurum'a yürüyen, sonra da orta halli bürokrat olan bir başka Kılıçdaroğlu'nun kızı...
Hakikaten zor bir dönemeç, Önder Sav, kendisini başka mevzilerde sıkıştırdığımız bir anda, bizi babalarımıza havale etti. Aramızdan Önder Sav'ı takdir edenler çıkacaktır. Bu takdiri abartacak, buna kanacak, evet diyecek, gerçekten iktidar olabiliriz diye düşünecek çokları olacaktır. Ne yalan söyleyeyim, sırf yaşlı babam iyi hissetsin diye, ben de muhtemelen en azından babamın yanında Önder Sav'a çok fazla yüklenmeyeceğim.
Gene de kendim dahil, Kemalist babaların sosyalist çocuklarına seslenmek isterim: Bizim yolumuz, devrim yolu, "engebelidir, dolambaçlıdır, sarptır", bir video-komplo ile genel başkanlığa taşınan sinik bir genel başkanın değiştirmediği ve değiştir(e)meyeceği açık olan CHP karşısında, üçüncü kutbu inşaya yönelecek bir BDP, onun da sosyalistlerle içinde yer aldığı Demokratik Birlik Hareketi, tüm bu engebeleri, dolambaçları ve sarp yokuşları aşmak için daha somut bir alternatiftir.
Hem de AKP'ye karşı, kurulan tek parti iktidarına karşı daha somut, gerçek bir alternatif. (SE/EK)