Kamuoyuna yansıyan birkaç "taze" veriyi paylaşmakta yarar var:
* Türkiye'de 11.5 milyon kişinin geliri 326 TL'den az...
* Toplam hane halkı serveti düşen 11 ülke arasında Türkiye de yer almaktadır. Üstelik servetin düşüş oranının en yüksek olduğu ülkeler arasında Türkiye 4. sırada.
* Credit Suisse tarafından yayınlanan Küresel Servet Raporu’na göre, 2000 yılında Türkiye nüfusunun en varlıklı yüzde 1’lik kesimi ülkedeki toplam servetin yüzde 38’ini alırken bu oran 2014 yılında yüzde 54’e çıkmış.
* Genel Sağlık Sigortası (GSS) kapsamında tahakkuk eden prim 7 milyar 300 milyon civarında iken bunun ancak 350 milyon TL’si tahsil edilebilmiş.
* Sağlık sistemi dışında kalan vatandaş olması sağlık hakkının kullanılamadığı anlamına geliyor.
* Vatandaş sağlığı için 10 çeşit katkı payı ödüyor.
* Vatandaşın cebinden sağlığa harcadığı para 2009 yılında 8.1 milyar TL iken 2013'te 13.2 olmuş, 2014'te ise 15 milyar TL olacağı tahmin ediliyor. (1)
Bu verilerin yanısıra bir-iki bilgiyi de hatırlatmakta yarar var:
Gelir tespitine göre hane halkı başına geliri mevcut asgari ücretin 1/3’nden az olanlar fakir olarak değerlendirilip bunların GSS primi devlet tarafından karşılanıyor. Bu durumda kişi başına hane halkı aylık geliri 297 TL altında olanlar prim ödemiyor. Bir diğer ifadeyle hane halkı geliri kişi başına 297 TL’yi aşanlar herhangi bir işte çalışmasalar dahi SGK’ya (Sosyal Güvenlik Kurumu) prim ödemek zorundalar.
Kişilerin gelirlerine göre ödemesi gereken prim 37 ile 226 TL arasında değişiyor. Yani 297 TL aylık geliri olan 37 TL prim ödemek zorunda.
* * *
Sağlık politikası gündemli sohbet ya da toplantılarda sıklıkla dile getirilirdi: Sağlık politikası her hükümetle her yeni Bakan'la değişmemeli! Biz de dilimiz döndüğünce aslında Türkiye'de çok uzun süredir değişen Hükümetlere/Sağlık Bakanlarına rağmen (pusulası Dünya Bankası/Dünya Ticaret Örgütü olanların) sağlık politikasının değişmediğini anlatmaya çalışırdık. Ne kadar inandırıcı, ikna edici oluyorduk ayrı ama 2002 sonundan bu yana hükümetteki siyasi parti de Bakan'da değişmedi, dolayısıyla bu soru azaldı. Bu kez de tutarsızlık eleştirisi yapılır oldu. Oysa dönem dönem çatışır gibi gözüken uygulamalar gerçekte varılmak istenen hedef açısından bir sapmayı temsil etmiyordu, etmedi de!
Lancet’de 2001 yılında yayınlanmış bir yazı Türkiye dahil dünya ölçeğinde dayatılan/benimsenen sağlık politikasını çok güzel tanımlıyordu:
"piyasa yönelimli uluslararası sağlık reform akımları…(ile) ... Dünya Bankası gibi kuruluşlar tarafından sağlık hizmeti üretenlerin özelleştirilmesi ve kamu kurumlarında kullanıcı ödentileri (user fees) aracılığıyla özel finansmanın arttırılması savunulmaktadır. Ayrıca kamu hizmetlerinin yabancı yatırımcılara ve piyasalara açılmasını hedefleyen ticari eğilimler, Dünya Ticaret Örgütü tarafından artan şekilde desteklenmektedir.
…Kamu hizmetlerini zayıflatacak bu tür girişimler ... orta ve düşük gelirli ülkelerin kırılgan sistemleri için daha acil tehditler oluşturmaktadır. Bu eğilimlerden ikisi; kamu hizmetleri için kullanıcı ödentilerinin alınması ve özel hizmetler için cepten harcamalardaki artış, eğer birlikte etki ederlerse, büyük bir yoksulluk tuzağı oluşturabilirler.
Bu politikaların etkileriyle ilgili ampirik çalışmaların sonuçları ciddi olumsuz sonuçlara işaret etmektedir. Kamu ve özel sağlık hizmetlerinde cepten harcamaların yükselişi aileleri yoksulluğa sürüklemekte ve zaten yoksul olanların yoksulluğunu artırmaktadır." (2)
Toparlayarak soralım: 11.5 milyon kişinin gelirinin 326 TL'nin altında olduğu ve hane halkı gelirinin en hızlı düştüğü 4. ülke olan Türkiye'de genel sağlık sigortası primlerinin tahsilinin 20'de birden bile daha az olduğu, 2009'dan bu yana cepten harcamaların neredeyse iki katına (8 milyardan 15 milyara) ulaştığı göz önüne alınırsa acaba tıbbi yoksulluk tuzağının neresindeyiz? (EB/HK)
(1) İSMMMO Türkiye'de Sağlık Stratejileri ve Harcamalar Raporu
(2) Özetlenerek ve kısaltılarak yararlanılan yazının orijinal çevirisi için bakınız: Toplum ve Hekim Temmuz-Ağustos 2003; cilt 18, sayı 4, sayfa 273-278