Babil filminde adam, karısına çişini yaptırırken çift öpüşmeye başlar. Böyle söyleyince pek anlaşılmıyor. Mikrop, bakteri, hijyen, dışkı desem o vakitte akla öpüşmek mi gelir dersiniz. Aşk işte, tutku işte, hijyen kuralı tanımıyor.
Truva filmini esaslı film yapan sahne Bradd Pitt'le (Achilles), Rose Byrne (Briseis) arasında geçer.
Bradd, esir düşürdükleri rahibe kıza âşık olur. Ona şunları söyler: "Sana bir sır vereyim. Tapınağınızda öğretilmeyen bir şey. Tanrılar bize imreniyor. İmreniyorlar çünkü biz ölümlüyüz. Çünkü her an sonumuz gelebilir. Yok olmaya mahkum olduğumuz için her şey daha güzel. Asla şuan olduğundan daha güzel olmayacaksın. Bir daha asla burada bulunmayacağız." Ölümlü bedenin yaşam tutkusu, her güzel anın hakkını verme duygusu işte. Aşk işte, tutku işte, ölümlülüğün de icabına bakıyor.
Julı Zeh'in Metis Yayınevi'nden çıkan "Temize Havale" kitabını okuduğumda bu iki sevdiğim sahneyi hatırladım. Hiç insan sevdiğinin tükürüğünden, idrarından, bokundan iğrenir mi? İğrense de bir önemi var mı?
İnsan ölümlü olduğunu hatırlayınca, bilmem neresindeki tümör, kist önemsiz çıkınca, bir sevdiğinin ameliyatının güzel geçtiğini duyunca sonraki birkaç gün tüm bu yaşadıklarını unutana kadar hayata bir başka bakmaya başlamaz mı?
Anın üzerine basa basa yaşamaya çalışmaz mı?
Daha çılgın sevişmez mi?
Kırgın olduğu insanlara "oldu da bitti maşallah" demez mi?
Kahvaltı süresini uzatmaz mı?
Geçmişine bakıp kafaya taktığı küçük sorunlara kahkahayı patlatmaz mı?
"Temize Havale" romanı ve bu iki filmdeki o iki sahne işte bunları düşündürtüyor insana.
Romanda bahsedilen toplum dizaynına "yöntem" deniliyor. Biz buna "sistem ya da rejim" diyelim. Bu sistem sağlık ve temizlikle baskılıyor bireyleri.
Tahayyül edin:
Hijyen kontrolü altındasınız. Toksik atık kontrolünüz için tuvaletinize alıcılar yerleştirilmiş. Kondisyon bisikletinizin eksik durum göstergesi evinize baskın yapılmasına sebep olabilir. Uyku durumunuz takip altındadır. Moral durumunuza göre yaşayacağınız kalp ritim düzensizliği hoş karşılanmaz. Sistem, sıfır hissiyatı onaylamaktadır. Sağlıksız yiyeceklerle beslenme tercihiniz sorguya çekilme sebebiniz olabilir. Şehirler sınırlarla çevrilmiştir. "İnsan bölgeleri" denilen bölgeler dışına çıkmanız yasaktır.
Tükürüklerin buluştuğu öpüşme hijyen skandalıdır. Sevişmeler, beden teması ile gerçekleşmez. Atipik ve tipik olma arasında "Biz sizin iyiliğinizi istiyoruz" diyerek sizi tipik olmaya zorlayan bir sistem tarafından takip altındasınız. Herkesin genetik özellikleri devletin kayıtlarındadır. Sağlıklı ve "tertemiz" toplum ideali ile bedenler kontrol altındadır.
Kitaptaki Eskici karakteri sistemi şöyle tarifler:
"Geçmişin tüm sistemlerinin tersine, ne piyasaya ne de bir düne itaat ediyoruz. İfratlı, tefritli ideolojilere ihtiyacımız yok. Sistemimizi meşrulaştırmak için halkın egemenliğine bel bağlamış bağnaz inanca da ihtiyacımız yok. Doğrudan biyolojik yaşamın varoluşundan ortaya çıkan bir gerçeğe dayanarak salt akla boyun eğiyoruz. Zira her canlıda ortak bir özellik vardır. Her hayvanı, her bitkiyi özellikle de insanı farklı kılar, bireysel ve kolektif hayatta kalma arzusu..."
Hayatta kalma arzusundan paye alınarak sağlıklı olmaya odaklanmış toplumun bireyleri hastalık olarak gördükleri hemen her şeyi suç ve anormal kabul ederler. Sistemin muntazam işlemesi için sağlıklı olmaya adanmış hayatlara ihtiyaç vardır. Böyle bir toplumda nasıl bir muhalif hareket oluşur dersiniz? Zeh'in cevabı şöyle olmuş: H.O.H (Hasta Olma Hakkı) Örgütü.
Hikâyenin ana karakteri Mia da bu örgüte üye olmakla suçlanmaktadır.
Mia'nın sistem tarafından fark edilmesi sisteme olan güvenin sarsılması ile başlar. Kardeşi Moritz Holl'un adil bir şekilde yargılanıp yargılanmadığına dair şüphelere sahiptir. Kafası karışmıştır, günlük yapması gereken egzersizleri yapmaz. Sigara içer. İnsan bölgesinden dışarıya çıkar. Kardeşinin davasını "Bir insanın ardında bıraktığı veri izinin, milyonlarca bireysel bilgi içermesi ve bunlardan da rastgele bir mozaiğin yaratılması" şeklinde anlatır avukatına.
Yargılanma biçimi ve ortaya atılan iddialar trajikomik bir şekilde anlatılmış. Hiç yabancılık çekmediğimi söyleyebilirim. Suçu: Yöntemdüşmanı Entrikalar.
Türkiye mahkemelerinde ileri sürülen iddianamelerin bir değişik versiyonu gibi düşünülebilir. Her mesleğe her yaşa uygun binlerce kombinasyonlu iddianameler adeta sperm bankaları gibi yeni yeni suç unsurları dağıtmak üzere "teröristlerini" bekliyor. Hatta dört örgüte üye olmakla suçlanan Yusufcan Yıldırım, sorgusunda hangi örgüte üye olmakla suçlandığını sorunca "Seç işte birini" yanıtını alabilecek kadar suç seçme özgürlüğü de var.
Hal böyle olunca Mia'nın dediği gibi "Hukuk herkesin katılmak zorunda olduğu bir oyun" haline geliyor. Trajikomik mahkeme diyalogları da tarihe geçiyor.
Romanın en önemli iki karakteri Mia ve kardeşi Moritz.
Moritz tutkulu bir adam. Sık sık insan bölgesinden dışarıya çıkar. Balık tutar, kadınlarla sevişir. Kardeşi Mia'ya yöntemin (sistemin) anlamsızlığını, yanlışlarını anlatmaya çalışır. Steril hayata karşı ağaç evlerin güzelliğinden, bir başka insanın kokusunun mucizevi bir şey olmasından bahseder ki kitapta altını çizdiğim yerlerden birini sizlerle paylaşayım:
"Ağaç evi, insanın merdiveni yukarı çekmesi, kiraz yemekten karnının ağrıması, saçında kuş pisliği olması ve tüm bunlara rağmen aşağı inmek istememesidir."
Kısacası Moritz, Mia'nın yönteme olan sadakatini sorgular. Kafasını yıkar, paklar. Mis gibi yapar. Mia "iyi bir terörist" olur çıkar.
Mia işkence gördüğü sırada zaman geçirmek için Moritz'le olan anılarını düşünür:
"Bir kız kardeşin iyi yanı, demiştin bir keresinde bana, insanın ona inanmak zorunda olmaması. Beni, yani kardeşini tanrıdan, kendinden veya düşünüp yaptığın her şeyden ayıran buymuş. Zaten tanrı dışında hiç kimse, varoluşuna dair sürekli kanıt isteyecek kadar aptal değildir diye iddia etmiştim. Sense ciddileşip tanrının varoluşunun çoktan kanıtlanmış olduğu cevabını vermiştin, tam da 'Tanrı yoktur' veya 'Tanrı öldü' gibi cümlelerle. Söylediklerini kavrayamadığım için de açıklaman gerekmişti. Bir şey gerçekten yoksa demiştin onu inkar etmemiz ya da öldüğünü ileri sürmemiz gerekmez. Yoksa 'Kasmanetler yoktur' veya 'Tizel öldü' gibi sonsuz sayıda cümlemiz olurdu. Kasmanetler nedir, diye sormuştum. Peki Tizel kimdir? İşte o zaman gülmüştün. Hem de nasıl! Gördün mü, diye bağırmıştın, işte bunlar gerçekten yoktur! Olmayan şeylerin var olmalarını önlemek adına onları sürekli inkar etmek zorunda kalmamamız ne kadar iyi!"
Her iki kardeş de yargılanır. Detayları anlatmayayım. Lakin her ikisinin de söylediği cümle ortak:
"Gafletinizin sunağında kurban ediyorsunuz beni"
Temiz ve sağlıklı olma ilk bakışta kulağa hoş gelebilir. Sistem için bu ikisi sadece diğer baskıları beraberinde getiren iki araç.
Kate Millet "Zulüm Politikaları"nda gaz odalarında tabelalarda yazılanlardan bahseder:
"Yer altı 'soyunma odasına' destek veren çeşitli sütunlara değişik dillerde sloganların yazılı olduğu levhalar asılmıştı: 'Temizlik iyidir!' 'Bitler öldürücüdür!' 'Yıkanın!' 'Mikroptan arındırılmış alana gider!' Bu levhaların konması, zaten soyunmuş olan insanları kandırarak gaz odasına göndermek içindi sadece. Sol köşedeyse devasa kapısıyla gaz odası vardı." (1) Böylece katliamdan arta kalan giysiler işe yarayabilecekti.
Her şey çok tanıdık çok. Bizdeki baskı araçları: 'Demokrasi ve terörün son bulması'".
Her şey ileri demokrasi için.
Her şey devletin bekası için.
Tek dil, tek din, tek millet, tek bayrak.
"Gafletinizin sunağında kurban etmeye çalışıyorsunuz bizleri" (FG/HK)
1- Kate Millett, Zulüm Politikaları "Siyasi Tutukluların Tanıklıkları Üzerine Bir Deneme", Beril Eyüpoğlu (çev.), İstanbul: Metis Yayınları, 1998, Birinci Basım, s. 51
Kitap şahane (Juli Zeh (çev. Sevinç Altınçekiç), Temize Havale, Metis Yayınları, 189 sayfa.), memleketi anlatmama bahane