Sırtını Rumeli Hisarı’na dayayan Aşiyan Mezarlığı’nda, ebedi uykusundadır Ahmet Hamdi Tanpınar.
Şair, ölümünden sonraki dize hakkını, mezar taşına “Ne içindeyim zamanın/Ne de büsbütün dışında” mısralarıyla kullanır. Şairlerin, filozofların ve ermişlerin ‘insandan içeriye ve dışarıya’ gördükleri neydi fark edemediğimiz?
“Yusufu kaybettim kenan ilinde / Yusuf bulunur, kenan bulunmaz”
Yusuf içeridir, kenan dışarıdır. Yusuf, ben demek ise kenan çevreden yansıyan yusuftur. İnsanın kendini bulması çevreden yusufu alması ve onu bulmasıdır. Yusufu bulduğu zaman, kendini bulur insan. Kenandan yansıyan yusuf, izafi vicdandır. Oysa İnsanın kendini bularak fetih ettiği, vicdan üstüdür, kusursuz adalettir.
Adalet göreceli vicdanla sağlanır mı? Herkese göre bir vicdan olduğu gibi herkese göre de bir adalet ölçütü vardır. O halde insanın içerde bulduğu kusursuz adalettir. Bunun üzerine “İnsanın kendini fethetmesi zaferlerin en büyüğüdür” der Sokrates. Adalet insanın kendini fethiyle, hukuk insanın başta kendine adil ve dürüst olmasıyla sağlanır. Akıl ve duygu muhakemesi de kusursuz adalete doğru bir yol açar.
Aklın ve duygunun çatıştığına inansak bile, ikisi de ateşin çevresinde bağdaş kuran dostlara benzer. Akıl aydınlık, duygu sıcaklıktır. Aklın fazlası kör eder, duygunun fazlası yakar insanı. Bu yüzden ikisi, birbirini dengeler. ‘Makul denge’yi ararken ‘içe doğru’ bir yolculuğa sürükleniriz. İçe dönmeyi bir yalnızlık saymadan, hakikatin bizimle konuşmasına izin veririz.
“Beni bende demem bende değilim / Bir ben vardır bende benden içeri”
Yunus içerdeyken dışarıdaki çevredir. İnsan doğarken, önce dışarı; çevre var olur. İnsan doğarken bir yere gelmez, kendini de görmez, ilkin annesini görür. Bu yüzden içeriye en yakın dışarıdır anneler. Dışarının tesirindeyken içeriyi nasıl keşfetmeli, bulmalı? Bulmak için öncelikle dışarıyı kaybetmeyi göze almalı. Oysa insanın vazgeçemediğidir, ‘sahip olmak’ tutkusu... Diğer yandan sahip olduğumuz ile neyi kaybettiğimizi hiçbir zaman anlayamayız. İnsanın tüm çabası kendini “sahiptim” düşüncesine inandırmaktan öteye geçmiyor. Oysa İnsan ancak kendini bilmesiyle bulur, bulmasıyla görür. Sahiptim düşüncesinden uzaklaşarak bu kayboluş; ‘kendini buluş’ ile taçlanır.
“İlim ilim bilmektir / İlim kendin bilmektir / Sen kendin bilmezsin / Ya nice okumaktır”
Yunus, kendini fethetmenin yolunu kendini tanımaktan ya da okumaktan geçtiğini söyler. Kendini bilmeyi Platon’un hocası Sokrat “Bir şeyleri değiştirmek isteyen, işe önce kendisinden başlamalıdır” der ve “Sadece bir iyi vardır, bilgi ve sadece bir kötü vardır, cehalet” diyerek insanın kendini bilmesi için cehaletten uzaklaşması ve bilgiye aşina olması gerektiğini vurgular.
Cehalet bir dünya görüşünden ya da bir soydan var olmaz. Cehalet bir bakış açısı veya ‘Bakmadan görmek’ sorunudur. Cahil, bu yüzden kendini bilmez. İçeriye bakmak bir kenara dursun, dışarıdaki yusufu da göremez.
Dünya sinema tarihinde oldukça önemli bir yere sahip olan Matrix filminde, Neo’nun kahini ziyaret ettiği sahnede evde mutfak kapısının üzerinde “Temet Nosce” diye bir yazı gözümüze çarpar. Türkçesini “Kendini bil” olarak çevirmemiz yanlış olmaz. Bu yazıyı yine Delphi tapınağının girişindeki Apollon sunağının üzerinde de görürüz. “Kendini Bil” ve tüm kutsal kitaplar da “Temizlen-arın” der...
“Kendinin ne olduğunu bilmek kolay bir şey midir? Nefsinin öğretmeni, vicdanının öğrencisi ol” der Sokrates. İnsan, kendini bularak etkiden ve cehaletten arınır. Arındıkça her birimiz hiç tanımadığı hayatların birer notası, mısrası, görme açısı veya tuvali oluyoruz.
Buna resmin bütününden bakıldığında yaşamanın ahengi denir. Arınarak bir araya geldikçe, birarada oldukça anlam kazanıyoruz.
Âşık Veysel’in o güzelim gözleriyle gördüğü tam olarak bu notalar. Hepimizin kalbine dokunan türküleri aslında hepimizi yan yana durdurarak oluşturduğunu bilmek ve görmek için kör olacak kadar dert edinmeli, Yunus ve Sokrat gibi kendini keşif etmeli.
Edebiyat, sanat ve felsefe; hakikat yolunda bizlere bırakılmış birer haritadır. Bu haritaya bakarak ve üzerine bir şeyler katarak kendi hakikatimize, içeriye bir nebze daha yaklaşmış oluruz. Bunu tasavvur edebilmek ancak insanın kendini bulmasıyla olur. Böylece bir hayali veya bir derdi olur insanın. Bu hayal ile geleceği inşa etmek ancak bilgi ve adaletle mümkündür. Yunus Emre’nin benden içeriyi görmesi, yusufun kenandaki beni bulup kenanı kaybetmesi ve Sokrat’ın kendini fetih etmesiyle kusursuz adaleti keşif etmek zaferlerin en büyüğü olur.
Büyüdükçe, çoğaldıkça ve güçlendikçe daha fazla ihtiyacı olur dünyanın, adil olmamıza. Hakikatimizle yüzleşmekten kaçarak, önce kendimizin adil ve dürüst olması gerekirken önce kendimize adalet bekleyerek farazi ateşlerin kenarında, yakar ve daha fazla kör ederiz onu.
O halde şah damarımızdan daha yakın olan kusursuz adaleti keşfetmeyi zorlaştıran nedir? Bunun da cevabını yine Sokrat veriyor:
“Ne kadar az şey istersen o kadar Tanrı’ya yakınsındır.” (YSE/EKN)