Karşımdaki metni okudukça zihnimde geçen yıl izlediğim görüntüler canlanıyor. Yüzde 52 adlı, hayal gücü gayet yüksek anarşist grubun Boğaziçi Üniversitesi’ndeki kariyer günleri sırasında yaptığı gösterişli eylemin görüntüleri.
Koç Holding görevlisi bir kadın sahnede sunum yaparken izleyicilerden biri destursuz ayağa kalkıp “bir soru sorabilir miyim?” diyor. “Bunu siz mi düşürdünüz?” diyerek havaya bir şey kaldırıyor. İnsanlar “bir tuhaf” olduğu anlaşılan ama ne olduğu anlaşılamayan nesneyi tutan öğrenciyi izliyor.
Bir anda eylemci kimliğini ortaya koyuyor öğrenci ve elindekini sahneye fırlatıyor: Koç testisi… Arka sıralarda oturan birkaç kişi ayağa kalkıyor, ellerinde pankart, yüzlerinde "V for Vendetta" maskesi, slogan atıp ortalığı sis bombasıyla dumana boğuyorlar. Koç Holding çalışanı olmak için ne yapmaları gerektiğini öğrenmeye gelmiş öğrenciler salonu terketmek zorunda kalıyorlar. “Zalimlere inat, yaşasın hayat” anarşist sloganının eşliğinde, bir üniversite kariyer günü böyle “babalanıyor” popüler tabirle.
Çağrı merkezleri örneği
Yukarıda anlattığım eylem agresif ve eril (kadına testis fırlatmak) olmasından ötürü eleştirilebilir elbette, ama üniversite bitirmiş beyaz yakalı hizmet sektörü emekçilerinin çağdaş sömürülme pratiklerinde ‘kariyer günleri’nin gördüğü işleve de dikkat çekiyor.
Son derece zorlu şartlar altında çalışan, yaptıkları işin bunaltıcılığından ötürü kapitalizmin yabancılaştırıcı etkisini diğer pek çok beyaz yakalıdan daha fazla hisseden çağrı merkezi çalışanları da ısrarla “kariyer yalanları”na dikkat çekiyor.
Şu ifadeler, örgütlenme çabasındaki çağrı merkezi çalışanlarının www.GercegeCagriMerkezi.org sitesinden:
“Bizler temiz büro işinin de ne kadar “pis” olabileceğini görmüş olan kişileriz. Rekabetin bizi ne kadar yalnızlaştırdığını, kariyer söyleminin hayatlarımızı daha yaşanabilir kılmak şöyle dursun daha da kararttığını gören insanlarız… İyi bir kariyer ve çalışma ortamı vaadiyle işe alınan çağrı merkezi çalışanları, telefonda bir günde yaptığı satıştan daha az ücret alıyor, performans baskısıyla bunalıyor, taşeronlaştırma yüzünden güvencesiz bir hayata mahkûm ediliyor, gitgide yoksullaşıyor, haksız yere işten çıkartılıyor”.
Düşük ücret, taşeronlaştırma ve haksız (genellikle sendikaya üye olunduğu için) işten çıkarma Türkiye’de sıklıkla tecrübe edilen şeyler zaten…
Ancak yukarıda şöyle bir zikredilip geçilen performans baskısı, çağrı merkezi çalışanları özelinde gerçekten de gaddarca uygulamalar şeklinde vücut buluyor. “Performans”ın düşmemesi, dolayısıyla da çalışan başına elde edilen verimin belli bir seviyenin altına inmemesi amacıyla, yani uzun lafın kısası sermayenin kâr maksimizasyonu sağlanabilsin diye çağrı merkezi çalışanları tuvalete gitmek için bile izin istemek zorunda bırakılıyor, sigara içerken saniyeleri hesaplıyor, çay içmeye vakit kalsın diye yemeği hızlı hızlı yiyor, oturduğu yerden ayağa kalkamıyor, yanındakiyle sohbet edemiyor.
Alternatif ödül Türk Telekom'a
İşbu pratikleri iyice ileri götüren firmalar da var. Çağrı merkezi sektöründeki şirketlerin birbirlerine ödüller verdiği bir etkinlik olan ‘En İyi Çağrı Merkezi Ödülleri’ töreninin yapıldığı Lütfi Kırdar Kongre Merkezi’nin önünde toplanan Gerçeğe Çağrı Merkezi eylemcileri, alternatif ödülleri açıklamak için kameralar önünde.
2007’nin 27 Eylül’ü, ılık bir sonyaz akşamı. Birkaç yıldır üniversitelerdeki solcu öğrencilere polis ve jandarmayı aratmamacasına “müdahale eden” özel güvenlikçiler burada da iş başında. Ancak çağrı merkezi çalışanları yaşanan itiş-kakışın ardından güvenlikçileri püskürtmeyi başarıyor ve basın açıklamasını okuyorlar.
Onların ödülü Türk Telekom Asist A.Ş’ye… Performans arttırımında inovatif bir hamleyle öne çıkmış bu şirket: Çalışanların yemek ve tuvalet için bilgisayarın talimatını beklemesini zorunlu kılan bir sistemi devreye sokmuş. Eylemcilerin açıklamasından öğreniyoruz ki aynı şirket sendikalı oldukları gerekçesiyle 11 çalışanını işten çıkarmayı da ihmal etmemiş…
Çağrı merkezi çalışanı olmak, kapitalizmin insanı yabancılaştıran etkisinin en net hissedilebileceği hizmet sektörü dallarının başında geliyor. Belki gene saatler boyunca oturularak yapılan bir iş olan süpermarket kasiyerliğiyle birincilik için kapışır. Birinde sürekli “dıt-dıt” sesleri duyarak ve son derece mekanik bir iş yaparak kendinizden geçiyorsunuz, diğerinde ise saatler boyu ve ses tellerinizi örseleyecek kadar çok konuşup “asıl” sesinizi duyuramıyorsunuz.
Üstelik söylemeniz ve söylememeniz gereken şeyler o kadar net ki, bu netlik insanı yıpratıyor. Konuşmalarınız sürekli kayda alınıyor. Belirlenen konuşma kalıbının dışına çıkmanın bedeli, birkaç ihtarın ardından, sokakta gezen işsizler ordusundan bir neferle yer değiştirmek olabilir.
Gerçeğe Çağrı Merkezi’nin internet sitesindeki “biz kimiz?” yazısı şu manidar cümleyle noktalanıyor: “Kendimizi görünür kılmak için galiba yeniden konuşmayı öğrenmemiz gerekecek”.
Beyaz yakalılar ve sınıf mücadelesi
Mensubu olduğum Güncel Sol grubunda bir süredir hizmet sektörü çalışanlarının, yani beyaz yakalıların 21. yüzyılda kapitalizm karşıtı sınıfsal mücadelenin başını çekme olasılık ve olanakları üzerine bir takım düşünce eskizleri ortaya koymaya çalışıyoruz.
Hem dünyada hem de Türkiye’de geleneksel işçi sınıfının niceliksel ve niteliksel bir önem kaybına uğradığı, hizmet sektörünün ekonomideki payının sanayi sektörünün önüne geçmeye başladığı görülüyor. Toplumsal şartlar yüzünden geleneksel proleterya, sosyo-kültürel açıdan “iyi eğitimli” beyaz yakalıların düzeyine erişemiyor.
Bu, en nihayetinde kölelerin birbirleriyle savaşması, ezilenlerin birbirleriyle kavga etmesi sonucunu doğuran dinsel ya da milliyetçi muhafazakârlığa, bazen de faşizme zemin hazırlıyor. Türkiye özelinde, Doğu’da yoksul Türklerle yoksul Kürtler çatışmalarda ölüyor, Batı’da yoksul Türklerle yoksul Kürtler arasında toplumsal olaylar yaşanıyor. Bir çuval bulgura oyunu “satacak” fakirlikteki insanlar, dinsel muhafazakârlık faktörünün baskınlığıyla, AKP’ye oy veriyor.
Gene Türkiye özelinden gidersek sosyolog Sencer Ayata’nın “yeni orta sınıf” tabir ettiği insanların, 2007’deki Cumhuriyet mitinglerinde de görüldüğü üzere, ancak laiklik gibi temalarla kitlesel hareketlilik gösterdiği; özgürlükçü, eşitlikçi ve dayanışmacı, yani sol temalara ilgisiz kaldığı düşünülebilir. Bundan ötürü kötümser de olunabilir.
Ancak ben bu noktada Ertuğrul Kürkçü’nün Cumhuriyet mitinglerine dair yaptığı “milliyetçi cilayı kazıdığınız zaman altından iktisadi kurtuluş talepleri, toplumsal eşitlik talepleri, sömürüye son talepleri çıkıyor” tespitinin akılda tutulmasında yarar görüyorum. Eğer ülkemizde önümüzdeki yıllarda yeni orta sınıftan beyaz yakalı bir emek mücadelesi yükselecekse, bunun ilkin beyaz yakalıların “en mavi yakalı” olanlarından, yani adeta “açık mavi yakalı” tabir edebileceğimiz emekçilerden, mesela çağrı merkezi çalışanlarından çıkması kimseyi şaşırtmamalı.(BC/EÜ)
* Burak Cop, Nottingham Üniversitesi, doktora.