Gayrimüslim azınlıkların sorunlarının çözümü konusunda sosyalist sol ne söylemektedir ve ne söylemelidir sorularını belki başka bir yazıda irdelemek üzere bir kenara bırakarak, Cumhuriyet'in kuruluşundan bugüne Gayrimüslimlerin siyasal katılımını ağırlıklı olarak düzen partileri düzleminde ele almak istiyoruz bu yazıda.
2011 itibariyle -ve tabii uzun zamandan beri- Gayrimüslimler nüfusları itibariyle önemsizleşmiş durumdalar. Ancak ülke nüfusunda istatistiksel açıdan bir anlam ifade ettikleri yıllarda, hele ki İstanbul'un nüfusunun bugünkünün 15'te biri olduğu yıllarda bu şehrin toplumsal dokusunun asli bir unsurları iken, TBMM'de kayda değer bir temsil olanağı bulmuşlar.
1960'lı yıllara kadar bu iyi-kötü böyle devam etmiş. Ancak 60'ların ortalarıyla beraber Gayrimüslimler egemen siyasetten buharlaşmışlar. Bunun sebeplerine aşağıda değineceğiz.
İlginçtir, azınlıklar burjuva siyasetinden 60'ların ortasında buharlaşırken, sosyalist fikirlerin etkisi altına giren azınlık mensubu gençlerin devrimci siyasette aktif şekilde yer almaları da 70'lerde gerçekleşiyor.
Tabii Türkiye'de sosyalist olmanın bir nevi cüzzamlı olmakla eşdeğer olduğu daha eski tarihlerde illegal TKP'de siyaset yapan Gayrimüslimler de var ki, bunların Ermeni olanlarına Sarkis Çerkezyan'ın anılarında değinilir. (İsmini sevgiyle andığımız Çerkezyan Türkiye devrimci hareketinin bir döneminin en önemli isimsiz kahramanlarından biridir aynı zamanda).
Cumhuriyet döneminin Gayrimüslim milletvekillerine dair ayrıntılı bilgiler, Rıfat N. Bali'nin, Toplumsal Tarih dergisinin Haziran 2009 sayısında yayınlanan değerli bir makalesinde yer alıyor (biz de söz konusu verilere, ilgili bölümü iktibas eden Agos gazetesi (18 Şubat 2011) vasıtasıyla ulaştık). Türkiye'de tek parti döneminde CHP'den azınlık mensubu vekil seçilmemekle beraber, bu dönemde mecliste kısmen çoğulcu bir ortam (en azından görüntüde) yaratmak amacıyla bağımsız aday olmaya teşvik edilen ve seçilince de bağımsız milletvekili olarak görev yapan kişilerin arasında birkaç azınlık mensubuna rastlıyoruz.
Serbest Fırka: Azınlıklar için de deneyim
Ancak azınlıkların Cumhuriyet tarihindeki ilk siyasal katılımı bu değil. 1930'daki kısa ömürlü Serbest Fırka "denemesi", azınlıklara yerel düzlemde temsilin önünü açmış. Bu konuda Ayşe Hür'ün 23 Mart 2009'da Agos'ta yayınlanan yazısından yararlanıyoruz. Hür'ün araştırmasında belirtiliğine göre, Serbest Cumhuriyet Fırkası (SCF) lideri Fethi Bey, 1930'daki yerel seçimlerden önce Ermenice çıkan gazetelerin muhabirleriyle bir araya gelir.
Fethi Bey mealen; yabancıların kısa süre öncesine kadar azınlıkları kullanmak istediklerini, ancak bu dönemin geride kaldığını, artık herkesin ortak amacının Cumhuriyet'i yüceltmek olduğunu, kökeni ne olursa olsun herkesin kanun önünde eşit haklara sahip olduğunu söyler.
SCF yerel seçimlerde iktidardaki CHF'yi tedirginliğe sevk edecek denli başarılı olur (zaten bu, partinin de sonu olacaktır). SCF'nin İstanbul'daki 117 kişilik belediye meclisi listesinde 6 Rum, 4 Ermeni, 3 de Yahudi vardır. İzmir'deki 77 adaydan dördü azınlık mensubudur. Buna karşılık CHF listelerinde azınlıklardan tek bir aday bile yoktur.
SCF'nin CHF'ye (sonradan CHP) göre daha az milliyetçi olduğu için mi (şayet öyle idiyse), yoksa burjuvazinin temsilcisi olmaya daha yakın, ekonomide daha liberal siyasetlerden yana ve bunlara bağlı olarak İstanbul ve İzmir'de güçlü olan bir parti olduğu için mi azınlıklarla işbirliği yaptığı araştırılmaya muhtaç bir konu.
Biz siyasi tandansımızı ve o yılların CHP'sine yönelik güçlü antipatimizi işin içine karıştırmayı sosyal bilim metodolojisine uygun bulmadık. Az önce ortaya attığımız sorunsal şüphesiz ki ilginç bir araştırmanın konusu olacaktır ve SCF'nin Gayrimüslim adaylarının sosyo-ekonomik profilinin incelenmesi iyi bir başlangıç olabilir.
DP'nin gayrimüslim vekilleri
SCF'nin bir tür devamı sayılabilecek olan Demokrat Parti (DP) 1950'ler boyunca Türkiye'nin ekonomik açıdan daha kalkınmış, nispeten daha kapitalistleşmiş bölgelerinde güçlüydü (en başta İstanbul ve İzmir). Kimi yaygın ve basmakalıp kanıların aksine, 50'lerde CHP'nin nispeten güçlü olduğu yerler Ankara'nın doğusuydu ve milletvekillerinin çoğunu buralardan çıkartırdı (CHP yanlısı ağaların, toprak sahiplerinin ve yerel eşrafın seçmenler üzerindeki etkisi güçlüydü).
İşte bu yıllarda, yani 1946-60 arasında hiç de düşük olmayan sayıda azınlık mensubu TBMM'ye seçildi ve bu kişilerin ezici çoğunluğu DP'liydi. Yalnızca 1946'da iki Rum yurttaş CHP'den milletvekili seçilmiş, bunlar haricinde azınlık mebusları hep DP'li olmuştur. Hatta 2 Ermeni ve bir Rum milletvekili 1950'den 1960'a kadar toplam üç dönem üst üste seçilmiştir.
Türkiye'nin en gelişmiş şehri olan İstanbul'da Gayrimüslimler gerçekten de toplumsal yapının mühim bir parçasıydı. Bir kaynakta rastladığımız ilginç bir oy pusulası bu konuda pek çok şey anlatıyor. Yanılmıyorsak 1954 veya 1957 seçimlerinde CMP'nin (sonradan CKMP) İstanbul milletvekili aday listesinde üç azınlık mensubu yer alır. CKMP iki büyük partiden daha muhafazakârdır. Dayandığı toplumsal doku itibariyle de milliyetçiliğe daha yatkındır.
Sadece Orta Anadolu'da belli bir gücü olan, milletvekilliklerini sadece Kırşehir'den kazanabilen bir partidir CKMP (sonraki yıllarda Alpaslan Türkeş tarafından ele geçirilip MHP'ye dönüştürüldü). İstanbul'dan sandalye kazanma şansı o günkü seçim sistemiyle yüzde sıfırdır elbette. Ancak ne olursa olsun, böylesine milliyetçi-muhafazakâr bir parti bile İstanbul milletvekili aday listesine Gayrimüslimleri alma ihtiyacı hissedebilmiştir.
Son temsilciler...
Türkiye'de 27 Mayıs sonrasının Kurucu Meclis'inde -muhtemelen korporatist bir anlayışın eseri olarak- birer Ermeni, Rum ve Yahudi temsilci yer aldı. 1961-64 arasında Cumhuriyet Senatosu'nda bir Ermeni senatör görev yaptı. Ve bir daha parlamento Gayrimüslim milletvekili görmedi, 1995'te DYP'den seçilen Cefi Kamhi dışında.
Kesin bir şey söylemek spekülatif olur ama Kamhi de muhtemelen mensubu bulunduğu dini azınlığı temsil etsin diye değil, sermayedar olduğu için milletvekili oldu (neticede DYP gibi bir partiden ve Tansu Çiller gibi bir siyasetçiden söz ediyoruz).
DP iktidarınca organize edilen 6-7 Eylül pogromuyla başlayan süreçte; 1964'te Yunanistan uyrukluların sınırdışı edilmesi, Kıbrıs yüzünden Yunanistan'la artan gerilim, 12 Eylül darbesi dönemi ve yurtdışındaki ASALA saldırılarının içeride milliyetçi bir reaksiyon doğurması gibi olaylar/dönemler yaşandı. Bu uzun süreç boyunca (tabii farklı farklı nedenlerle) pek çok Rum Yunanistan'a ve Batı ülkelerine, pek çok Ermeni de aynı şekilde Batı'ya ve Ermenistan'a göç etti.
Yahudi toplumunun nispeten alt sınıf ve katmanlarından da İsrail'e göç edenler oldu. Yaklaşık 30 yıllık bu süreçte tüm bunlar olurken Anadolu dalga dalga İstanbul'a aktı. Azınlıkların nüfustaki (İstanbul nüfusu olarak da okuyabilirsiniz) payı git gide marjinalleşti. İktisadi bir güç olmaktan da çıktılar (tekelci sermaye sınıfına mensup birkaç aile dışında).
Kala kala "Sembolik" önem kaldı
Böylesi bir ülkede, günümüzde, özellikle de egemen siyasetin partilerinin, getirebilecekleri maksimum oy dikkate alındığında Gayrimüslim adaylar gösterme ihtiyacı hissetmemeleri gayet "anlaşılır" bir şey. Yoksa 2000'lerin Türkiyesi 50'lerin Türkiyesi'nden daha gerici bir ülke değil.
Gene de "sembolik" önemine binaen, özellikle de Ermeni toplumundan kimi isimlerin büyük partilerce aday gösterilmesi söz konusu edildi önümüzdeki seçimde. AKP ve CHP için bir takım isimler geçti. MHP'de bile Ermeni bir aday adayı vardı.
Öte yandan "sol" liberal çevreler BDP'nin kapısını çalarak bir isim önerdiler, anlaşıldığı kadarıyla BDP bu isme sıcak bakmadı ve kendi üyesi, "Artvinli Ermeni" (acaba Hemşinli mi?) olduğu söylenen bir ismi ön plana çıkardı. Ancak daha sonra bu isim de geri plana düştü. Aslında konjonktür Gayrimüslim vekil "jesti" için uygun görünüyordu, ama bu sefer de bu iş olmayacak.
Hrant Dink'in bir cemaat gazetesini Türkçe ve Ermenice'yi harmanlayarak yayımlaması farklı bir milat olmuştu. O herhangi bir azınlık mensubu gibi davranmamış, bilerek rahatını bozmuştu. Türkiye tarihi boyunca az rastlanan tipolojide bir azınlık figürüydü ve sonunda katledildi.
Hrant Dink'in ölümü zaten susmaya meyilli bir azınlığı bir kez daha susturdu. Bugün mevki sahipleri herhangi bir azınlık temsilcisini çağırdığında, el pençe divan durularak iktidarın söylemi yeniden ve yeniden üretiliyor.
Git gide "Devlet Partisi" olma yolunda ilerleyen AKP'den aday olabilecek kişilerden biri olarak ismi geçen, söz gelimi, Bedros Şirinoğlu... Aday olmadı. İsmi geçen diğer Ermeni yurttaşların da hiçbiri ne AKP'den ne CHP'den aday oldu.
Ancak aday olsalardı da ne fark ederdi ki. Gene Şirinoğlu örneği üzerinden gidelim. Kendisi geçen yıl aşağı yukarı bu vakitlerde Başbakan'ın huzuruna davet edilmiş ve iktidarın hoşuna giden alışılageldik söylemi yeniden-üreterek kendi toplumunun bir kesiminden de tepki almıştı. Böylesi profile sahip bir kişi TBMM'ye seçilse ne olurdu ki...(BC-JB/EÖ)