*The Truman Show, yön: Peter Weir
Gülhane'den Gezi'ye... Yıldız'dan Beştepe'ye... adını verdiğimiz bu yazı dizisinin beşincisindeyiz... İlkinde diyalektiksizliğe, ikincisinde anlatısızlığa, üçüncüsünde yöntemsizliğe, dördüncüsünde meşruiyetsizliğe dikkat çekmeye çalıştık. Yolculuğumuza "tarihsizlik" ile devam ediyoruz.
Tarih, tarihi kendileriyle başlatan ya da bitirenlerin çöplüğüdür. Savaşlar, bir bakıma bu çöplüklerde biriken metan gazının zaman zaman patlamasıdır. Savaşla mücadele edip barışın olanaklarını güçlendirmenin temel yollarından biri "tarih"ten geçiyor. Tarihi, bu açıdan barışçıl bir yerden sorunsallaştırmak, söz konusu patlamaların kökünü kurutmak işlevi görebilir.
Tarih? Üzerinde daha çok tartışma yapılan bir başka kavram var mı emin değilim. Zevklerden daha tartışmalı nedense. Zevkler ve renklere dair tartışmaların küskünlüklere neden olduğu gözlenmiş ama ölümlere hem de kütlesel olanlarına pek az rastlanır.
Nedir tarih? Neden iktidarlar, fütursuzca soyunurlar tarih yazıcılığına? Nedir muradları olgusallığı eğip bükmekle? Soruları çoğaltmak olanaklı. Hafızayı sınırlandırılmış anlam evreninde hapsetmek, hayatı bir tür yeryüzü cehennemine ya da hapishanesine tıkmaktır. Tıktıkça yaşama içkinliği de kürtaj edilir. Oysa olanın olduğu gibi bilinmesi, çıplaklık, çıplaklık hakikattir...
Şimdi hangi anlam evreninde olduğumuzu belirlemek, fark etmek için hafızamıza yani sözlüklerimize bakalım.
Anlatıya dönüştürülen tarihimsilik
Tarih, Arapça wrχ kökünden gelen taˀrīχ تأريخ "1. günün tarihini yani hilalin kaçıncı günü olduğunu belirleme, 2. olayları tarih sırasına göre yazıya dökme, kronik" sözcüğünden alıntıdır. Bu sözcük Eski Güney Arapça warχ "ay (gök cismi ve zaman birimi)" sözcüğü ile eş kökenlidir.
Tarih kelimesi Türkçe sözlükte beş anlamıyla açıklanmış, bağlamımızla ilişkili olan ilk üçünü alıntılıyoruz:
1. isim. Bir olayın gününü, ayını ve yılını bildiren söz.
2. isim. Toplumları, milletleri, kuruluşları etkileyen hareketlerden doğan, olayları zaman ve yer göstererek anlatan, bu olaylar arasındaki ilişkileri, daha önceki ve sonraki olaylarla bağlantılarını, karşılıklı etkilenmeleri, her milletin kurduğu medeniyeti inceleyen bilim.
3. isim. Bir konuyu geçmişi ve gelişimi içinde inceleyen anlatı.
Tarih kelimesinin dilimizdeki temsili, resmi ideolojinin ya da yetişkin erkek aklının denetiminden geçirilmiş hali 3. anlamıdır. İkinci anlamıyla tarih için henüz "reşit" kabul edilmeyiz. İktidar aklı daima üstencidir, biz tebaaı korur kollar. Bizim için uygun olan ne ise o karar verir. Bu karar verişin en karikatür hali, hiç şüphesiz, tek parti döneminde vali ve belediye başkanının aynı şahsiyette varlık bularak devletleştiği Nevzat Tandoğan'ın dilinden dökülür: "Ulan öküz Anadolulu! Sizin milliyetçilikle, komünizm ile ne işiniz var? Milliyetçilik lazımsa bunu biz yaparız. Komünizm gerekirse onu da biz getiririz. Sizin iki vazifeniz var: birincisi çiftçilik yapıp mahsul yetiştirmek; ikincisi, askere çağırdığımızda askere gelmek."
Devlet, kamusal hizmet üretme aracından ziyade, bizim adımıza bizim için, bize rağmen, bizi gözettiği iddiasıyla hareket eder. Kısacası bizim velimizdir, velayetimiz ondadır. Bu sahiplik güdüsüyle de dilediği kimliği biçer. Kurucu irade Türklük Sözleşmesinin mayası olan Türk - Sünni İslam çorbasıdır. Bu tasarrufun yarattığı Hakikatimsilik, kamusal alanı siyasetten temizler. Bir tür suni simülasyon evrenidir habitatımız. Bununla siyaset, apolitikleştirilir. Siyasetin apolitikleştirilmesinin temel araçlarından biri de tarih(siz)leştirmedir. Bu yeniden yazma, yaratma, saklama, eğip bükme, sessiz çoğunluk da denen sokaktaki sıradan insanın algısında ihtiyaç duyduğu referansı yok eder. Ortaya çıkan bir tür kaideyiz heykel ya da fonsuz nesnedir ki eksiklik, olmamışlık hali algıyı imkansızlaştırır.
Tek parti dönemiyle sınırlı olmayan bu arketip her yerdedir. Göreli iktidara sahip olan her özne, ivedlikle devletleşerek arketipin içinde erir. Siyasi partilerden sendikalara, derneklerden vakıflara, kulüplerden kültür-sanat camiasına fasadi özellikleri farklı olan işleyen mekanizmaları açısından özdeş olan örneklere rastlamak vaka-ı adiyedendir.
O adına tarih dediğimiz anlatı, hakikatle köklenmediğinden toplumsal Anlatıya dönüşemez ve zerk edilen kaide işlevini göremez. Bunun toplumsallıktaki kaçınılmaz maliyetlerinden biri özgürlüklerin gaspıdır. Öznenin kastrasyona uğratılarak Hayata dokunmak imkanı olan uzuvlarının koparılması ve Velisinin bakımınına muhtaç hale getirilen bir yatalağa dönüştürülmesidir.
Toplumsalımsı özse
Özgürlük, köklenip damağında anlamanın tadı olan öznenin sahip olduğu bir değerdir. Özgürlüğü gasp edilen ve reşit görülmeyen toplumsalımsı özsenin (özne ile nesne sözcüklerini birleştirilmesinden ürettiğimiz bu terimle öznelik ile nesnelik arasında sıkışan ve bir tür kısır melez varlık kast edilmektedir.) karar verme kasları gelişmemiştir. Karar felcinden muzdariptir. Bu kalıcı kastrasyon, olası güçlüklerde iki tür reaksiyon geliştirmesine neden olur: birincisi büyük anlatıları sahiplenme; ikincisi regresyon. İkisinin ortak özelliği, hakikatten uzaklığı kalıcılaştırır. Özsenin engellenen kendini tanımlaması ve hayata katılımının yarattığı engellenme, bir tür gaz sıkışması gibi saldırganlıktır. Herhangi bir olayın ya da sözün ebeveyinin (iki baba) anlatıyla çelişse refleksif biçimde saldırganlaşması bundandır. Bir türlü büyüyememek... Buna benzer kitlelerin her toplumda olduğu ileri sürülebilir. Elbette, birer altkültür olarak bulunurlar ama sorun bu altkültürün kitle kültürüne dönüşüp anlatıya dönüşmesinde ve toplumsal, kamusal, politik alana çöreklenmesinde.
Dilimizde denizcilik, ticaret terimleri nasıl yok ya da sınırlı ise tarih ve ilgili anlam evrenine dair de sözlüklerimizin bir değer deyişle bir tür soyutlama olan adlandırmalarımız sınırlı. Bunun yanında kimi deyimler, tarih adını verdiğimiz olgunun sözdağarımızdaki temsiline dair bir perspektif sunacak nicelik ve niteliktedir. Bunlardan kimilerini hatırlayalım: tarih atmak, tarih koymak, tarih olmak, tarih düş(ür)mek, tarihçe, tarihçi, tarihe geçmek, tarihe karışmak, tarihî, tarihlemek, tarihlenmek, tarihsel, tarihsiz.
"Hakikat özgürleştirir."
Rüzgarın esişini, yağmurun damlasını, bir çiçeğin kokusunu, bir kuşun kadifemsi tüylerini, güneşin sabahın ilk ışıklarıyla usul usul ısıtışını bilmeden iklimlendirmeli ortamdan sürekli perdelenen manzaraya bakanlar gibi yabancısıyız hayatın... Greklerin deyişiyle "Hakikat her yerdedir" iş onu görebilmekte... Hakikat, fanusun dışında... Hayatla aramızda hakikatin ideolojiye tercüme edildiği cam var... O camın ardından bakıyoruz... Cam, ayna değil... Cam, realiteyi eğip büküp hakikati hakikatimsileştiren bir aygıt, üstelik ideolojik olanından... Elimize çekici alıp o kabuğu kırmak zamanı. The Truman Show kurgusu içindeyiz. Tarih, tutsaklığımız için nasıl bir araçsa özgürlüğümüze kapı aralayacak temel araçlardan biri.
Saklarız... Bilinmesini istemeyiz... Yalan söyleriz. Saklamak, eğip bükmek, tahrif etmek de yalan söylemektir. Zira İslam uzmanı kimi teologlara göre en önemli iki büyük günahtan biridir yalan söylemek çünkü hakikati bilmek hakkı elinden alınır, deyim yerindeyse gasp edilir; ikincisi israf. İlki, kaçınılmaz biçimde ikincisine neden olur... Aralarında sarsılmaz bir ilişki söz konusu.
Bilmek, olgusal evrenin içinde erimek bir bakıma... Senelerdir yerleşik nizamın kendince eğip büktüğü bir tür üretilmiş simülakrlar içindeyiz... Olup bitenleri mütemadiyen perdeleyen, gerçeklikle bir türlü yüzleşemediğimiz yapay bir ortamda yaşıyor, ömrümüzü tüketiyoruz.
Olmanın momentleri var; bir şey, her ne olursa olsun, tarihinden bağımsız biçimde var olabilir mi? Daha kestirmeden soralım? Acaba kim olduğumuzu bilmesek murad ettiğimiz barışçıl ortamı daha kolay oluşturabilir miyiz?
Tarihi bilmek bize ne kazandırıyor? Bir tür tarihseviciliği üzerinden söz kurmak değil amacımız. Burada "Tarihsizliğe Bir İlgi" derken, tarihi bilmemekten değil, çarpıtılmış, eğilip bükülmüş tarihten ya da tarihsimlikten söz ediyoruz. Tarih gibi ama değil...
Tarihe dair ya da bağlamımız özelinde Gülhane'den bu yana olup bitenlerin kamusallaşmamasına, inşa edilen politik kimliğin keyfiliğine dair şu örneği veririm:
Ortalama bir Japon'a Japon İmparatorluğu'nun 2. Dünya Savaşı'nın nedenlerinden biri olarak da görülen Mançurya'nın 1931'deki işgalinin ardından Nanking'de 13 Aralık 1937'de başlayıp altı hafta süren teslim olmuş askerlere ve sivillere yönelik sistematik politikaların neticesinde 300 bin insan katledilmiştir. Nazi Almanyası, öncesi olmakla birlikte 1941-1945 arasında sistematik biçimde 6 milyon Yahudi orijinli insanı, eşcinselleri, Romanları, 'engelli'leri katletmiştir.
Şimdi ortalama yani herhangi bir alanda lisans eğitimi alan bir Japon'a Hanking'i sorduğunuzda gözlerini kaçırıp halının altına süpürmek eğilimindedir; bu ve benzeri konuları "konuşmama" tavrını "Honne ve Tatamae" ikiliği üzerinden okumak olanaklı. Honne gerçek hisler, içimizdeki dünyamız iken Tatemae etrafa gösterdiklerimiz. Japon toplumu genel olarak çatışmadan kaçan bir yapıya sahip olduğundan tansiyonu yükseltebilecek herhangi bir konuyu konuşmaya çalıştığınızda ya konunun değiştiğini ya da sorularınızın yanıtsız kaldığını görürsünüz. Türkçedeyse halının altına süpürmek deyimi kullanılır sıklıkla ya da zamanı gelince... Oysa o zaman nedense hiç gelmez..
Benzer özellikler gösteren bir Alman'a Holokost'u sorsanız "Evet, tarihte oldu. Bununla gurur duymuyorum. Kaldı ki bunun sorumlusu ben değilim" der; aynı soruyu ortalama bir Türkiyeli'ye "1915'te Ermeni Tehciri"ne dair bir söz söyleseniz ne tür yanıtlar alınacağını bu satırları okuyan her özne yaklaşık olarak tahmin edebilir. Hrant Dink'in hedef gösterilmesine de neden olan o çok ince bir noktaya ışık tutan cesur yazısında dile getirdiği hakikat tam da sözünü etmeye çalıştığımız tarihisimlikle ilgili. Bu tarihmiş gibi görünen ama tarihimsi olan anlatının anaakımlaşıp bilinçlere egemen olması bizlerin diğer deyişle yurttaşların kimlik inşasını da göreli ölçüde güçleştirmekte. Ortaya "Yanlış yaşam, doğru yaşanamaz (Es gibt kein richtiges Leben im falschen.)." sözü çıkıyor
Demokrasizlik sürüyor... Mevcut sorunlar daha da derinleşirken bir yandan da yenileri ekleniyor. Mukavemetimiz ise azalıyor. Hakikatle bağımızı nedense kuramıyor, realiteden gittikçe uzaklaşıyoruz. Hayatı anlamlandırmaya duyduğumuz ihtiyaç ise popüler kültür, her biri holdingleşmiş, çıkar gruplarına dönüşen tarikatımsı şirketlerin tevatürleri ile ikame ediliyor. Buna AKP Parti Devleti'nin propaganda aracına dönüşen her türlü medya ve on binlerle ifade edilen maaşlı trol ordusu eklenince her şey birbirine giriyor. Bunun en can alıcı örneklerinden birini Lozan'ın gizli maddeleri tartışmasında görüyoruz. Lozan üzerinden ideolojik hafızacılarca önüne komplocuların pek sevdiği ilgi çekici sıfatlar eklenerek çıkarılan yayınlar (Derin Tarih) kanalıyla İngiltere ile Lozan'dan önce gizli hilafet anlaşması yapıldığı Lozan'dan önce İngilizlerle hilafetin kaldırılması konusunda anlaşıldı iddia edilebiliyor. Konunun uzmanları başka başka bakımlardan bu iddialara yanıt verseler de "şuyuu vukuundan beterdir" sözü, bu iklimde iktidarını berkiterek işliyor..
(MVB/AÖ)