*Görsel betimleme: Fotoğrafta, Şuayip Adlığ bir masanın arkasında duruyor. Masada kitaplar ve afişler var. Adlığ, kitap imzalıyor. Üzerinde siyah bir ceket vesiyah boğazlı kazak var.
Benim size yazdığım Batman, ortadan adeta ikiye bölünmüş haldeydi. Bir yanı bahar bahçe, öbür yanı kıtlık kıran felaketti adeta. Rafinerinin sitesi ayrı bir dünyaydı.
Yeşil alanlar, orkestra marifetiyle özel geceler, bahçeli evler, okullar, geniş asfalt caddeler ve ara yollar. Adeta ayrı bir dünyaydı.
Siteden şehre bir üst geçidin altından giriliyordu. Ve çamur deryasıydı şehir. İnsan düşünmeden edemiyordu. Nasıl olurdu da bulunmuş bir yer altı kaynağı olan petrolün yarattığı devasa zenginlik bir şehrin gündelik hayatına hiçbir artı değer yaratmaz, katmazdı.
Şehir ve site nasıl böylesine birbirine yabancılaşırdı. Tam bir sosyolojik araştırma konusuydu. Uzun yıllar sonra daha yakın dost olacağım Şuayip Adlığ’ı o yıllarda tanıdım.
Türk Haberler Ajansı’nda (THA) yerel muhabir olarak çalışıyordu Şuayip Adlığ. Yılmaz Güney’in “Yol” filminde asistanlık yapmış sanata sevdalı genç bir adamdı. Gönül verdiği fotoğraf makinesi ile siyah beyaz fotoğraflar çekiyordu. Sıkça görüşüyorduk.
Bir gün elinde bir tomar fotoğrafla Kaymakamlık yazı işlerine geldi ve “Bir fotoğraf sergisi açmak istiyorum, ilk sergim olacak” dedi Şuayip Adlığ. Desteğimi istedi. Stajyer Kaymakamdım Batman’da ve Batman o yıllarda ilçeydi.
Batman’dan ve Hasankeyf’ten, Şikeftan’dan çekilmiş karelerdi onun fotoğrafları. Sosyal hayata dair kareler de vardı. Hemen deyip hazırlıklarımızı yaptık.
12 Eylül yılları ve her şey izne tabiydi. Üst yazı ile evrak Siirt Valiliğine gitti. Vali, Emniyet Müdürlüğü’ne havale etti. Emniyet sergilenecek fotoğrafların tümünü istedi.
Bir iki gün sonra Milli Eğitim Müdürlüğü’nden istenen bir bilirkişiyle yazı geldi, fotoğrafların bir kaçının dışında neredeyse tüm fotoğraflar sergi için uygun görülmemişti.
O kızgınlıkla Siirt’e gidip kendisiyle Siirt’e gittiğimden beri yakın desteğini gördüğüm vali yardımcısı Ruhi Paker’e konuyu açtım ve birlikte Valiye çıktık.
Tesadüf bu ya! Aynı günlerde Şakir Eczacıbaşı’nın fotoğraf sergisi basının gündemindeydi. Dedim ki valiye; “Bu ülkede sanatla uğraşmak için illa ki insanın soyadının Eczacıbaşı mı olması gerek sayın valim”.
Vali Musa Atik’ti, düzgün hakkaniyetli biriydi. İlk Kaymakamlığını Şemdinli’de yapmıştı. Hatta Muzaffer Edost’un Şemdinli Röportajı kitabında da adı geçer.
“Dur hele, ne oluyor…” filan dedi vali. Ardından meseleyi anlattım. Çağırdı Emniyet Müdürünü meseleyi sordu ve “çözün bu işi” dedi.
Gün içinde sergi fotoğraflarının içinden bir tek fotoğraf çıkarılmak kaydıyla diğer tüm fotoğraflarla sergiye valilik izni çıktı.
Uygun görülmeyen o fotoğrafa bir daha bakmıştım o yıllarda “yoksulluğu çağrıştırıyormuş”! Yoksulluk tehlikeli bir işmiş. “Sınıf meselesi” filan dedi müdür.
Sergi Batman çarşısının içinde meydana bakan belediyeye ve halk eğitime ait bir yer olduğu ifade edilen mekânda açıldı. İyi de oldu. İlk ziyaretçisi de bendim. Sonra o 12 Eylül 1980’li yıllarla birlikte Şuayip Adlığ’ın yolu şehrinden ülkesinden çok çok uzaklara düştü. Onun eşi ve dokuz çocuğunun kendisinden sonra Fransa’ya gidişinin hikâyesi ne kadar meşakkatli olmuştu, bilirim.
İşte, Şuayip Adlığ’ın uzun yıllar sonra Fransa’da vefatı ve defini sonrası ilk aklıma gelenler.
Ruhu şad olsun…
(EMK)