Görsel: Benjamin Batton'ın Tuhaf Hikayesi filminden alındı.
Anlamak dediğimiz eylem, zamanı durdurmakla olanaklı. Episteme - ἐπιστήμη (Yunanca) , vakafe - وقف (Arapça) verstehen (Almanca) understanding (İngilizce) dillerinde de anlamak ile durmanın anlam bağı var. Peki durdurabileceğimizi iddia ettiğimiz varlık ya da şey nedir? Yani "Zaman" nedir?
Augustinusa’a göre hiçbir şey olmamış olsaydı geçmiş, hiçbir şey olacak olmasaydı gelecek olmazdı. Geçmiş, geçmişte kaldı; gelecek henüz gelmedi. “Şimdi” dediğimizde bile olan geçmişe karışıyor ise biz nede / nerede yaşıyoruz? Zaman dediğimiz şey nedir? Şüphesiz hiçbir şey olmasaydı şimdi olmazdı. Ama varız…
Bu var olmak zamanla birlikteyse bu nasıl bir var olmak? Zamanı uzamsız düşünenemek, insanın en önemli limitleri arasında. Belki de insanı trajik bir varlık kılan limitlerin başında bu gelmekte. Zihnin anı bölerek anlama metaforuna benzer biçimde gerçekliği karelere bölerek resmeden sinema benzeşmesinden hareketle Tarkovski işte tam da bu nedenle sinemanın -aslında bir tür anlar toplamı olarak yaşamın- özgül yanının “zamanı mühürlemek” olduğunu söyler. Ona göre sinema, zaman heykeltraşlığıdır.
Bitimsizlik
Batı düşüncesinde zamanın başlangıcı vardır; sağduyu, zamanın doğrusal olduğunu söyler ama ‘kadim’ öğretiler, Hegel, modern fizik zamanın bükülebildiğini söylüyor. Zaman, bu nedenle modern zamanlara değin doğrusal olarak görülegeldi oysa artık onun bükülebilir olduğunu biliyoruz.
Hegel, “Başlangıç son, son başlangıç.” derken zamanın doğrusallığını sorunsallaştırır. Zamanın sarmallığı, onun bitimsizliğini de imler. Hayat, bu bitimsizlik içinde yaşanır. Bir karadelikten dünyaya bakabilseydik, hem dinazorları hem İkinci Dünya Savaşı’nı hem de bugünü aynı anda görebilirdik.
İnsanın en büyük trajedilerinden biri sonsuz olan hayatı sınırlı ömrüne indirgeyerek kavramak eğiliminde olmasıdır. Oysa bu beyhudedir. Böylesi bir eğilim, belki de kaçınılmazdır. Çaba, şüphesiz yerindedir. Kaçınamayız da. Bunun beyhude olduğunu düşünürüz.
Fakat Zenon’un paradoksunda da her zaman yolun yarısını tamamlaması gereken okun hedefe ulaşmaması gerekir. Doğrudur da bir bakıma. İşte sonsuzluğu anlama aracı olarak zaman tam da bu işe yarar. “İnsanın, bu sınırlı varlığın, sonsuzluğu kavrama aracı zamandır.” denebilir.
Tanrı, zamanın dışında bir varlık tasavvuru olarak da tanımlanabilir. İnsanın tanrısı -“insanın tanrısı” diyoruz çünkü insan dışında hiçbir türün tanrısı yok-, bir bakıma sonsuzluğun kişileştirilerek anlamlandırılmasıdır. Zamanı düşünmek, kaçınılmaz biçimde tanrıya, tanrı da şüphesiz, dine götürür. İnsan, doğasını kaybettiği için trajiktir. Trajikliği, anlam aramasının da temel dinamiğidir.
Din de sanat da belli bakımlardan bilim ve felsefe ile birlikte insanın yaşama, doğaya yöneliminin anlama araçlarındandır. Bu sonsuzluğu sınırlı vbarlık olarak anlama çabasının kendisi özü gereği paradoksal bir yapıya sahiptir.
“İnsanın, dine ihtiyacı vardır.” dedik çünkü trajiktir, evrimle birlikte doğasını keybetmiş, bilincinin dışına itmiştir. İnsan, evrim sürecinde doğanın yerine kültürü giyinir.
Anlam, teninin efendisi olan tinini yaratır. İşte bu tinin ete kemiğe bürünme biçimlerinden biri de dindir. İşte bu nedenle Karl Marx, Hegel'in Hukuk Felsefesinin Eleştirisine Katkı’da bu olguyu şöyle dillendirir: "Dini ıstırap, bir ve aynı zamanda, hem gerçek ıstırabın ifadesi hem de gerçek ıstıraba karşı bir protestodur. Din, ezilen yaratığın iç çekişi, kalpsiz bir dünyanın kalbi, ruhsuz koşulların ruhudur. Kitlelerin afyonudur." Anlama çabası öylesine büyük bir işe kalkışıyor ki bu işin getirdiği acıyla mücadele aracı olarak ayfona ihtiyaç duyuyor.
Sonsuzluğu kavrayamadığımız için yaratıyoruz tanrıları. Delege ediyoruz irademizi tanrılara. Sisli kalan her noktayı tanımlayarak tamamlamak eğilimdeyiz.
Anlama ihtiyacı
Bu da ancak zamanı durdurmakla olanaklı. Anlama konusu yaptıklarımızın aralarında örüntü görmedikçe huzursuzluğumuz derinleşiyor.
Bütüncül, kuşatıcı bir Anlatı sunan dinler bu nedenle bir tür anlama üniforması olarak kitlelerce kolayca alınıp giyilir. Oysa limitler içine sıkıştırılan evren, insan için olgudan, deyim yerindeyse sonsuzluktan bir tür kaçışı imler. Bu kaçışın kaçanılmaz sonuçlarından biri de metafizik yaratmak olsa gerek. Metafiziği ören her öğe birer pranga olup insanı tanımlı bir evren içine alıp deyim yerindeyse köleleştirir.
“Zorunluluğun bilinci özgürlük, gerekliliğinse ise köleliktir.” diyor filozof. Yerinde. Akış döngüsel, her an yeni bir form kazanarak akıyor istikametine yön vermek kaos teorisi gereği beyhude bir çaba. Bu nedenle ölümü de kavrayamıyoruz. Oysa ölüm yok. Ölüm, insanın fantezide yarattığı imgeyi oguya zerkidir. Ölüm, akışkanlığın içinde bir kesit ya da momenttir. Ne zaman ne de yaşam herhangi bir moment(in)e indirgenebilir. Ölüm, bir iddiadır. Zamanın dondulması sonucu alınan sonsuz kesitten yalnızca biridir.
Anlam arıyoruz. Olguları anlam dünyamıza dahil ettiğimiz ölçüde dünya ya da Evren kapılarını açıyor bize o nedenle Aristoteles, Metafizik adlı kitabına şu tümceyle başlar: “Bütün insanlar, doğaları gereği bilmek ister.” İnsan, varoluşu gereği bilmek ister yani bilmeyi arzular. Bu arzu canlı olmaklığımızın gereği ya da türevidir.
Yaşam, ne olana ne olmakta olana daha doğrusu herhangi bir momentinden ziyade toplamı olan sonsuzdur ve devinir. Bilinç de bu devinmle birlikte aktığı ölçüde onunla birleşir, onda erir. Akışın karşısında indirmek ya da durdurmak var. Oysa, durdurduğumuz an kopuş gerçekleşir.
Günün sonunda anlamak ihitiyacındayız. Akış, anı, dondurmamızı güçleştirir. Anlamak, hapishane/miz. Tanımlı dondurulmuş bir evrene sıkıştırmak kendimizi de hayatımızı da. Anlamdan soyunmak olanaksız.
Umut gibi dilkek de yaşama içkindir. Ve bunlar, özleri gereği arzuya dayanır. Tanrı bir bakıma kökensel olarak bu arzunun türevidir. Tanrı yaşamdır. “Tanrı, insanın yaşamı üretmesiyle birlikte -eşzamanlı- beliren bu yanıyla da yaşamla özdeş bir varlıktır.” Tanrı, yaşam olduğu gibi yaşam da tanrısaldır. Onu reddetmek, anlamı dışlamaktır, bu ise yerçekimini ihmal etmekle eşdeğerdir. Tanrı derken belli bir dinin belli bir tanrısını kastetmiyorum.
Tanrıdan, insanın ontolojik anlamda ürettiği bir kategorinin kuşatıcı varlığı -o mükemmel varlığı- anlıyorum. Tanrı, bu nedenle de Zamandır. İkisi de özleri gereği sonsuzdur. İnsan, işte bu sonsuzluğu kavrayamaz.
O nedenle de tanımlanmış bir evrene ihtiyaç duyar. Anlatı, işte bu tanımlanmış evrendir. Zamanı mühürlemek, kaderimiz. Amor fati belki de insanın - bu anlama hapsolmuş öznenin- tek avuntusu. Bu nedenle bu trajik durumun panzehiri carpe diem.
Özgürlük, sonsuzluğu kavramakta. Özgürlük, zamanın baskısını paranteze alıp akmakta. Özgürlük, yaşamla sonsuz döngü içinde hemhal olmakta. Özgürlük, kültürün zaman dolayımıyla giydirdiği tini yırtıp atmakta. Özgürlük, insanın tince içine tıkıldığı anlam kalebentini yıkmakta. Özgürlük, cesurca eylemekte.
(MVB/EMK)