Bu konunun aynı zamanda "sol ile toplum arasında kurulacak organik bir bağın hangi temelde olması gerekir?" sorusunu da içerdiğini de söyleyen Keyman, "özgürlükçü sola merkez-sağ partilerden farklı ve özgün bir siyasal aktör, bir toplumsal hareket, bir ideoloji niteliği verecek ana alanın sosyal adalet alanı olduğunu" belirtiyordu. Sağ ve liberal partilerin sosyal adalet sorununu birincil önemde görmediklerini, yapısal ve uzun vadeli yaklaşımlar yerine kısa erimli ve yapay çözümlere dönük olduklarını, bu alanı dönüştürmek iddiası ile topluma yaklaşan, bu alanı kendi söyleminin kurucu öğesi haline getirenin "özgürlükçü sol" olduğunu vurguluyordu.
Keyman, solun sosyal adalet alanına yaklaşırken bu alanın karmaşık ve çok boyutlu olduğunun farkındalığı ile hareket etmesi gerektiğine, eşitsizlik sorunu ile dışlanma sorunun iç içe geçtiğine işaret ediyordu. Keyman'a göre sol bir siyasetin uygulama anahtarını siyasal temsil alanının demokratikleştirilmesi, kimliklerin tanınması, siyasal katılımın desteklenmesi ve vatandaşlık haklarının geliştirilmesi oluşturuyor. "Sosyal adalet" kavramının sol politikalar için nasıl bir "uygulama" alanı oluşturduğunu göstermesi açısından bu tartışmanın önem taşıdığını düşünüyorum.
Sağ politikalar açısından eşitsizliğin, dışlanmanın, yoksulluğun failinin görünür olmadığı düşünülürse, siyasette önceliğin sivil toplumla yeni bir bağ kurma çabasına verilmesi, solu farklı kılan en önemli unsur. Sol bir siyasete yön veren önceliklerin başında eşitsizliği yeniden üreten sivil toplumla ilişkileri dönüştürmek geliyor.
Eşitsizlik, dışlayıcı bir işlev gören siyasal temsil aparatı tarafından üretiliyor
Keyman'ın bu siyaset açınımının geçmişte daha çok "sosyal demokrat" partilere getirilen önerilerden temel bir farklılık taşıdığını düşünüyorum. Bu yaklaşımlara göre sol partilerin sorunu -sürekli önerildiği halde fiiliyatta bir türlü gerçekleşemeyen- "temsil etme" meselesiydi. Sol partilerin de -sağ partiler gibi- "tabanda" örgütlenmesinin gereğine işaret ediliyordu. (Bazılarının seçimlerden sonra söyledikleri hâlâ kulaklarımda: "Ama onlar kapı kapı, ev ev dolaştılar...")
Bu sonuca göre solun çıkaracağı ders şu olmalıydı: "Sahi neden biz de aynısını yapmıyoruz?" Onlara göre merkezi paylaşmayı amaçlayan "sol"un etkinleşmesi için "sivil toplumu temsil etmesi" yeterliydi. Bu eleştirilerde bir türlü dile gelmeyen sorun, solun yalnızca temsil ettiği kitleler açısından sağdan farklılaşmasının imkansızlığı. Sol için ayırt edici olan, son zamanlarda bir tür "sol" tarafından savunulduğu gibi, yalnızca temsil edilen kitlelerin çeşitlendirilmesi de değil.
Sağ siyaset gücünü yalnızca zenginlerden, yönetici sınıflardan, ya da muhafazakar kesimlerden değil, sivil toplumdan alır ve bu temsil iddiası ile eşitsizlik üzerine kurulu bir iktidar biçimi yaratır. Sağ politikalarda "cezbedici" olduğu kadar belirleyici olan da bu sorunsallaştırılmamış temsil ilişkisi. Bu nedenle sağ partilerin yalnızca zenginleri, kapitalistleri, yönetici sınıfı temsil ettiklerini varsaymak ne kadar yanlış ise sol partilerin de yalnızca emekçileri, yoksulları temsil ettiğini varsaymak da o kadar yanlış. "Sivil toplum"u temsil etmek sanıldığı gibi solun bir iddiası değil, sağın bir özelliği. Eşitsizliğin failini gizleyen sağ partiler gibi sol partilerden sivil toplumla ile benzer bir temsil ilişkisi kurması ve yoksul, dışlanmış, ayrımcılığa uğramış kitleleri bu şekilde siyasette temsil etmesi beklenemez. Keyman da yazısında solun, sağ gibi sivil toplum ile bir temsil ilişkisi kurmasının yeterli olmadığına işaret ediyor.
Sol, eşitsizliği doğallaştıran sis perdesini ortadan kaldırmayı ve sivil topluma kendisi olma, kendisini ifade etme imkanı tanımayı ve bunu geliştirmeyi amaçlar. Dolayısı ile sol politikaların ayırt edici özelliği sağa rakip bir kitle tabanı oluşturmak değil, eşitsizlik yaratan siyasal temsil biçimini dönüştürmek, demokratikleştirmektir. Sol eşitsizliğin güç ilişkilerinin kendisinde olduğu bilinci ile hareket eder ve temsil edilenlerin temsil edenler üzerinde etkili olması için çalışır. Bu nedenle sol bir sivil toplum kesiminin temsiline değil, farklı kamu yararı kavramlarının temsil ve müzakere edilebileceği modern bir sivil toplum-devlet ilişkisine yönelir. Sol bir siyasetin amacı sivil toplumun "siyasal özne" olmasını sağlayacak temsil araçları geliştirmektir. Sol bu amaçla tek bir kamu yararı kavramının değil, farklı kamu yararı kavramlarının tartışılabileceği yeni bir kamusallık biçimini savunur. İşte bu nedenle sol bir siyasetin bir toplum kesimini temsil etmekten öte bir anlamı olduğu söylenebilir. Bu sivil hakların gözetilmesine, yönetim erkinin görelileştirilmesine, yani temsil edilenlerin temsil edenler üzerindeki haklarının tanımlanmasına dayanan ve sürekli kendisi üzerine düşünen bir siyasallaşma biçimidir. Sol, sağın kamu fikrinin özelleşmesine ve sivil toplumla özdeşleşmesine dayanan modernleşmemiş siyasal temsil ilişkisini sorgular. Eşitsizliğe, ayrımcılığa karşı bir politika geliştirmek için -eğer böyle bir ayırt edici amacı varsa- solun bu temsil kavramını sağdan ödünç almak yerine farklı kimliklerin, farklı kamu yararı kavramlarının temsiline dayanan kamusal bir rol oynamasından başka bir siyasal seçeneği olamaz.
Sorun temsil biçiminin sağdan ödünç alınması
Şimdi gelelim geçmişte "sol" adına ortaya çıkan siyasal hareketlerin sivil toplumla farklı bir temsil ilişkisi kurulmasındaki zorluklara. Galiba asıl sorun 'sol' olarak karşımıza çıkan siyasal hareketlerin bir bölümünün yönlendirici güdülerini -çok partili döneme geçildikten sonra gelişen- "siyasal popülizm"in karşısında iktidar alanını kaybeden uzman elitlerin tepki hareketine yaslaması. Bu hareketin "dışlananların, ezilenlerin, yoksulların temsilcisi olma" misyonu ilişkili olduğu söylenemez. Bu hareketler çoğu zaman "solcu" kimliği altında siyasallaşmadan, yani yüzünü kitlelere dönmeden yönetime talip oldu.
Hatta zaman zaman halkın inançlarını, düşüncelerini 'gerici' kabul etti ve kendini -sağ tarafından baştan çıkarıldığını düşündüğü- kitleleri değiştirmeye adadı. Bu yüzden sürekli olarak kendi kamu yararı anlayışını sağın sözde temsil ettiği "siyasal meşruiyet"in karşısına yerleştirdi.
Sağ ise sürekli sivil toplum aidiyeti kazanarak, siyasal sembolik alanın içine kapanan bu tepeden inmeci hareketi kolaylıkla izole edebildi. Dolayısı ile bu devletçi "sol" bir taraftan siyasal popülizme karşı çıkıyormuş gibi gözükürken, siyasal alanın daralmasına hizmet etti. Bu hareket diğer taraftan sağ gibi, siyasetten dışlananları merkeze taşıyan dinamik bir değişim/dönüşüm de geçiremedi. Bu nedenle bu elitlerin siyasete en yakın gözüktükleri anda bile siyasetsizleştikleri görülebilir. Bu siyasal hareketler "halk için" çalışan, "halk için" düşünen, "halk için'"hisseden bir siyasal özne kimliği ile kendi sivil toplum aidiyetini kitlelere mal etmeye çalıştı.
Merkezin dışında yer alan bu "sol" hareketlerin iktidardan uzak olması, iktidardan bağımsız olmaları veya iddia ettikleri gibi "alternatif bir politika" üretmeleri anlamına da gelmedi. Bu "sol" halkı temsil ettiğini iddia ederken, gerçekte halk yerine geçen bir "kurmaca özne"ye seslendi ve halktan söz ederken genellikle kimliği, kişiliği olmayan bir halktan söz etti. Kendi sivil toplum aidiyetinden hareketle, adeta sivil toplumla rakipleşmeye dayanan kurmaca kimlik oluşturmaya çalıştı. Dolayısı ile bu "sol" hareketlerde halkın kimliğinin, kişiliğinin olmamasının nedeni, temsil ettiği öznenin halkın kendisi olmamasıydı. Bu nedenle siyasal merkezin dışındaki bu "sol", merkezin dışındaki sağ gibi kolayca kitleselleşemedi. Çevreden merkeze doğru yer değiştiren sağ partilerin yaptığını da yapamadı. Dolayısı ile bu meselenin bir ucu bugün bu "sol" partilere dokunuyorsa, meselenin diğer ucu da kendi kamu yararı kavramını halk adına siyasete taşımaya çalışan bu elitlere dokunuyor.
Sol temsil sorununa geçici değil, kalıcı bir çözüm getirir
Sağın eşitsizliği yeniden ürettiği, eşitsizliğin yer değiştirmesi ile kapsayıcı hale geldiği ve bir dinamizm yarattığı düşünülürse, bu noktada sorgulanması gereken tam da bu yerine geçme ilişkisidir. Sağ açısından bu özdeşleşmeci siyasal temsil biçimi bir sorun değil, amaçlanan bir siyaset yapma biçimidir. Sağ temsil sorununu sivil toplumla özdeşleşerek ve geçici olarak çözer. Bu nedenle merkeze yerleşen ve seçkincileşen sağ siyasal elit, merkezin dışında oluşan yeni bir özdeşleşmeci dalga ile kuşatılır. Sağ için süreklilik taşıyan, bir ölçüde, kuşatanın kuşatılana dönüşmesi, eşitsizliğin yer değiştirmesidir. Bu nedenle sol bir siyasetin öznesinin bilinçli ve kalıcı olarak siyasal sembolik alanın dışında ve sivil toplumla etkileşim içinde kurulması gerekir. Sol bir siyasetin temelde değiştirmeyi amaçladığı sorun iktidarın bir sivil toplum aidiyeti kazanmasıdır. Sol siyasal sembolik alanı göreli ve görünür kılarak bir farkındalık bilinci yaratır. Bu nedenle solun sağın yarattığı temsil yanılsamasına süreklilik taşıyan siyasal pratiklerle cevap vermesi ve kendisini yeniden üreten eşitsizlik sorununa geçici değil, kalıcı bir çözüm getirmesi gerekir. (KG/TK)