* Fotoğraf: Engin Akyurt / Pixabay
Engelliğin tanımını yapar mısınız şeklinde bir soru yöneltsek 83 milyona, 83 milyon ilginç cevapla karşılaşırız. Bu cevapların birçoğu büyük ihtimal arabesk soslu acıma duyguları ile kibirli üstenci bir tavır arasında kalan çizgide gelir gider. Tehdit edici, aciz, yük, zavallı, muhtaç, yetersiz, beceriksiz, deforme olmuş bu tanımlamalardan bazılarıdır. Toplum, engellilik söz konusu olduğunda durması gerektiği doğru yeri, bir türlü konumlandıramaz zihin dünyasında.
Engelliliğin tanımını yapmak gerekirse, engellilik hakim ideolojilerin belirlediği idealize edilmiş prototipten sapmadır diyebiliriz en yalın haliyle. Başka bir ifade ile çoğunluk olarak hakim olan durumun azınlık olarak gördüğü gruba hakimiyeti. Çoğunluğun normallik algısının kabulü…
Nedir bu normal?
Çoğunluğun normallik algısı önermesi doğru mu acaba? Bir an için doğru olduğunu varsayalım. Bu bakış açısı ile down sendromu olan öğrencilerin olduğu 20 kişilik bir sınıfa, toplumun normal olarak gördüğü bir öğrenciyi yerleştirelim. Ve yukarıdaki önermeden hareketle soralım. Çoğunluk normal ise bu sınıftaki hangi öğrenciye normal diyeceğiz? Down sendromlu öğrenciler mi normal, normal olan öğrenci mi “anormal”? Yoksa down sendromlu öğrenciler anormal, normal olan öğrenci mi normal? Yukarıdaki önermeyi kabul edersek down sendromlu öğrenciler normal, diğer öğrenci anormal olmalı bu durumda. Toplumun genel kabulle çoğunluğu normal sayma önermesinin kendisi zaten anormal bir tespittir. Normallik… Kime göre normal? Kime göre anormal? Normalliği kim belirler?
Sanayileşme ve kapitalizm, tarihsel süreç içinde engelliliğin kültürel inşasında rol oynadı. Engelliliğin inşası sosyal yaşam içinde belirli şekillerde oluşur. Zihinsel inşa, dilde inşa ve sosyal organizasyon içinde inşa olarak bir çerçeve çizmek doğru olacaktır.
Zihinsel inşa, sorunun en temel yapıtaşıdır diyebiliriz. Toplum içindeki bir türlü aşılamayan önyargılar, olumsuz tanımlamalar, üstenci tavırla, acıma duygusu ve bazen de görmezden gelmeler, hep bu temelden beslenerek inşa olur.
Nörobilimin yaptığı çalışmalarla öğrendiğimiz ve zihnimizin işleyiş mekanizmasını açıklayan bilgiler bu zihinsel inşanın nasıl gerçekleştiği konusunda bize fikir verir. Nörobilim, davranışlarımızın yüzde 95’inin bilinçli olmayan zihin kayıtlarından geldiğini söylüyor. Yaşamımızın ilk yedi yıl devasa işlemcili bir bilgisayar gibi kayıt alıyor. Bu kayıtlar zihnimizin bilinçli olmayan bölümünde toplanıyor. Bilinçli zihin halinde yani farkındalıklı ve uyanık bir halde değilsek, otomatik olarak bu kayıtların bilgisi ile davranış modelleri sergiliyoruz.
Biz bu bilgilere yeni yeni ulaşırken bir yanılsama içinde olmayalım. Zira kapitalist sistemin hizmetine giren sosyal bilimler, toplumsal doğayı kendi laboratuvarı olarak kullandı ve insan zihnini uzun yıllardır programlamayı başararak bu çarpık sistemi var etti.
Kapitalist sistem tarihsel süreç içinde bu yöntemleri kullanarak zihinlerimize, sisteme hizmet edecek ideal beden yapısını formatladı. Etik estetikten uzak, kişinin kendisi için puta dönüştürdüğü abartılmış bir beden algısı. Sistemin idealize ettiği beden algısını bir sopanın ucuna bağlanmış havuca da benzetebiliriz. Son tahlilde tavşanın yakalamak için hiç durmadan koştuğu, koştukça yorulduğu lakin bir türlü yakalayamadığı bir havuç. Havucun ulaşılamaz olması çok anlaşılırdır. Zira asla doyurulamayan bu tatminsizlikten koskoca moda ve kozmetik sanayi ve onlara bağlı yan sektörler yıllardır artan bir servet var etti. Sonu gelmeyen estetik ameliyat bağımlılığı da narsistleştirilmiş beden algısının dışavurumundan ve farklı bir sermaye birikimine hizmetten başka bir şey değil. Kapitalist sistemin yarattığı sanal yaşamlardaki normal kabul edilen bedenler; ideal ölçülere sahip ve cinsel olarak metalaştırılmış kadın bedenleri ile adeta iktidarın sembolü haline getirilen kaslı erkeklerdir. Sistem kitle iletişim araçları ve popülist sunumlarla bu ideal beden algısını zihinlere yerleştirir. Engellilik, toplumun bilinçli olmayan zihindeki bu ideal prototipten sapmadır. Onun zihin dünyasındaki ideal ölçülere uymaz ve kabul edilemez. Farkındalık halinde uyanık bir zihin ile bakmayan bireyin bilinçsizlik hali devreye girer ve kusurlu gördüğü bedeni anormal olarak damgalar. Onu kabullenmekte zorlanır. İşte bu işleyişle engellilik, zihinsel olarak inşa edilir.
Toplumun kolektif zihin yapısının isteğe göre formatlanması sadece engellilik konusu için uygulanmaz. İnançlar, ırkçılık ve cinsiyetçilik gibi her türlü oluşturulan ötekileştirme aynı sistematik mekanizma ile gerçekleştirilir. Sistemin hakim normallik algısı kendini var etmek üzerinden kurgulanır. Hakim ideolojilerin oluşturduğu normalliğin kendisi patolojiktir.
Engelliliği çoğu kez dilde inşa ederiz. Kullandığımız dil, zaten zihnimizin aynası değil mi? Birçok siyasetçi, sanatçı, düşünür ve gazeteci, yazarken veya konuşurken engelliliğin dilde inşa edilmesine katkı sunar. Hiç farkında dahi değildir. Bilinçli olmayan zihin devredeyken yüzde 95’lik kayıtlardan konuşur zihin.
Örnek verecek olursak “Mevcut kısır, bencil, kör, neo-liberal demokrasinin, radikal demokrasiyle aşılmasından bahsediyorum” şeklinde bir cümle kurmuş köşe yazarı, sonra aynı yazı da ‘‘Söz konusu olan tam bir körlüktü. Bu bir Çin hastalığı, Çinliler zaten buna alışkın ya da İran’ a vardı ama bize gelmez körlüğüyle yola çıkıldığı için…” gibi ifadelerle yazısını belki daha etkili hale getirmeye çalışmış. Bilgi ve birikimlerine değer verdiğimiz figürlerin farkında olmadan dilde engelliliği inşa etmeleri…
“Kör iktidar”, “Kör ve sağır olmuş toplum”, “Kötürüm toplum”… Hemen hemen her gün basında okuduğumuz köşe yazılarının içinde uçuşan cümleler. Kapladıkları yer küçücük fakat etkileri kocaman. Kahir ekseriyetle bu kelimelerin kullanışı, yazarın anlattığı olumsuz bir düşünceyi ifade ediş amaçlıdır. Olumsuzluğu perçinlemek ister. Bunu yaparken toplumdaki engelli bireylerin fiziksel durumlarına karşılık gelen tanımlamaları kullanması, toplumun kolektif zihin dünyasında engelli bireyi olumsuzlukla eşleştirir. Ve bu şekilde engellilik, dilde inşa edilmiş olur. Körlük, sağırlık, kötürümlük eşittir olumsuzluk. İşin en ilginç yanı ise kullanılan bu kelimeler kuruldukları cümle içinde anlamı desteklemez aslında. Zira yaşanan ve yaşatılan olumsuzluklar genellikle, bile isteye yapılır muhatapları tarafından.
Sosyal organizasyon içinde inşa ise diğerlerinden farklıdır. Zihinsel ve dildeki inşa, yaparak hayata geçirilirken, sosyal organizasyondaki inşa da yapmadıklarımız devreye girer. Sosyal yaşam içinde eşit yaşam hakkı tanımadığımız engelli bireyleri görmeyiz. Önemsemeyiz. Yok farz ederiz. Ve bu şekilde kaldırımlara rampalar, sarı şeritler, trafik ışıklarına seslendirme, asansörlere Braille alfabesi ile ayrı bir düzenek ve otoparklar yapmayız. Yaptığımız otoparklara engelli bireylerin gereksinimi olduğunu, kaldırımlardaki rampaların işlevselliğini düşünmeyiz. Bu ülkede bizimle birlikte yaşayan işitme engelli bireyler olduğunu hatırlamaz, haber alma haklarını önemsemez ve onlarla iletişim kurmak adına işaret dilini öğrenmeyi aklımızın ucundan dahi geçirmeyiz.
Toplum engelliliği sosyal olarak yaptıkları ve yapmadıklarıyla inşa eder. Mevcut kültürün insan bedenine atfettiği anlam engelli bireylerin o kültürdeki durumu ile doğrudan bir etkileşim halindedir. Sorunun kaynağı engel durumu değil, engellenmişlik durumu ve bunu inşa eden sosyal ve kültürel faktörlerdir.
En iyi girişimler dahi “Hepimiz bir engelli adayıyız” cümlesi ile gölgeleniyor. Evet yaşadığımız coğrafyada GDO‘lu tarım, ağır metal zehirlenmeleri, iş kazaları, trafik kazaları, genetik aktarımlar, yanlış sağlık uygulamaları, yetersiz beslenme, yoksulluk düşünüldüğünde “normal” olarak görülen alandan, bu alana geçmek için dakikalar ve hatta saniyeler yeterlidir. Ve fakat bir ihtimalden dolayı değil, insanlık ailesinin bir üyesi olarak tüm farklılıklara saygı duyulması ahlaki ve politik bir sorumluluktur. İleri demokrasilerde farklılıkların çeşidi ne olursa olsun herkes eşit yurttaşlık haklarına ve özgürlüklere sahiptir. Onurlu bir varoluş ve onurlu bir yaşam her insanın hakkıdır.
Peki sizin engelliniz kim? Cevap çok karmaşık değil aslında. Bu sorunun gerçekçi yanıtını verebilmek için samimi olarak kendiyle yüzleşmesi gerekir insanın. Farz edelim engelli bir birey gördünüz. İşte o ilk anda hızlıca bir his belirir duygu dünyanızda. O his ile buluşun. O his hangi kelimeye karşılık geliyorsa sizin engelliniz de odur işte.
Kendi hırsları, karlılığı ve doymak bilmez aç gözlülüğü ile dağları, ovaları, akarsuları, okyanusları ve hatta atmosferi kirleten, yok etmekten imtina etmeyen şirketler ve sermayenin hüküm sürdüğü bir zaman diliminde yaşıyoruz. Bir yandan yaşadığımız doğayı, bir yandan da bedenlerimizi kirleten bu sistem, bilinçli olmadığımız anları kollayarak tüm çöplerini zihnimize boşaltıyor. Bazen hiç farkında olmadan zihnimizin ezberlerinden geliyor bazı davranışlar. Bedenimizi, evimizi, çevremizi temizlediğimiz gibi, temizlemek gerekiyor zihnimizi. Öylece oturup muhabbet etmek kendimizle. Farkındalık içinde ve samimiyetle. Ve değiştirmek kendimizi dünyayı değiştirmeden önce… (HBÇ/AS)