Kasım'da yapılan NATO zirvesinde varılan füze kalkanı anlaşmasını siyasal İslam ile Batı militarizmi gerici kutupları arasındaki "teröristler savaşı"nın yeni bir uğrağı olarak görmek olanaklıdır. Bir cümlede söyleyeceksek; aşağıda bazılarına değinilecek nedenlerden dolayı bu uğrakta Batı militarizmi uluslararası düzlemde düşüşteki siyasal İslam'a karşı bir zafer kazandı ve üstünlük elde etti.
İran'ın artan bölgesel nüfuzu
Füze kalkanı anlaşması yakın dönem bazı gelişmelere koşut irdelendiğinde bu sav açıklık kazanacaktır. Batı militarizmine karşı, ABD ordularının Irak'ı işgal ettikten sonra ABD'nin siyasal projesinin Irak'ta çıkmaza girmesi sonucunda, siyasal İslam dönemsel olarak üstünlük elde etmişti. Bu üstünlük İran'daki İslami rejimin gerek Irak'ta gerek bölgede etkisinin artması biçiminde kendini gösterdi. İsrail ordularının Hizbullah'a karşı başarısız 33 günlük savaşı ve saldırısı, bunu izleyen Gazza'ya saldırısı ve sonuç alamadan geri çekilmesi siyasal İslam'ın uğraksal üstünlüğünün öteki göstergeleri arasında değerlendirilebilir.
ABD'nin Irak işgali projesinin siyasal başarısızlığı Amerikan yönetim kliğinde yeni-tutucu politikacıların daha "ılımlı" politikacılarla yer değiştirmesi biçiminde belirdi. Obama yönetiminin ilk evresinde uluslararası alanda ABD'nin siyasal İslam'a ve devlet aygıtını elinde bulundurduğundan dolayı bu siyasal hareketin başını çeken İslam Cumhuriyeti'ne karşı belirli diplomatik ödünler vermeye eğilimi Batı militarist kampın bu dönemde uluslararası siyasal "istikrar"ı kurmak için siyasal İslam'la dönemsel de olsa anlaşmaya varma yollarını aramaya itti. Ne var ki iki gerici kutup arasındaki bu aşk-nefret ilişkisinin bir dengeye kavuşması çeşitli nedenlerden dolayı olanaksız görünüyor.
Siyasal İslam neden Batı'ya yaklaşamaz?
Bu nedenlerden biri siyasal İslam'ın yapısından kaynaklanmakta, ötekisi siyasal İslam'a (ve Batı militarizmine) karşın etkisini göstermektedir. Siyasal İslam'ın mayası Amerika-karşıtı ve İsrail-karşıtı siyasetle çalındı. Siyasal İslam her şeyden önce iki kutuplu dünyadaki siyasal dengelerden dolayı Sovyet kampına yakın duran Arap nasyonalizminin Filistin sorununu çözemeyişi ve Batı kampında yer alan İsrail karşısında yenilgiye uğramasının sonucunda ortaya çıktı. 1979 İran Devrimi ve bu devrimin İslami karşı-devrim tarafından bastırılması uğrağına kadar yine de toplumun siyasal düzleminin kıyısında yer alan bu hareket İran'da devrimin başarıya kavuşması olasılığı ve İran'da olası bir sol devletin kuruluşunu önlemek için bizzat Batı tarafından palazlandırılıp sola karşı siyaset alanının merkezine fırlatıldı.
İran 1979 Devrimi'nin kitlesel ve sol karakterinden dolayı devrim yalnızca gerici kitlesel bir seferberlikle başarılabilecekti. Bu da siyasal İslam karşı-devrim güçlerinin Amerikan-karşıtı ve İsrail-karşıtı sloganların borusuna daha güçlü üflemesini zorunlu kılmaktaydı. Bu nedenlerden ötürü siyasal İslam'ın Batı'ya ve ABD'ye yakınlaşmak üzere atacağı her adım çözülme sürecine gireceği anlamına gelir. Batı militarist kampının bütün "iyi niyetli" nükleer anlaşma tekliflerine karşı İslam Cumhuriyeti'nin çatışmayı sürdürme politikası da siyasal İslam'ın bu yapısının sonucudur.
Siyasal İslam içi çekişmeler
Siyasal İslam'ın bu özelliği, öte yandan, siyasal İslam'ın Batı militarizmiyle çekişmesinde uğraksal üstünlük elde ettiği dönemlerde "ılımlı" kesimlerinin de militanlaşması sonucunu doğurmaktadır. Erdoğan'ın Davos Zirvesi'nde "one minute" gösterisi, ardından İsrail'in kanlı baskınıyla hezimete uğratılan Mavi Marmara "çıkartması" siyasal İslam'ın bu uğraksal üstünlük elde edişi dönemlerine karşılık gelmektedir. Ancak dikkate alınması gereken başka bir nokta da siyasal İslam'ın türdeş bir siyasal hareket olmadığı ve farklı katman ve kanatları arasında üstünlük elde etmek için çekişme bulunduğudur. Siyasal İslam'ın bu parçalı yapısı Amerika ve İsrail karşıtı siyasetler gütmesini zorunlu kılan, yükselme ve militanlaşma dönemlerinde daha görünmezleşen ancak düşüş ve geri çekiliş dönemlerinde iyiden iyiye belirginleşen bir özelliktir.
Görülmeyen güç: Halk hareketi
Siyasal İslam'ın Batı ile istikrarlı bir ilişkiye kavuşmasını olanaksız kılan ve teröristler savaşının iki gerici kutbunun da hesaplarını altüst eden öteki öğe siyasetin üçüncü kutbunu oluşturan halk hareketidir. Yaklaşık bir buçuk yıl önce İslam Cumhuriyeti'nin çekişen kanatlarından birinin "seçim" hokkabazlığının da kurallarına uymayıp öteki kanada karşı "kadife darbe" girişiminde bulunması halkın rejimi devirme hareketinin baskısına tepki olarak gelişti. Kültür göreceliği ve çok-kültürcülük ideolojilerine de bulanmış Batılı siyasal gözlemcilerin sanrıları ve dünyayı tepetaklak gösteren savlarının tersine bir buçuk yıl önce başlayan kitlesel devrimci gösteriler "seçim" maskaralığına hile karıştırılmasına bir tepki değildi. Tersine, kadife darbe rejimi devirme hareketinin baskısıyla dağılan İslam Cumhuriyeti saflarını birleştirip bu hareketin olası devrimci yükselişine karşı durabilmek içindi.
İran'daki kitlesel devrimci ayaklanma siyasal İslam'ı İran'da, buna bağlı olarak bölgede ve dünyada daha güçsüz bir konuma itti. Rejimin "fitne"yi bastırdığı ve duruma egemen olduğunun bir yanılsama olduğunu görmek güç değil. Bunu hem İslam Cumhuriyeti'nin saflarının iyiden iyiye dağılmasında ve rejimin deyim yerindeyse itin iti ısırdığı duruma gelişinde hem de siyasal İslam'ın uluslararası alanda Batı militarist kamp ve yandaşlarına karşı geri çekilmesinde görmek olanaklı.
Siyasal İslam'ın gerileyişi
Uluslararası alanda siyasal İslam'ın bu geri çekilişinin birçok örneği bulunuyor. Bunlardan birkaçına bakalım: Lübnan Hizbullah önderi Hasan Nesrullah iki ay önce ortaya çıkan geçen yıla ait beyanatında-İran'daki yöneticileri kastederek-"bunların aslında Arap olduklarını" söylemesi siyasal İslam'ın Lübnan'da Batı yanlısı nasyonalizmin saldırısına karşı geri çekilişin ve savunma durumuna geçişin bir uğrağı olarak değerlendirilmelidir. Görünüşe bakılırsa nasyonalizmin "Hizbullah Acemlere boyun eğiyor" saldırısına karşı Nesrullah kendini savunup İran'daki mollalar ve yöneticilerin peygamber evladı olduklarından "kendilerinden", Arap ve "İslam dünyasına" ait olduklarını, böylece Hizbullah'ın İran'ın güdümünde olmasının ters bir durum olmadığını anlatmaya çalışıyor. Bu açıklamalar Hizbullah'ın Hariri suikastında Batı'nın ciddi baskısına maruz kalıp Hameneyi'nin de "tavsiyesiyle" konuyla ilgili bilgi ve belgelerini Batı'ya sunmasını yanına yerleştirildiğinde Hizbullah'ın ve dolayısıyla siyasal İslam'ın savunma konumuna geçtiği daha açık görünüyor.
Filistin'deki son seçimlerde Hamas'a karşı El-Fetih'in kazanması siyasal İslam'ın düşüş seyrinin bir başka göstergesidir. Hizbullah ve Hamas, İsrail ile son iki savaşın siyasal galipleri ve İslam Cumhuriyeti'nin bölgede etkinlik göstermesinin iki kolu bu dönemde ciddi güç kaybına uğradı. Hepsi bu değil; İslam Cumhuriyeti ve Suriye ABD, Batı ve İsrail'e ödünler vererek Irak ve Afganistan'da NATO politikaları doğrultusunda hükümetlerin kurulmasına "katkıda" bulundular.
İran'da İslami rejimin uluslararası tecridi
Öte yandan İran'daki devrimci yükselişin etkisiyle İslam Cumhuriyeti ile flört politikalarını kamuoyuna gerekçelendirmekte iyice zorlanan ve ilişkilerini gözden geçirmek, müzakerelerdeki tonlarını ağırlaştırmak durumunda kalan Batılı devletler, idama karşı uluslararası kampanyalar, özellikle de Sakine Aştiyani'nin idamına karşı kampanyayla kamuoyunun baskısıyla İslam Cumhuriyeti'ne karşı daha sert bir tavır takınmak durumunda kaldılar. Bunun pratikteki anlamı İslam Cumhuriyeti'nin siyasal yalıtılmışlığının artması, siyasal İslam'ın Batı ile çekişmesinde daha zayıf bir konuma yerleşmesidir.
BM Güvenlik Konseyi'nin yaptırımlarıyla siyasal açıdan soyutlanan ve harap olan ekonomisi neredeyse durma noktasına gelen İslam Cumhuriyeti kopardığı bütün Amerika ve Batı karşıtı yaygara ve görünürde baskıları iplemeyip nükleer programını sürdürmesine karşı 6 Aralık'ta 5+1 grubunun müzakerelerin yeniden başlaması için bütün koşullarını kabul ederek Cenevre'de masaya oturdu. Bunun yanı sıra ABD'nin baskıları bir yandan Avrupalı müttefiklerini arkasına almasını sağladı, öte yandan İslam Cumhuriyeti'nin Rusya, Çin, Türkiye ve Brezilya gibi uluslararası ve bölgesel geleneksel müttefiklerinin İslami rejimden uzaklaşmasına veya etkisizleşmesine yol açtı.
5+1 grubu ile doğrudan nükleer müzakerelerin yeniden başlaması ayrıca zaten pratikte meşruiyeti bulunmayan ve Türkiye'de siyasal İslamcı hükümet tarafından büyük bir başarı olarak sunulan uranyum zenginleştirme ve takas anlaşmasını biçimsel olarak da geçersizleştirdi. Bu, siyasal İslam'ın uğraksal yükselişinin de etkisiyle Mavi Marmara çıkartması ve "one minute" gösterisi yoluyla momentumunu ve radikalizmini artıran Türkiye'deki siyasal İslam'ın da bu yeni dönemde hizaya gelmesi ve uluslararası alanda etkisinin azalmasının bir göstergesi.
Füze Kalkanı: Batı'nın inisiyatifi ele geçirmesi
Füze Kalkanı anlaşması bu çerçevede incelendiğinde siyasal İslam ile Batı militarizmi arasındaki çekişmenin bu döneminde inisiyatifin Batı militarist kampın eline geçtiğinin, önümüzdeki dönemde siyasal İslam'ın düşüş sürecinin ivmelenerek hızlanacağının göstergesi olarak görülür. Türkiye'de İslamcı AKP iktidar yanlısı medyanın yaratmaya çalıştığı yanılsamaya karşı anlaşmanın gerçekleşmiş olması Türkiye'deki iktidarın başarısının değil ABD yönetiminin temsil ettiği ve başını çektiği Batı militarizminin buyruğunun gerçekleşmesinin göstergesidir.
Kalkan anlaşmasında İran, Suriye veya herhangi bir ülkenin adının geçmemsi Batı'nın özellikle İslam Cumhuriyeti ile nükleer müzakerelerinde belirginleşen "sopa-havuç" geleneksel siyasetinin bir değişkesidir. Bu kez doğrudan İslam Cumhuriyeti'ne, dolaylı yoldan siyasal İslami harekete gösterilen sopa füze kalkanı anlaşması, sunulan havuçsa ülkelerin adlarının geçmemesidir. Türkiye'deki iktidar da bu sopa-havuç politikasından nasibini aldı: Türkiye'deki iktidar füze kalkanı projesine boyun eğmekle ABD'nin önderliğini ve makro düzeyde siyasetin yönünün belirlemesini onayladı. Buna karşı ödül olarak ülke adlarının anılmamasıyla Türkiye'nin bölgede İslam Cumhuriyeti ile geleneksel işbirliğini -ama ABD'nin belirlediği ölçü ve sınırlar içinde-sürdürüp geliştirme olanağı sağlandı.
AKP'nin füze kalkanına katılmasının anlamı
Türkiye'deki İslamcı iktidarın füze kalkanı projesine dâhil olması siyasal İslam'ın uluslararası düzlemde geri çekilişinin parçasıdır. Bu geri çekilişin Türkiye'deki yansıması İsrail'deki orman yangını felaketi üzerinden diplomatik ilişkileri "yumuşatma" girişimlerinde de görülebilir. Batı militarist kampının siyasal İslam'a karşı üstünlük sağlamasının bir başka örneği de Wikileaks belgeleriyle ortaya çıktı.
Erdoğan'ın, İsviçre'de hesapları olduğu iddialarına karşı Davos gösterisindeki "sert" tavrını bırakıp "mazlumu" oynayarak hesabının bulunmadığına ant içmesi, belgeleri "dedikodu" olarak nitelemesi, bu nitelemelere karşı ABD dış işleri bakanlığı sözcüsü ağzından Erdoğan'ın dedikodu nitelemesini reddedip hesaplar konusunda "belgelerin içeriği konusunda yorum yapmıyorum" demesi ve "sessizliği" seçmesi, ardından da ABD ve Türkiye arasındaki yakın işbirliğinde söz etmesini de siyasal İslam'ın dönemsel düşüşü genel çerçevesinde ele almak gerekir.
ABD gerek füze kalkanı anlaşmasını dayatmakla gerek basına sızan belgelerde ortaya çıkan izlediği siyasetlerle Türkiye burjuvazisine ve iktidarına uluslararası burjuvaziyle entegrasyonun yolunun siyasal İslam'ın Amerika karşıtı politikalarından vazgeçmesiyle olanaklı olduğu mesajını göndermektedir. Bu ABD veya Batı'nın Türkiye'de İslamileştirme politikalarına, topluma gerici siyasetler dayatmaya karşı duracağı anlamına gelmemektedir. Ancak siyasal İslam'ın özsel bir öğesinden vazgeçmesi, yukarıda da değinildiği gibi, seferberlik gücünü yitirmesi, etkisizleşmesi ve çözülmesine yol açacaktır.
Bu çekişme ve olası geri çekilme ve çözülmede sözün hep burjuvazinin farklı kanatlarında olmasıysa günümüz Türkiye toplumunun karşı karşıya olduğu en büyük siyasal sorundur. Siyasal İslam'ın olası çözülüşünün kendiliğinden insanların çıkarına tercüme olmayacağı ortadadır. Bu kısır döngüyü aşmak, insanların yazgısını gerici kutuplar arasındaki siyasal ilişkiler ve çekişmelere terk etmemek eşitlikçi ve özgürlükçü siyasetin siyasal alana girmesini zorunlu kılmaktadır. (SA/EK)
_______________________________________________________________
*Siyaveş Azeri: İran Komünist-İşçi Partisi Uluslararası İlişkiler Komitesi sözcüsü