İran'da neler oluyor? Acaba uluslararası burjuva medyanın bir kısmının halen ısrarla ileri sürdüğü gibi sokak gösterileri İslami rejimi içindeki kanatların güç kavgasının yansıması mıdır? Gösterilerin hzının kesilmemesi, bütün "itidal" ve "barışçıllık" çağrılarına karşın gün geçtikçe radikalleşmesinin basıncıyla burjuva medyanın başka bir kesiminin tonunu değiştirerek "sivil itaatsızlık" olarak adlandırdığı kadife bir devrim midir? Yoksa tanık olduklarımız yeni İran devriminin yükselişe geçişinin ilk adımları mı?
1979 devriminde üç sınıf
İran'daki halk ayaklanmasını doğru çözümleyebilmek için öncelikle geçmişe ve 79 İran Devrimi'ne kısaca bakmamız gerekir. 1979 İran Devrimi özünde sol karakterli demokratik talepler içeren toplumsal bir hareketti. 79 Devrimi 1960'larda dönüşümünü tamamlayan İran'daki kapitalist ekonomik sistemin bunalıma girmesi, artan üretkenlik ve gelirden daha fazla pay isteyen, gönenç düzeyinin yükselmesini isteyen işçi sınıfının ve geniş yoksul kitlelerin harekete geçişi temelinde oluştu. Uluslararası kapitalist sistemde kapitalist İran ekonomisinin öteki ekonomilerle rekabet edebilmesi ve sermayenin karlılığını sağlaması ancak ve ancak ucuz emek cenetti oluşturmakla olanaklıdır. İran'da monraşinin diktatörlüğü sermayenin karlılığı için gerekli "ucuz emek, suskun işçi" zorunluluğundan kaynaklanıyordu. Bu devrimin en belirleyici yönü işçi sınıfının toplumsal bir sınıf ve güç olarak ilk kez bağımsız biçimde siyaset sahnesine çıkmasıydı. 79 Devrimi'nde İran'da üç sınıfsal hareket karşı karşıya geldi. Bir yanda yönetimde olan Batı yanlısı burjuvazi, bir yanda siyasal İslamcılar ve ulusalcılardan kendini Marksist niteleyen çeşitli örgütlere geniş bir yelpazeden oluşan Batı karşıtı ulusalcı-dinci burjuva hareketi, bir diğer yandaysa siyasal örgütlülükten yoksun olsa da işçi sınıfı yer almaktaydı. (1)
Dünya burjuvazisisinin İslam Cumhuriyeti
79 Devrimi'nin yazgısını anlayabilmek için o dönemin uluslararası siyasal dengelerini de göz önünde bulundurmak gerekir. Soğuk Savaş döneminde Arap-İsrail çatışmasından Güney Amerika'daki darbeler bütün siyasal hareketler iki rakip kutup arasındaki çekişme üzerinden tanımlanıyordu. Bu, bütün bu hareketlerin bu iki kutuplunun taraflarından birinin yandaşı olması anlamında değil, siyasal karşılaşmaların bu iki kutbun karşılaşması zemini üzerinde gerçekleştiği, dolayısıyla da bu çekişmenin izini taşıdığı anlamına geliyor. Batı burjuvazisi açısından Ortadoğu'nun göbeğinde, ABD'nin o deönem en büyük bölgesel müttefiği ve jandarması İran'da sol karakterli bir devrimin gerçekleşmesi, İran'ın şu ya da bu şekilde karşı kutbun yanına geçmesi kesinlikle önlenmesi gereken bir durumdu. Jeopolitik konumu ve enerji nkaynaklarının denetimi açısından önemi düşünüldüğünde İran'da sol bir devrim kesinlikle önlenmeliydi. Ayrıca, İran'da olası sol bir devrimin etkilerinin İran'la sınırlı kalmayacağı açıktı (siyasal İslam'ın yükselişinin etkilerinin de İran'la sınırlı kalmadığı, Kuzey Afrika'dan Filistin'e, Afganistan'dan Türkiye'ye kadar siyasal İslamcı hareketlerin yükselişine yol açması gibi). İşte böyle bir ortamda Batı burjuvazisi 79 İran Devrimi'ni bastırmak ve burjuva rejimini korumak için son kartını, siyasal İslam'ı sahneye çıkardı. Şah'ın 78 Eylül'ünde kitlelere ateş açarak bastırmayı umduğu ama bastıramadığı devrimi Batı'nın gizli ve açık desteğini alan İslamcılar 1981'de kanla bastırarak yenilgiye uğrattı. İslam Cumhuriyeti burjuvazinin "devrimci dönemlerde devleti"ydi. (2)
Ancak, yenilgiye uğrasa da 79 Devrimi toplumsal ve siyasal olaylar ve olgulara damgasını bastı. İslam Cumhuriyeti burjuvazinin siyasal ve ekonomik bunalımına olağanüstü bir yanıt olarak ortaya çıktığından geçici karakterinden sıyrılamadı. Burjuvazi açısından bu yönetim sermayenin doğal işleyişi için gerekli ortamı sağlayamazdı. Öte yandan, 79 Devrimi'ne yol açan nedenler -ekonomik ve siyasal bunalım-olduğu yerde duruyordu. Kapitalist toplumun "olağan" üstyapısına dönüşemediğinden rejim hem kendi içinde hem kitleler nezdinde meşruiyeti sürekli sorgulanan bir olguya dönüştü. Meşruiyeti ve yeniden üretilmesi olağan biçimde gerçekleşemeyen İslam Cumhuriyeti bu yüzden sürekli baskı, işkence, idam ve süngü gücüne dayanarak ayakta durabilirdi. Devrim yenilse de İslami karşı-devrim toplumu Şah dönemi gibi susturamadı. Bir anlamda, İran'da siyasal erk sorunu asla toplumun gündeminden düşmedi.
İslami rejime karşı direniş
İslami rejime karşı direniş 1997'de önemli bir adım attı ve rejimi devirme hareketi kitlesel boyutlar kazandı. Hatemi yönetimi o dönemde, yükselmekte olan rejimi devirme hareketine karşı İslami rejimin bir manevrasıydı. Amaç "reform" söylemiyle İslam Cumhuriyeti'ne zaman kazandırmak, kitlesel hareketi pasifize etmekti. Ancak halk reform yanılsamasına kapılmadı ve reform söylemini çabucak açıp geride bıraktı. 97 Temmuzu'nda İslami rejimi titreten 6 günlük ayaklanma halkın "ılımlı", sulandırılmış, "güler yüzlü" İslami yönetimin hiç biri biçimini istemediğini açıkça duyurdu. Amaç yönetimin bütünüydü, insanlar İslam rejiminin devrilmesinden daha azına razı olmayacaklarını gösterdiler. Hatemi'nin yönetime gelmesi başka bir olgununda göstergesiydi: Başından beri farklı çetelerden oluşan ve kendi aralarında çekişen İslami yönetim içindeki çatlak halka hareketi sonucunda büyümekteydi. Rejimi devrime hareketi yükseldikçe yönetimdekilerin kendi aralarındaki it dalaşı da keskinleşiyordu.
Yükselen rejim karşıtı kitlesel hareket ve "reform" hokkabazlığının da mayasının tutmaması ve tarih çöplüğüne gömülmesi karşısında İslami rejimin tek bir yolu vardı: Şiddette başvurmak. Ancak bunun için de rejimin kendi içindeki çatlakları doldurması ve birlik görüğntüsü sunması gerekiyordu. Ahmedinejad işte rejimin böyle bir zorunluluğunun sonucuydu. Sözde rejimi birleştirecek, halk karşısında tek vücut olarak çıkacak, kılıcını üztten kuşanarak kitleleri korkutup geri püskürtecekti. Ancak rejimi devrime hareketi böylesi "kadife darbe" girişimleriyle bastırılabilecek cinsten değildi. 1 Mayıs, 8 Mart, 7 Aralık (İran Üniversite Öğrencileri Günü) dolaylarında yoğunluğu artırılan ve toplumu terörize etmeye amaçlayan kamuda toplu idamlar, recm cezaları, İslami Muhafızlar ve polisin boy boy "toplumsal huzur" operasyonları rejimi devirme hareketini durduramadığı gibi rejimin zaafını daha da gözler önüne serdi ve rejimden toplumsal nefreti pekiştirdi.
İran'daki rejimi devirme devrimci hareketinin bir özelliği de sol karakteridir. Radikal özgürlük ve eşitlik talepleri çerçevesinde oluşan bu hareket "öz"ünde sol bir harekettir. Rejimi devirme devrimci hareketinin başını kadınlar, gençler ve işçiler çekiyor. İşçilerin, kadınlar ve gençlerin özgürlük, eşitlik ve gönenç taleplerini karşılayabilen, bu taleplerin oluşumunda, radikalleşmesinde ve geniş kitlelerin beklenti düzeyinin yükselmesinde belirleyici payı olan hareketi işçi komünizmi hareketidir.
1979'dan kalan hesap
Başta sözünü ettiğim üç sınıfsal hareket günümüz İran toplumunda da sahnededir. Son "seçim" maskaralığını ve yükselmekte olan devrimci hareketi anlamak için sözünü ettiğimiz bu etmenleri göz önünde tutmalıyız. Rejim açısından sorun bir ölüm kalım sorunudur. Rejim içindeki farklı kanatlar arasındaki çekişme hangisinin rejimin sürekliliğini sağlayabileceği çerçevesinde gerçekleşmektedir. Reform balonunun çoktan söndüğü bu durumda rejimin biricik alternatifinin yine Ahmedinejad olacağı gün gibi ortadaydı. Geçen hafta Cuma Namazı hutbesinde, Hameneyi bir gerçeği istemeden dile getirdi: Sokakta seçime hile karıştırıldığı bahanesiyle gösterilerde bulunanlar sandıktan Musavi de çıksa yine aynı şeyi yapacaklardı. Yükselen devrimci hareket ayrıca Hameneyi'yi ve İslami yönetimi son kartını oyunun en başında oynamaya zorladı: Şiddette, olağanüstü yöntemlere başvurmak. Hameneyi konuşmasında halka ultimatum vererek gösterilere devam etmeleri durumunda üzerlerine ateş açılacağını beyan etti. Ne var ki bu tehditler de işe yaramadı. Cumartesi günü sokaklara çıkan ve halen eylemlerini sürdüren kitleler savaşa çıktıklarını biliyorlardı. Böyle bakıldığında devrimci yükselişin savunmada değil saldırıda olduğu görünmektedir. Bu, gün geçtikçe radikalleşen sloganlarda ve eylem biçimlerinde de kendini göstermektedir.
Devrimci yükseliş rejimi çatlattı
Bir noktayı asla unutmamak gerekir: İran'daki bu devrimci hareket ilk güğnünde bile rejim içi çekişme çerçevesinde gerçekleşmedi veya onun yansıması değildi. Tersine, gerek seçimden önce gerek sonrasında rejim içinde dozu zaman zaman artan çatışma bu devrimci hareketin yansımasıdır. Nasıl ki hareket Hameneyi'ye rejimin sonunun startını verme ve rejimi bir bütün olarak halkla karşı karşıya getirmeye zorladıysa artık esameleri okunmayan ve kaile alınmayan Musavi veya ötekileri de tasarlamadıkları siyasal konumlara yerleştirdi. Musavi-Rafsancani çetesi ilk günlerde oyların yeniden sayımından söz ediyorlardı. Devrimci hareketin yükselişiyle bu talep seçimlerin iptalının ve uluslararası gözlemciler gözetiminde yeniden yapılması talebine dönüştü. Ancak mevcut devrimci hareketin ufku böyle isteklerle sınırlanamayacak ölçüde geniştir. Rejim oyların yeniden sayılması veya seçimin iptal edilmesini ilk gün kabul etseydi bile halk bunu haklı olarak kendi zaferi sayacak aynı biçimde hareketini sürdürecekti.
Devrimci yükselişin baskısını uluslararası burjuva medyasında da görmek olanaklıdır. Başta bu hareketi ısrarla Musavi yandaşları ile Hameneyi-Ahmedinejad çetesi arasındaki çekişme olarak niteleyen medya, örneğin BBC ve CNN, artık bu hareketin rejimin tamamını hedef aldığını belirtmekteler. Ancak, burjuvazinin çıkarlarına uygun biçimde bu hareketi yolundan saptırmak için, devrimci yükselişi kitlesel sivil itaatsızlık olarak adlandırıyorlar. Ne var ki bu "kedidir, kjedidir" düzeyindeki "çözümlemeler" her gün Tahran ve diğer İran kentlerindeki sokaklarda yalanlanmaktadır. "Kahrolsun Diktatör" sloganıyla başlayan devrimci hareket, önce rejimin bütünlüğünün temsili olan Hamaneyi'yi hedef alarak "Kahrolsun Hameneyi"ye, sonra da kitlesel gösterilerde atılmaya başlayan "Kahrolsun İslam Cumhuriyeti"ne, "Silahlanacağımız Günü Kolluyoruz" ve "Kahrolsun Besici"ye yükseldi. "Kahrolsun Taliban, İster Kabül'de olsun İster Tahran'da" veya Tahran'ın merkezinde, İslam Cumhuriyeti'nin başkentinde cami yakılması da bu radikalizmin, devrimci hareketin sadece Hamneyi veya Ahmedinejad'ı değil bütün rejimi ve siyasal İslam'ı hedef aldığını gösteren göstergelerden bazılarıdır.
Kitlelerin arzusu: Özgürlük ve eşitlik
İran'da yükselmekte olan devrim bir kez daha siyasal erk sorununu en acil gündem maddesi olarak toplumun önüne yerleştirmiş durumdadır. Burjuvazinin farklı kanatları bu sorunu halkın başı üzerinden çözmek istemektedir. Bu yüzden bir yandan rejim içindeki kanatlar bir uzlaşmaya varmaya çalışmaktadırlar. Rejimin taktığı ve umudu devrimin yorgun düşerek hız kesmesi, sonra şiddetle bastırılması ve bazı göstermelik düzenlemeler ve reformlarla işin bağlanmasıdır. Rejim içindeki ve dışındaki Batı yanlısı burjuvazi ise kadife devrimi benzeri bir durumla "regime change" gerçekleştirip halkı evlerine göndermektir. Geniş halk kitlelerin, işçilerin, kadınların ve gençlerin özgürlük ve eşitlik istekleri ve arzularının gerçekleşmesinin en uygar yoluysa devrimin başarıya ulaşmasıdır. 79 Devrimi'nin aksine bu kez bu özgür ve eşit toplum kurma arzusu gerçekleşebilir: 79 Devrimi'yle yönetimden indirilen Batı Yanlısı nasyonalist hareketin daha radikal, daha keskin talepleri olan bir devrim yoluyla yönetime geçebilmesini olası değildir. Öte yandan, Batı karşıtı, Ulusal-İslamcı hareket bizzat devrimin konusu olduğundan rejimin devrilmesi durumunda yönetimde kalması söz konusu değildir. İslam Cumhuriyeti'ni devriecek kitleler sulandırılmış İslami bir yönetim sınırında durmayacaktır. Ayrıca, işçi sınıfı hareketi, 1979 Devrimi'nin tersine bugün siyasal örgütüne sahiptir. Bu örgütlülüğü sayesinde talepleri geniş kitlelerin taleplerine dönüşmüş durumdadır. Günümüz İran toplumunda "Yaşasın Özgürlük, Eşitlik" geniş kitlelerin arzularını dillendirdikleri slogandır.
Hiç bir devrimin zafere ulaşacağı kesin değildir ama devrimler yenilgiye uğramaya da mahkum değillerdir. Öncelikle işçi sınıfının kitlesel biçimde bu harekete katılması gerekmektedir. Nasıl ki 1979 Devrimi'nde Şah rejiminin belini işçi sınıfının kitlesel grevleri kırdıysa, yükselmekte olan bu devrimin başarısı için de işçi sınıfının özgürlük ve eşitlik bayrağıyla devrimci harekete var gücüyle katılması gerekmektedir. İşçi sınıfı devrimci yükselişin koşullarının yaratılmasının başını çeken toplumsal güçtür. Bu yükselişin öncü sarsıntılarını işçilerin 1 Mayıs, 8 Mart veya diğer kitlesel gösterileri ve grevlerdeki sloganlarında ve yayınladıkları bildiri ve bildirgelerde gömrmek olanaklıdır. İşçiler İslam Cumhuriyeti ve sermaye düzeninin devrilmesinin özgür ve eşit bir toplum oluşturmanın olmazsa olmaz koşulu olduğunu topluma gösterdiler. İran-Khodro'da kitlesel devrimci hareketi desteklemek için 3 vardiyada iş bırakma eylemi, İran Özgür İşçi Sendikaları Birliği ve Vahed Otobüs İşçileri Sendikası'nın bildirigeri de işçi sınıfının sürmekte olan devrime katılımın ilk adımları arasında yer almaktadır. İran'da yükselmekte olan devrimin başarıya ulaşması işçi komünist önderlerin becerisine ve insiyatifine, halkı doğru taktikler çerçevesinde örgütleyebilmesine ve devrimin saptırılmasını önleyebilmesine bağlıdır. Bu durumda, devrimi başarıya ulaştırabilmesi İran işçi sınıfı, gençleri ve kadınlarının yanı sıra radikal, özgürlükçü uluslararası güçlerin de desteğini gerektirmektedir. (SA/EK)
_______________________________________________________
(1) Bu konuda ayrıca "İran Devriminin Yazgısı ve Yükselmekte Olan Devrimin Karakteri" başlıklı yazıya bakın. 1979 Devrimi'nin parlak bir çözümlemesi içinse Mansur Hikmet'in "Yenilmemişlerin Tarihi" adlı makalesine bakın. İslami karşı-devrimin karakteri ve İslam Cumhuriyeti'nin özgüllükleri için "Burjuva-Emperyalist Karşı-devriminin İki Kanadı" başlıklı makaleye (İngilizce) bakın.
(2) Bu konuyla ilgili Mansur Hikmet'in "Devrimci Dönemlerde Devlet" makalesine bakın.