Kürt coğrafyasında, Türkiye yerleşke sıralamasına göre hâla ilçe kategorisinde sayılıp inadına il olmak için direnen kimi iddialı ve kararlı şehirler vardır. İl olmak için kamuoyu oluşturmaya çalışan ilçelerin sayıları da hayli fazladır.
Diyarbakır'la Urfa arasında yer alan, Urfa'ya bağlı olmakla birlikte muhabbeti öteden beri daha çok Diyarbakır'la olan Siverek bu şehirlerin en iddialısıdır. Uzun zamandır dikmiştir levhasını şehrin girişine "Siverek İline Hoş geldiniz" diye. Ve yine uzun zamandır örgütlenmiştir. Siverek'i il yapma birlikteliği ve duyarlılığına.
Yakın günlerde Siverek'te örgütlü Sivil-Der (Siverek'i Kalkındırma ve İl Yapma Derneği) Başkanı Muzaffer Bayram'dan bir davet aldım, Siverekli ve Nataşa'nın şairi eski TİP'li (Türkiye İşçi Partisi) dostum rahmetli Necati Siyahhan'dan yadigar çok değerli Siverekli yazar arkadaşım Kemal Siyahhan'ın referansıyla.
Siverekliler Guinness Rekorlar Kitabına girmeye karar vermişler. Hem de Ahmed Arif'in "Anadolu" şiirini çok dilli olarak en az 30.000 kişinin aynı anda toplu olarak okumasıyla.
Ahmed Arif "Otuzüç Kurşun" şiirinde Urfa, Karacadağ coğrafyasına da göndermelerde bulunur. Ne de olsa ilkokulu Siverek'te, ortaokulu Urfa'da okumuş hikâyesi ve anıları çoktur mekânların. Bıyıkları yeni terlemiş küçük dayı Nazif'ten söz ederek; Fransız kurşununa karşı koyanda gözlerini veren babası ve üç kardaşının "Vurun kardaş, namus günüdür" deyip şaha kaldırdıkları atlarını anlatır destansı şiirinde.
Bir röportajında da ayrıca anlatır Urfa, Siverek anılarını. 1934 yılında Ahmed Arif, Siverek ilkokulunda öğrencidir. O yıllarda bölgeyi kapsayan birinci umumi müfettişlik sınırları içinde "Vatandaş Türkçe Konuş" kampanyası başlatılmıştır. Türkçe dışında başka bir dille, özellikle de Kürtçe konuşanlar karakollara götürülüp dövülmekte ve haklarında cezai işlem, para cezası uygulanmaktadır. Bu uygulamaya ilişkin çarpıcı bir tanıklığı şöyle anlatır Ahmed Arif:
"Siverek'te Kanlıkuyu diye bir yer var. Çok eski bir yapı. Büyük kısmı yakılmış, ama bir tarafı sağlam duruyor. Orada bir karakol var. Yanında da bir yazlık, zaten orada kış, ya üç ay sürer ya dört ay, çok sert olur ama fazla sürmez kış. Yazlığın önünde büyük bir dut ağacı var, boyu göklere tırmanmış. Çanlar takmışlar dallarına. Serçeler dut yemeye geliyor... Yanında kalabalık bir kahve, çok büyük, nargile fokurdatanlar, çay içenler, tavla oynayanlar, kahveyle karakolun arası elli metre kadar. Karakolun önünde bir adamı yatırmışlar. Sakız gibi bembeyaz bir donu, bir entarisi, gene ipekten bir puşusu ve ageli var başında. Adam yalın ayak, polisler falakaya yatırmışlar. Tüfeği takmışlar adamın ayağına, veriyorlar falakayı. Adam "ya Muhammed" diyor, başka bir şey demiyor, adamın Arap olduğunu anladım. Çünkü Kürt olsa başka türlü bağırırdı, Zaza olsa başka türlü. Ama adam belli ki Arap, ya mahkemeye gelmiş ya hükümetle bir işi var, ya da pazara gelmiş, yağ mı yoğurt mu ne, bir şeyler getirmiş satmaya, orasını pek bilemiyorum. Dediğim gibi dört beş polis yatırmışlar adamı dövüyorlar. Biz çocuklar aşağı yukarı yetmiş seksen metre daha yukarıdayız, olayı görüyoruz, hepimizin ip sapanı var, ip sapan kullanmak ustalık ister, biz küçüktük, ama ip sapanı çok iyi kullanıyorduk. O anda hemen kararlaştırdık. Liderimiz Mustafa Tatar diye biri, benden bir iki yaş büyük, gövde bakımından daha iri, babası, babamın arkadaşı. Ailece çok yakınımız. 'dağıtalım bunları' dedik. İki üç metre ara ile mevzi aldık. Mustafa 'dikkat edin adamı vurmayalım' dedi. Ben de 'kafalarına vurmayalım' diye uyardım.
Fakat polisler hareket halinde, üç ya da dört taş attık, polislerin ikisi yıkıldı kaldı, ötekiler kaçtı. Biz de hemen tüydük. Mustafaların bağına gittik, kuzeyde, Siverek bağları. Sonra, akşamüstü geldik, bizim evde anlatıyorlar: 'aslan kimin babayiğit, bıyıklarından adam asılır, aslan kimin dört tane çıhmış, vermişler polise dayağı, vermişler dayağı, o fıkara arebi kurtarmışlar."
Evde anlatılan bu, babama anlattıkları da bu, ben hiç oralı olmadım. Fakat ertesi gün babam kahveye gitmiş, arkadaşları konuşuyorlarmış: 'yok yahu!' demişler, 'öyle babayiğit filan değil, çocuk onlar, en kabadayısı on yaşında yoktu, hepsi korkunç nişancıydı.' İşin tuhafı kimse kınamamış bu olayı. O fukara adam, Türkçe konuşamıyor, zavallı bir Arap."
25 Eylül Günü Siverek'te yazarların sanatçıların katılımıyla bir şenlik-festival havasında Guinness yetkililerinin de tanıklığında bir rekor denemesi yapılacak. Bunca kanın döküldüğü bu vatanın yoksul ve onurlu hakiki evlatları gerilla ya da asker kirli bir savaşa kurban edildiği bir çağ yangınında Ahmed Arif Usta'nın gür ve toplu olarak okunacak olan Anadolu şiirindeki ümitvar Barış çığlığındaki sese ve ahenge şiddetle ihtiyaç var:
Kızlarım
Oğullarım var gelecekte
Her biri vazgeçilmez cihan parçası
Kaç bin yıllık hasretimin koncası
...
Nerde olursan ol
Yürü üstüne, üstüne
Tükür yüzüne cellâdın
Fırsatçının, fesatçının, hayının
Dayan Rüsva etme beni
Diyen ve Siverek'ten 30 bin sesle 25 Eylül Salı günü yükselecek sese her zamankinden daha çok ihtiyaç var... (ŞD/NV)
Not: 24 Eylül Pazartesi günü saat 18.00'de Siverek Gümrük Han'da Mehmed Uzun üzerine söyleşim olacak ve "Zevalsiz Ömrün Sürgünü-Mehmed Uzun" kitabımı imzalayacağım...