Sokağın "Jamal"i

Kürtler hatırlı insanlardır. Bunu zaman dilimi içinde ziyadesiyle kanıtlamışlar zaten. Mesela hep “bin yıllık kardeşlik”ten söz edilir ya! Yanına “etle kemik gibiyiz”i de ekleyerek. İşte hikâye malum 1071 Malazgirt ve Kürdün sayesinde şu an yaşanan toprakların muktediri olmak!
Beş yüz yıl sonra Osmanlı Padişahı Yavuz Selim’e Kürt İdris’in (Bitlisli olan) verdiği açık çek. Ve ondan sonra Kürt coğrafyası sakinlerinin Osmanlı’nın yareni olması.
Geldik Lozan’a, 20. Yüzyılın ilk çeyreğine. Madem “bir ümmet, din kardeşiyiz. Bizim temsiliyetimiz de sana emanet”. Sonrası, koca bir inkâr. Kapkara bir yoksayıcılık. Ben varım, sen yoksun! Şarkının çok bilinen sözlerindeki gibi “keşke bir yalan olsaydım…” misali.
Cumhuriyetin koca 100 yıllık Kürde dair yoksayıcılık üzerinden çetelesini saymayayım şimdi, yazı uzar gider.
Ama şunu dememe izin verin. Tarih 24 Nisan 2025, aynı gün içerde sekiz yıldır yatan Kürdün mahpus ve legal parti lideri Selahattin Demirtaş’ın içeriye düştüğü gün kendine verdiği söz üzre her yıl bir kitap kabilinden sekizinci kitabı Jamal kitapçı raflarında. Ve aynı gün DEM parti yetkilileri Adalet Bakanı ile önceden planlı iki saatlik bir görüşme yapıyorlar.
Görüşme bir kaç aydır süren adı henüz konulmamış “çözüme” dair mevzuun yürüyen süreci. Görüşmede “siyasi tutsakların akıbeti” de konuşuluyor tabii ki! Kaderin cilvesi ve tuhaf garabetine bakın ki onlar görüşmedeyken içerdeki müebbetlik Demirtaş hakkında onbeş yılla yargılanacağı yeni bir dava açıldığı haberi medyaya düşüyor.
Şimdi, soru orta yerde. Demirtaş'ın, halkının yüzlerce yıldır birlikte yaşadığı ve hep fedakârlık yapan millet olduğu gerçekliği bir yana! Bu kez, hem de bir kez değil, sekizinci kezdir edebi katkı sunuyor. Al, oku işte sana edebiyat.
"Bak ben içerde yatıyorum ama, hiç bir anım boşa geçmiyor. Dışarda siyaset yapar gibi yazmıyor edebiyat yapıyorum" diyor.
Peki sen ne yapıyorsun ey muktedir…
Şunu diyeyim de içimde kalmasın! Hani yukarıda, Kürdün bin yıllık osmanlıya dair hikâyata verdiği katkıyı yazdım ya! “Yeminle” (Demirtaş okurları ve onu ru be ru tanıyanlar bilir; çok ve yerinde kullanır bu vurguyu) Selahattin kardeşim kendi kimliği varoluşu üzerinden tıkanık, bodur, hacimsiz Türkiye siyasetine bir model sundu.
Siyasetçi dediğiniz “öyle” değil, “böyle” olu(nu)r dedi. İşin renkli tarafı kendisinin çapında olamasa da bir benzerinin de sahaya çıkmasına vesile oldu; Ekrem İmamoğlu.
Ee, Demirtaş siyasal marka oluşu ile kalmayıp edebiyatta da kendine bir yer açtı. Yazdıklarıyla sürprizler yaptı. Arafta Düet’le denediği bol oyuncaklı zor bir Lego polisiyesine Jamal’la “bir daha” dedi.
Üstelik bu ülkede yaşayan ve dışardan da gelen bütün yerli yabancı halkların görsel başkenti İstanbul sokaklarına kadrajı tuttu.
“Onu benden siz aldınız
Onu benden siz çaldınız
Dünyam döndü zindana
İstanbul sokakları…” diyen intizar’ın şarkısı misali sokaktan yine sokaklara seslenerek.
Hayatı boyunca İstanbul’da yaşayan biri olmayanın bile İstanbul’a dair bir sokak hikayesi vardır elbette. İşte o sokakların ruha dokunan gündelik hayatları üzerinden bir İstanbullu yüzleşmesi Jamal.
Kitabı benim erken okumam gibi kendisi de hazırlık sürecinde dosya olarak okuyan bir dostla konuşuyorduk bu yazıyı yazmaya oturmadan bir kaç gün önce!
Çok haklı olarak bir gerçeğe parmak basarak dedi ki; “Demirtaş artık etkili ve toplumda karşılığı olan bir figür. Hatırlarsın sosyal medya üzerinden kitap önerirken insanlar kitapçılara gidip adını dahi bilmeden ‘Selo’nun tavsiye ettiği’ kitabı soruyorlardı.
O tavsiye etti diye binlerce satan ve yeni baskı yapan kitaplar olmuştu. Peki, o halde! Yakın zamanlarda büyük bir felakete uğrayan Diyarbakır / Amed sokaklarının halini yazsa Selahattin”
Evet, yazsa ne olur sahi! E, yazıyor elbette. Kitaplarının kimi bölümlerinde şahsiyetler ve mekânlar üzerinden kimi ara nağmeler döktürüyor “yeminle” ya! Anlaşılan kesmiyor. Hazır içerdeyken belki de çıkmaya ramak kalmışken! Bir “Diyarbekir Küçeleri” olur mu? Olur, neden olmasın!
“Çadır kurdum düzlere
Tiken oldum gözlere
Ben buradan gidiyem
Diyarbekir sizlere…” misali olsun diyerek.
Gördüğünüz gibi ben size Jamal’a* dair bir roman hikâyesi / güzellemesi yaz(a)madım. Halbuki yazıya oturduğumda “yeminle” niyetim oydu. Başka bir şey çıktı. Affola…E zaten Jamal ya da Cemal bir ad ise, bir başka anlamıyla da suret değil mi; Hüsn-ü Cemal misali…
Jamal’da diyor ya Selahattin; “Hikâyem bana kıymetlidir, bana anlamlıdır; başkalarının bilmesini de anlamasını da istemiyorum, beklemiyorum.” Halbuki bizler hikâyenin asli sahipleri aslını-astarını biliyor isek de! Başkaları da bilsin diye yazıyor ve yazılmasını da istiyoruz…
(ŞD/EMK)
*Selahattin Demirtaş, Jamal. Dipnot yayınları 2025