Başbakan Davutoğlu’nun akademi kimliği ile siyasi liderlik yapma kimliği arasında epeyi bir fark var. Böyle olmakla birlikte Davutoğlu’nun serdettiği siyaset, onun akademik kimliğinden bağımsız değil, hatta bir hayli kapsayıcı ilişkiye sahip. Siyasal İslam enternasyonalizmi cümlesini kurmasa da, din, gelenek ve coğrafya üzerinden hareketle böyle bir paradigma kurmaya çalışan Davutoğlu’nun (ve çevresinin) AKP iktidarı tarafından uygulama imkanı bulan bu siyasetinin olumsuz ve tehlikeli sonuçlarını yaşıyoruz.
Davutoğlu için akademi ve siyaset alanı farkından söz ederken daha çok akademik yanın belli bir dil, üslup ve kısmen halim selim yanı varken, aynı kişinin siyasi alanda, özellikle seçim konuşmalarında hamasetin ve buna paralel olarak ses tonunun, el kol hareketlerinin gülünçlüğe varışını kastediyorum. Cari siyaset, akademik simayı bozmaya zorluyor ve Davutoğlu’nda bu yapı kendini iyice açık ediyor.
Ayrıca Davutoğlu’nun bir dezavantajı daha var. Erdoğan’ın gerek AKP içinde ve gerekse ülke siyaseti sathındaki dominant yapısı, Davutoğlu’nu silik kılıyor. Dolayısıyla Davutoğlu’nun söylemlerindeki birçok yanlışının, tutarsızlığının üzerinde konuşulmuyor.
İşte bunlardan biri: Başbakan Davutoğlu, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın “Şehir, İnsan, Medeniyet Köprüsü, Örnek Kişilikler Projesi” tanıtımında “Modernite ile İstanbul kadar yüzleşmiş, İstanbul kadar modernite tarafından hırpalanmış, kadimi yok ettiği zaman modernitenin doğabileceğine dair tamamiyle şeytani diyebileceğim bir yaklaşımla şehrin kadim ruhunun tahrip edildiği, bir hazinenin küçük çıkarlar için tarumar edildiği şehirler azdır” diyor.
Siyasal İslamcılar modernite karşısında daha yaşanabilir bir dünya tasarımları olmadığı için, hamasetten, mağdurluk kılıfındaki şirretlikten ve felsefe yoksunluğundan teşkil olmuş düşün dünyaları içerisinde kıvranıp duruyorlar! İslam dünyasındaki yaygın şiddetin, bu durumla yakın ilişkisi olduğunu düşünüyorum ki, bu başlı başına bir konu.
İstanbul’un modernite tarafından tahrip edildiğini söyleyecek en son kişiler Erdoğan, Davutoğlu, Topbaş vb. kişilerdir.
Anladık, bu kesimin moderniteyle sorunları var da, İstanbul’un tahribinden salt moderniteyi sorumlu tutmak büyük bir haksızlık değil mi? Davutoğlu böyle derken kendince AKP’nin İstanbul’u katletmesinin üstünü örtüyor ve suçu, yalnızca modernite ile eşitledikleri Cumhuriyet dönemine atarak bir taşla iki kuş vurmaya çalışıyor.
İstanbul şehrinin kadim kültür ve tarihini bugüne bağıtlayan doğru bir ilişki kurmamanın altında iki ana neden yatmakta. İstanbul’un (ve de Türkiye’nin) kadim renkli yapısının tek tip toplum projesi gereğince iğdiş edilmesi ve özellikle de siyasi sistemin rantiyeci saldırganlıkla el ele yürümesi.
Kendilerini modernitenin bir parçası olarak gören İttihatçılar ve bir şekliyle devamı olan Kemalist Cumhuriyetçiler hem toplumu tek tip şekle sokmaya çalıştılar hem de İstanbul şehrinin yapılaşması üzerinden rant birikimi yaptılar. Bunu yaparken de kimi eski mekânların yok edilmesini, gereksizliği ve işlevsizliği üzerinden ifade ettiler. Özellikle Menderes döneminde böyle oldu.
Bütün bunlara rağmen İstanbul şehri en büyük tahribatını AKP döneminde yaşadı. Modernite, kadim kültür, tarih, metafizik diyerek lafı evirip çevirmeye gerek yok! Davutoğlu hamaset yaparak bu şehre verilen devasa tahribatı gizleyemez!
AKP sayesinde Gezi parkına dahi Topçu Kışlası’nın yeniden inşası adı altında rezidans/AVM yapacak kadar gözü dönmüş siyasi/idari karar mekanizmaları ve inşaatçı taifesi, bu şehri betona boğdu. Ayrıca AKP döneminde eski eser restorasyonları başka bir felaket oluşturuyor. Ne estetik, ne eskiye bağlı kalma, ne eserin ruhunu koruma, ne izan; restorasyon adı altında bir yığın rezillik! Şehrin kadim kültürünün yitmesinden, ecdattan söz eden Davutoğlu’nun sahiden böyle bir kaygısı var mıdır? Eğer varsa Sultanahmet Cami’nin siluetini bozan Zeytinburnu kuleleri hakkındaki görüşü nedir? Bu kulelere kim izin verdi ve ne olacak? Eğer varsa, Süleymaniye Cami’nin ve eski şehrin görüntüsünü bozan Haliç’teki metro köprüsü için görüşü nedir? Milyarlarca dolar rantlar için imar oyunlarıyla betona boğulmuş bir İstanbul varken, ecdatmış, şehrin kadim kültürüymüş, şehrin ruhuymuş (metafizik) demek hiç de inandırıcı değil. Tıpkı seçim meydanlarında boğazı gıcık tutmuş kükremelerle ve gülünçlüğe varan mimiklerle atılan nutuklarının inandırıcı olmaması gibi.
“Tarih ve metafiziği buluşturan bu güzel şehirde, bu buluşmayı yok sayan bir modernite ya da küresel anlayışa karşı nasıl mücadele edebiliriz?” sorusunu soran Davutoğlu’na, bu soruyu sorma hakkına sahip değilsiniz diyorum. Çünkü şehrin yıkıcısı bizatihi sizlersiniz! Sizler imar siyaseti ile müteahhitleri buluşturdunuz! Sizler şehre, insana, tarihe, estetiğe, kültüre karşı suç işlediniz ve suçunuzun kayıtlarını silmeniz mümkün değil.
AKP, metafiziği siyasette güç elde etmenin aracı olarak kullanıyor. Ortada para olunca metafizikleri yerini derhal dünyeviliğe bırakıyor! Ve kadim şehrin ilgası, tıpkı sırtlan saldırıları gibi metafizik vaazların süsleri arasında paraya boğduruluyor! Kasaları ve egoları şişenlerin, eğer varsa vicdanları ve adaletleri yitiyor!
Şehir bilinci olmasaymış, Kuvayi Milliye olmazmış!
Davutoğlu, bu toplantıda hızını alamamış ki “Eğer şehir bilinci olmamış olsaydı Kuvayi Milliye doğmazdı. Gaziantep direnişi olmazdı. Kahramanmaraş direnişi birinin verdiği bir fermanla başlamadı” diyor.
Bu nasıl bir bilinç karışıklığıdır?
Bu nasıl bir tarih anlayışıdır?
Yukarıda moderniteye suç yükleyen Davutoğlu, Kuvayi Milliye’nin doğuşunu şehir bilincine bağlıyor. İnanılacak gibi değil.
Kuvayi Milliye kim?
İttihatçılar ve takipçileri değil mi?
İttihatçılar kim?
Kendilerini modernitenin bir parçası sayan, pozitivizmi ve milliyetçiliği rehber edinenler değil mi?
Kuvayi Milliyeciler, Cumhuriyetin kurulmasının merkezinde yer almadılar mı?
Cumhuriyet’i kuranlar modernitenin şu veya bu şekildeki ikamesini sağlamaya çalışmadılar mı?
Moderniteyi sorunlu olarak gören Davutoğlu, modernist siyasetin eylemci bir gücü olan Kuvayi Milliye’yi getirip şehir bilincine bağlayarak ona bu anlamda olumlu değer atfediyor.
Davutoğlu bu bariz çelişkiye neden düşüyor?
Hamasetin uçukluğunda, neden sonuç ilişkisi kurulmadan öylesine söylenen laflardan biridir diye düşünüyorum.
Kuvayi Milliyecilerin ne şehir bilinci varmış?
Şehir bilinci, İttihatçıların ve Kuvayi Milliyecilerin tasfiye etmek istediği azınlıklarda ve biraz da Saray çevresinde vardı! Elbette Cumhuriyet de ilk dönemlerde yeni bir Ankara kurmaya çalıştı ve İstanbul için şehir plancılarıyla çalıştı. Ancak Antep, Maraş direnişlerini dönemin tarihi koşullarını (Yunan işgali, azınlık mallarına el koyma vb. nedenleri) dikkate almadan şehir bilincine bağlamak; inanılacak gibi değil!
Varsayalım ki böyle; şehir bilinciyle hareket eden Kuvvacıların şehir bilinciyle hareket ederek devam ettirdikleri, kurdukları veya dönüştürdükleri bir şehir var mı?
Bir şehri savunmak, şehir bilincini gerektirmez! (HŞ/HK)