Vakit akşamüzeri. Birazdan tramvay gelecek, binip gideceğim. Konak/İskele tramvay istasyonunu ilk kez bu kadar kalabalık görüyorum. Belli ki gecikmiş tren. Akşamleyin Göztepe-Galatasaray maçı var. Hâliyle hem araç hem de insan trafiği yoğun.
Uzun süren kuru soğuğun aksine bugün hava ılık. Önceki gün ilki düşen cemre kışın biteceğini haber ediyor sanki… İstasyonda beklerken sokak müzisyenlerinin birbirine karışan sesleri duyuluyor. Az önce önünden geçtiğim gitar çalarak şarkı söyleyen gencin sesini seçiyor kulağım. Kürt dilinde bir şarkı bu. Kelimeleri anlayamasam da müziğin sesi güzel geliyor.
Hafızam, farklı seslerin barındığı İstiklal Caddesi’nde Kürtçe şarkı söyleyen gençlerin polis tarafından engellendiğini hatırlatıyor -ki daha bir ay bile geçmedi olayın üstünden...
Notaların, müziğin dili ortak oysa. Her dilse eşit ve değerli. Anadilinde konuşmak, yazmak, şarkı söylemek neden yasak olsun? Nasıl bir iklim yaratıldı/yaratılıyor ki, kamusal bir alanda bir polis memuru bir halkın, milyonlarca insanın konuştuğu dilde söylenen şarkıyı susturabilmişti? Hatırlayınca kendi içimde geriliyorum biraz.
21 Şubat Dünya Anadili Günü
Günlerden 21 Şubat Pazartesi. Dünya Anadili Günü! Bu düşünceler biraz da günün anlam ve ehemmiyeti vesilesiyle düşüyor usuma. Sabahleyin Dil Hakları İzleme Belgeleme ve Raporlama Ağı’nın dil hakkının, insan hakkı olduğunu vurgulayan açıklamasını okumuştum.
Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü’nün (UNESCO) Tehlike Altındaki Somut Diller Atlası’na göre dünyada konuşulan yedi binin üzerinde dilden 2 bin 474’ü yok olmakla karşı karşıya.
Anadolu’daki dillerden ise Ubıhça, Mlahso ve Kapadokya Yunancası kayboldu; Lazca, Zazaca, Hemşince, Abhazca ve Hertevin dili gibi 18 dil tehlike altında. Anadiliyle kendini ifade etmenin önündeki engeller nasıl kalkacak? Anadilde eğitim için nasıl bir çözüm bulunacak? Her şeyden ötesi devletlerin baskıcı politikaları nasıl önlenecek?
Doğu’dan Batı’ya milyarlarca insanın yaşadığı, farklı kültürlerin yeşerdiği, binlerce farklı dilin konuşulduğu, o kültürlerin, dillerin birbirini beslediği doğasında zengin dünyada sahiden barıştan, insandan, özgürlükten, eşitlikten yana bir “dil” bulabilecek miyiz? Ne tuhaf! Kriz hâline gelen Rusya ile Ukrayna ilişkileri tam da bugün en hararetli anlarında. Dünya yeni bir savaşın eşiğine geliyor.
Gönlüm Göztepe'den yana
Yaklaşık 15 dakika sonra gelen tramvaya zor da olsa biniyorum. Sanat Merkezi durağında büyük bir insan kalabalığıyla iniyoruz. Göztepeliler üstünde formalar, atkılar kadın-erkek gruplar hâlinde stada doğru yol alıyor, yürüdükçe coşkulu hava kendini daha fazla hissettiriyor. Hep bir ağızdan marşlar söyleniyor. Bir grup slogan atıyor: Göz Göz Göztepe! Çocukluğumdan kalan en güzel ses bu. Ben de katılıyorum şenliğe: Göz Göz Göztepe!..
Acaba az sonra başlayacak Süper Lig takımları Göztepe-Galatasaray maçını kim kazanacak? Galatasaraylı arkadaşlarla çevirdiğimiz mavralar geliyor aklıma, kulaklarını çınlatıyorum… İyi oynanan ve hakkaniyetli yönetilen bir maçın sonucu baş üzerine. Buna mukabil gönlüm her zamanki gibi Göztepe’nin kazanmasından yana...
21 Şubat, gündüzü ve gecesiyle uzun bir gün… Gürsel Aksel’in tribünleri dolarken statla komşu olan Ahmed Adnan Saygun Sanat Merkezi’ne (AASSM) doğru kırıyorum dümeni.
Güzelyalı’daki eski troleybüs atölyesinin yerine İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından inşa edilerek 2008’de açılan AASSM, Türkiye’nin Avrupa standartlarında ve akustiği iyi sağlanmış ilk konser salonlarından.
İzmir Devlet Senfoni Orkestrası’nın düzenli konserleri, oda müziği dinletileri, resitaller burada oluyor. Bir kültür-sanat mabedi gibi. Fakat son zamanlarda sanat etkinlikleri dışında da kullanılıyor olması üzücü… Bu akşam işte o salonda Concertgebouw Oda Orkestrası ile piyanist Gökhan Aybulus’un konseri var.
Concertgebouw Oda, dünyanın en köklü senfoni orkestralarından Royal Concertgebouw Orkestrası’nın üyelerinden oluşuyor. 1987 yılında Hollanda’da kurulmuş.
André Rieu, Liza Ferschtman, Shlomo Mintz, Mischa Maisky gibi dünyaca tanınan orkestra şefi, kemancı ve çellistlerle konserler veren, kayıtlar gerçekleştiren Concertgebouw Oda Orkestrası’nı İzmir tarihinde ilk defa ağırlıyor. Orkestrayı bu kez kayıttan değil de bir konser salonunda dinleyeceğim, orkestranın sesini araçsız-aracısız duyacağım için biraz heyecanlıyım...
"Küçük Bir Gece Müziği"
Farklı müzik toplulukları, enstrümanıyla yer eden sanatçılar, sevdiğiniz besteci ve eserler oldu mu programda o heyecan kaçınılmaz; ama zaten bazen defalarca dinlediğiniz eserin sadece o akşamki yorumunu dinlemek bile müziksever açısından başlı başına yeni bir deneyim olabiliyor.
Şehirde düzenli konserler veren orkestraları her hafta, her ay takip ettiğim yıllardan biliyorum bunu. Özellikle de kulağınızın alıştığı eserlerin iyi yorumlarında belki daha önce fark edemediğiniz sesleri, ezgileri işitmeniz, o hislerle dolmanız olası.
Son anda bilet bulabildiğim için salonda orkestranın arkasında koro sanatçıları için ayrılan bölümde yerimi alıyorum. Henüz beş dakika var konserin başlamasına ama AASSM’de büyük salonun en çok üçte biri dolu. Pandemi kuralları da malûm olunca protokole ayrılan kısım ana salonun neredeyse yarısı kadar. Dakikalar içinde salon şaşırtıcı bir hızda doluyor, deminki anlamsız boşluk ortadan kalkıyor böylece.
Program büyük müzik dâhisi Wolfgang Amadeus Mozart’a ayrılmış. Türkçeye “Küçük Bir Gece Müziği” diye geçen klasik müziğin en sevilen eserlerinden biriyle, dört bölümlük Eine kleine Nachtmusik ile başlıyor konser. Orkestra enerjik girişiyle kısa süre içinde müziğe konsantrasyonu sağlayıveriyor. Güzel, zarif bir ses rengi var. Kemanlar, viyolalar, çellolar usta ellerde; aralarındaki uyum ise hayranlık uyandırıcı…
Oda orkestrasını dinlemenin güzel yanlarından biri eserin gizemini anlayabilmek için fırsat tanıması. Klasik dönemin ürünü olan ve küçük salonlarda daha az bir müzisyen topluluğuyla icra edilen oda müziği; müzik eğitmenlerine, müzikologlara göre farklı tür ve oktavlarda enstrümanlarla müzik icra eden müzisyenlere birbirini dinleme alışkanlığı kazandırması, dolayısıyla müzikaliteyi artırmasıyla özel bir yere sahip.
Sadece bu türü icra eden müzisyenler açısından değil, bence dinleyici açısından da polifonik (çoksesli) müzikte kontrpuan tekniğini anlayabilmenin; başka deyişle müzikte armoni bütünlüğü içinde birbiriyle uyumlu ve birbirinden bağımsız ilerleyen farklı ezgileri ayırt etmeye kulağı alıştırmanın bir yolu, oda müziği.
Kafamın içinde konserden kalan sesler
İkinci eserde Mozart’ın erken dönem yapıtlarından 12’nci Piyano Konçertosu’nun notalarıyla piyanist Gökhan Aybulus çıkıyor sahneye. Orkestranın girişinin ardından piyano alıyor sözü. İlk cümleden sonra orkestra ile piyano arasında keyifli bir sohbet başlıyor âdeta. O kadar rafine bir müzik çıkıyor ortaya.
Rachmaninoff yorumlarıyla ünlü Aybulus, üstün bir performans sergiliyor; kusursuz tekniği ve şiirsel yorumuyla hemen dikkati çekiyor. Dünyanın çeşitli ülkelerinde konserler veren Aybulus, piyano çalmaktaki hüneriyle uluslararası müzik camiasında kendinden sıkça söz ettiren bir piyanist. Aybulus piyano sanatçılığı kariyeriyle eğitimciliği eşzamanlı yürütüyor; 2012’de doçent unvanını alan sanatçı Anadolu Üniversitesi Devlet Konservatuvarında öğrenci yetiştiriyor.
Konserin ikinci bölümünde Mozart’ın yaylı çalgılar için bestesi Adagio ve Füg ile 14’üncü Piyano Konçertosu’nu dinliyoruz. Orkestra sahneye çıkınca başkemancı Michael Waterman, dinleyiciler arasından iki gönüllüyü sahneye davet ediyor. Önce kemanlar, ardından çello ve viyolalar Adagio ve Füg’de en çok tekrarlanan temayı seslendiriyor.
Sahnenin köşesindeki sandalyelere oturan iki gönüllü eserin icrasının başlamasıyla leit-motivin kaç kez tekrarlandığını sayarak eser bitince ellerindeki kağıtlara yazıp gösteriyorlar. Waterman doğru hesaplayana küçük bir hediye veriyor. Böylece aslında konser dinleyicileri de hem müziğin matematiğine hem de müzikteki kompozisyona dair küçük ipuçları elde ediyor.
Pandemi başlayalı beri şöyle gönlümce bir konser dinleyememiştim. AASS’de güzel bir akşam geçiriyorum. Kafamın içinde konserden kalan sesler evin yolunu tutarken yolda tanıdık bir yüze rastlar gibi oluyorum...
(SE/EMK)