Özünde emperyalizme karşı verilen Kurtuluş Savaşı’ndan sonra 29 Ekim 1923’te ilân edilen Cumhuriyet, çağının devrimci bir adımıydı.
Cumhuriyet’in ilânından sonra siyaset, eğitim, kültür, sanat, sosyal hayat, hukuk alanlarında yapılan yenilikler ise yeni, modern bir toplum idealinin yapı taşlarıydı. “Fırsat eşitliği” olarak da anılan “Cumhuriyet devrimleri” sayesinde eğitim, sanat, bilim gibi pek çok alanda “Cumhuriyet kuşakları” yetişti.
Türkiye için kurucu iktidarın, Cumhuriyet’i kuranların cumhuriyetten muradı neydi? Cumhuriyet fikri ve “hâkimiyeti milliye” ya da “egemenlik kayıtsız, şartsız milletindir” formülü ne anlama geliyordu?
Münci Kapani’nin Politika Bilimine Giriş kitabından okuyalım:
“Cumhuriyet’in ilk anayasasını (1924 Anayasası) meydana getirenler, ‘hâkimiyeti milliye’ formülünü demokrasi idealini ifade eden bir prensip olarak benimsemişler ve onu bu anlayışla anayasaya geçirmişlerdir. (...) Milletin egemenliği formülüyle ifade edilmek istenen şey, aslında siyasal iktidarın halkta olduğunu belirtmekten ibarettir. Anayasa, sadece halktan gelen, halka dayalı bir iktidar fikrini benimsediğini açıklamak istemiştir.”
“Cumhuriyet” kelime anlamıyla “milletin hâkimiyetine dayanan yönetim şekli” ya da daha yeni tanımıyla “kamunun yönetimi” ise bugün egemenliğin gerçekten halkta olup olmadığına bakmak zorunludur.
Cumhuriyet eşittir demokrasi olmadığını, bir cumhuriyet demokratik olabileceği gibi bir cumhuriyetin antidemokratik olabileceğini hatırlamak gerek. Bugün İran, Rusya, Kuzey Kore, Çin de bir cumhuriyet... Ama İran teokratik bir rejim, Kuzey Kore, Rusya totaliter, Çin otoriter rejimler... Kuşkusuz bir yönetimin seçimle belirlenmiş olması demokrasi için yeterli olamaz!
Cumhuriyet’in yüz yılında pek çok sarsıcı, iz bırakan olay yaşandı ki çoğunun yankısı bugün hâlâ sürüyor.
İkinci Dünya Harbi’nin getirdiği kıtlık, mükellef ilân edilerek maden ocaklarında zorunlu çalıştırmayla yaşanan trajedi, Varlık Vergisi’yle gayrimüslim nüfusun hedef alınarak sürgün edilmesi, 1964’te İstanbul Rumlarının göçe tâbi tutulması, tek partili siyasî düzenden çok partili düzene geçişin sancıları, Meclis’te TİP’li vekillere linç girişimi, Cumhuriyet’in çözümünü sonraya bıraktığı, ileriki yıllarda can yakıcı boyutlara varacak Kürt sorunu, NATO’ya üyelikle Türkiye topraklarına emperyalizmin silahlarının konuşlandırılması, 1960, 1970, 1980, 1997, 2016 yıllarındaki askerî darbeler, darbe girişimleri, kısa ömürlü koalisyon hükûmetleri, devlet gücüyle yapılan kitlesel katliamlar, “faili meçhul” cinayetler, Susurluk skandalı, ekonomik krizler, siyasî partilerin kapatılması, vekilliklerin düşürülmesi, rejim değişikliği...
100. yıldan ikinci yüz yıla nice sorunla girildi.
“Cumhuriyet kuşağı”na darağaçları kuruldu
Cumhuriyet’in ilân edilmesinin üzerinden yüz yıl geçmesine rağmen bugün demokraside, insan haklarında, eğitimde, basın ve ifade özgürlüğünde; “muasır medeniyet” yolunda doğru dürüst ilerlenemedi. “Sosyal, laik devlet” prensibi hayata geçirilemedi.
Geçen yüz yılda askerî/sivil darbelerle toplumun kuyusu kazıldı. Bir başbakan ile üç bakanın idamıyla toplumda telafisi mümkün olmayan yaralar, demokraside derin yarıklar açıldı. Bağımsızlık, eşitlik için mücadele eden “cumhuriyet kuşağı”na, gençlik önderi Deniz Gezmiş’e ve arkadaşlarına darağaçları kuruldu. Bugün hâlâ isimlerini saygıyla andığımız yazar-çizer, sanatçı, akademisyen, sendikacı, gazeteci ya öldürüldü ya işkenceden geçirildi ya cezaevlerine konuldu ya da sürgün edildi, vatandaşlıktan çıkarıldı.
Dünya ve Türkiye edebiyatından, fikir dünyasından yazarların, filozofların kitaplarını okumak, bulundurmak suç sayıldı; kitaplar, filmler, albümler yasaklandı, yakıldı. “Yasaklı” kitapları evinde bulunduranlar hapse atıldı.
Yıllar adalet çığlığıyla geçti!
Parlamenter rejim değiştirildi, sermayenin tahakkümü artırıldı
Cumhuriyet’in 100. yılına çeyrek kala iktidara gelen Adalet ve Kalkınma Partisi; 2007’de ve 2017’de anayasa değişiklikleriyle Meclis’i sakatladı: TBMM’nin yasama ile yürütme yetkisi, adı 70’lerde kontrgerilla ile anılan MHP’nin de desteğiyle yapılan, sonucu şaibeli bir referandumla partinin genel başkanı Tayyip Erdoğan tarafından teslim alındı. Anlamını, ruhunu parlamentoda bulan “Cumhuriyet” bir kez daha berhava edildi.
Cumhuriyet’in 47. yılında, 12 Mart 1970’te “sosyal uyanış, ekonomik gelişmeyi aştı” denilerek toplumsal bilinci kırmak için Türk Silahlı Kuvvetleri darbe yaptı. Cumhuriyet’in 57. yılında, 12 Eylül 1980’de ise ordu bu kez tümden yönetime el koyarak anayasayı yürürlükten kaldırdı, parlamentoyu, sendikaları, sivil toplum örgütlerini kapattı.
12 Mart’la yetinmeyen egemenler 12 Eylül darbesine üç kala yürürlüğe koydukları 24 Ocak Ekonomik Kararlarını askerî rejimle topluma kabul ettirdi. Buna göre kamucu bir ekonomi modeli yerine neo-liberal politikalar ikame edilerek, sermaye sınıfına, holdinglere dikensiz bir gül bahçesi yaratıldı. O güne değin sendikalarda örgütlü olan işçi sınıfının örgütlü yapısı dağıtıldığı için işçinin/üreticinin bir daha hiçbir zaman iki yakası bir araya gelemedi!
Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Kürt sorunu çözümsüz bırakıldı
Cumhuriyet’in on yılları; isyanlarla, asimilasyon politikalarıyla, Dersim, Maraş, Çorum, Madımak katliamlarıyla tarihe geçti. Acılarla, onur kırıcı olaylarla, dil yasaklarıyla anıldı:
Osmanlı İmparatorluğu’ndan devrolan Kürt sorunu Cumhuriyet’in kuruluşunda çözümsüz bırakıldığı hatta sorun egemenlerin, hükûmetlerin politikalarıyla, yasa dışı işleriyle körüklendiği için son 40 yıla damgasını vurdu. Alevi inancında olan nüfus ise kimliğini saklayarak yaşamak zorunda kaldı.
Bugün Türk-Sünni kimliğinden farklı kimliklerin, Kürt, Alevi halklarının kültürel hakları eşit yurttaşlık temelinde teslim edilmiş değil hâlâ!
Kürt siyasî hareketinin partilerinden HDP, her an kapatılma tehdidi altında. Eski liderleri, vekilleri yıllardır cezaevinde tutuluyor. Meclis’te temsil hakkı yok edilmek istenirken, yöneticileri seçimle belirlenen belediyelere atanan kayyımlarla hak gaspları yapılıyor.
Ülkede farklı inançtan olan, farklı dilleri konuşan ancak kültürel haklarından yoksun kalan halkların, kendilerini yüz yıldır neden ikinci sınıf yurttaş gibi hissettiğini anlayabilsek; halkların haklarıyla bir arada, barış içinde yaşama iradesini görebilsek keşke!
Diyanet ‘halifelik’ makamına dönüştürüldü
Cumhuriyet’in ilk yüz yılı; laik bir devlette Diyanet İşleri Başkanlığı gibi bir kurumun olamayacağının; eğitim, yargı olmak üzere hiçbir devlet kurumunun; kamu yönetiminin dinlere, mezheplere göre düzenlenemeyeceğinin; “devletin dininin olamayacağının” ayırdına varamadan, dolayısıyla hiçbir adım atılamadan geçti. Şimdi Diyanet, AKP’nin özellikle de son on yılında bilfiil halifelik kurumu gibi hareket ediyor.
Tam anlamıyla laik/seküler bir devlet yapısının kurulamamış olmasının sonucu da 12 Eylül 1980 darbesinin ekonomi programıyla da holdingleşme yolu açılan tarîkatların/cemaatlerin devlette kadrolaşması, ekonomik ve siyasî güce kavuşmalarıydı. Ruhban sınıfı gibi imtiyaz verilen tarîkatlar dernekleriyle, “Kur’an kurslarıyla”, öğrenci yurtlarıyla bugün hâlâ ailelerin onlara emanet ettiği çocukların, devletin barınmada, yurt konusunda alternatifsiz bıraktığı gençlerin kanını emiyor.
Cumhuriyet’in ikinci yüz yılında, günahıyla sevabıyla geçen önceki yüz yıldan, doğrulardan da yanlışlardan da ders çıkarılırsa ancak halkın egemenliğinin, yani demokrasinin önündeki engeller kaldırılabilir; “muasır medeniyet”e doğru yol alınabilir.
(SE/EMK)