Osmanlı kuvvetleri Konstantinapol surlarından içeri girdiğinde, büyük korku ve paniğe kapılan Bizans ahalisinin "Şehir düştü" haykırışları ortalığı kaplar. Bu öylesine etkili bir haykırış ve olayın trajik ifadesidir ki, dönemin birinci elden tanığı Yergois Francis'in kitabının adı da, "Şehir Düştü"dür.
Şehir düştü, İstanbul oldu.
Şimdi de İstanbul düşüyor.
O zaman savaşla düşen şehir, şimdi üzerine beton dökülmesiyle düşüyor!
Şehircilik tarihi açısından bir dönüm noktası yaşıyoruz. Şehrin düşüşünü tarihe not düşecek Francisler elbette olacaktır.
Şehir düşüyor!
Ellerinde cetvellerle, pergellerle şehrin üzerine oturtacakları beton ve çeliğe yer işaretliyorlar. Tarihin kadim şehrinin ruhunu dinlemeyenler, kimliğine saygı duymayanlar, dünyanın bu en güzel şehirlerinden biri, belki de birincisi olan şehrin üzerine heyula dünyalar inşa ediyorlar.
Şehrin üzerine çöken bu kâbus yalnızca topografyayı deği,l tarihi de tahrip ediyor.
Ne ilginçtir ki, şehri düşürenler en çok da ecdat edebiyatı yapanlar! Osmanlı övgüsüne sarılıp da, Osmanlı'dan kalma eserlere karşı bu denli acımasız ve saygısız olmaları bir çelişki gibi gözükebilir.
Bu bir çelişki değil.
Çelişki olabilmesi için insana, çevreye ve tarihe saygılı olunmalıdır.
Çelişki olabilmesi için olabildiğince objektif bir tarih bilincine sahip olunmalıdır.
İstanbul zaten sorunlu bir şehirdi. Şimdi ise, mevcut durumu kökten bozmaya uğratan bu yeni imar faaliyetinin içerisinde insan, çevre ve tarih yer almıyor.
İnşaat temelli bu kalkınma modelinin esasını rant oluşturuyor. Elbette rant, ekonominin bir unsurudur. Ancak arsız, haksız ve sınırsız bir rant karlılığını hedeflemiş kesim, yeşilmiş, parkmış, sosyal donatı alanıymış, yolmuş, kültür varlığıymış, tarihi esermiş; hiçbir engeli tanımıyor.
Tanımıyor, çünkü güçlü bir siyasi iktidarın çizdiği rotanın dikensiz yolunda güller deriyor.
İstanbul, siyasi iktidarın ve bu 'yeni' sınıfın kültürel feraseti ve kasası ölçeğinde şekillendirilerek el değiştiriyor.
Siyasi iktidar, İstanbul'a şunu yapacağım diyor, yapıyor. Şehrin insanlarının, akademi dünyasının, meslek odalarının, konusunda uzmanların ve hatta ilgili kurumların görüşlerini dikkate almıyor. Dinlemiyor bile!
İstanbul düştü!
Artık İstanbul rezidanslardan ve AVM lerden oluşan bir beton tarlası. Bu tarlanın içerisinde AVM'ler yoluyla pazar kapanına kıstırılmış, rezidanslar yoluyla sosyal bağları sanallaştırılmış, yaratıcı ve sosyallikleri bastırılmış edilgen insanlar, boş başaklı ekinler gibi salınmakta; bereketsiz ve kısır!
Biliyorum, bu satırlar acımasız ve keskin gözükebilir. Ancak şehre yapılanlara baktığımızda, bunun insana yansımasının böyle olduğunu/olacağını düşünüyorum.
İstanbul'a çok büyük haksızlıklar edildi. Bu şehre nobran, kıyıcı ve barbarca davranılarak, şehrin tarihi, kültürü, ruhu ağır yaralar aldı. Bırakalım Roma'yı, Bizans'ı; şehirdeki Osmanlı eserlerine bile büyük zararlar verildi.
Şehir, Osmanlı'nın başkenti olmasına rağmen çarpık yapılaşmanın yaygın etkilerini Cumhuriyete kadar taşıdı. Ne yazık ki Cumhuriyet, İstanbul'a uzun bir süre sırtını döndü. Ancak İstanbul, Cumhuriyetin yüzünden de pek bir hayır görmedi.
Şöyle ya da böyle, bugünlere geldik. Ama bugünlerde yaşananlar, düne göre daha derin ve hacimli. Değişimin yönelimi şehirlilik açısından tehlikeli olduğundan, bu köklü dönüşümler, tehlikeyi daha da büyütüyor. Şehrin düşüşü olarak nitelediğim değişimlerin yönelimi iki aks üzerinden yürüyor: Rant kökenli imar/inşa faaliyetleri ve şehrin ideolojik/kültürel anlayışla damgalanması.
Birkaç örnek verecek olursak:
Şehrin her tarafını sarmış olan rezidans ve AVM inşaatları: Nerede boş bir alan varsa oraya gereğinden kat kat fazla imarlar veriliyor. Ancak bu yapılaşma imarının gereği olan yeşil alan, yol, park, okul, sağlık tesisi, sosyal donatı alanı gibi yaşam alanlarına imarda yer verilmiyor. Konutlardan, dükkânlardan ve AVM'lerden ibaret bir şehre, şehir denir mi?
Taksim Projesi: Başbakan en son şunu ifade etti; oraya giriş katı alışveriş merkezi, üst katları rezidans olan Topçu Kışlası yapılacak. İşte Taksim meselesinin özü de buydu!
Haydarpaşa Garı ve çevresinin düzenlenmesi: Ortada kesinleşmiş bir proje olmamasına rağmen, önceleri de dile getirildiği gibi şimdilerde de, Gar binasının otele dönüştürülmesi ve çevresinin ticari alan olarak planlanması dillendirilmekte.
Fatih, Tarlabaşı gibi bölgelerdeki kentsel dönüşüm tasarıları: Bunların ne anlama gelebileceğinin delili, Sulukule'dir!
Haliç Metro Köprüsü: Süleymaniye Camisine yeni iki adet demir minare eklendi. Gözlerine ceza vermek istiyorsan seyret. Çeliğin gölgesi, kara bir bulut gibi çökmüş eski İstanbul'un, Kanuni'nin ve Sinan'ın üzerine.
Çamlıca'ya cami: İdeolojinin coğrafyada cismanileşmesi diye buna denir. Peki, ne pahasına? Yakın tarih, bu yolun 'putlarıyla' dolu! Çamlıca gibi bir tepede taklitten öteye gitmeyen büyük bir cami; kibrin ve kasaba kültürünün anıtı!
Taksim'e cami: Cami cenneti ülkemizde Taksime de cami yapılsın. İstanbul'un fethi ancak Pera'nın fethedilmesiyle tamamlanır gibi ırkçı bir ayağı da olan bu İslamcı siyasal görüş, fethin, minare dikmekle sağlanacağına iman etmiş durumda. Orada gayrımüslimler kalmadığı için elbette bu fetih kendilerince, oradaki yaşam alanlarına yönelik oluyor. Bu bağlamda Ayasofya kaşıntısının artması muhtemeldir.
Üçüncü Köprü, Kanal Projesi, yeni havaalanı vs.
Bu kadar yoğunlaşmanın, tahribin ve yaralanmanın sonucunda şehir düşmesin de ne yapsın?