Sevgili Aytuğ
Adınla ilgili yanlış yazımdan dolayı özür dilerim.
Ne desen haklısın ama inan ki hiçbir art niyetim yoktu. Sadece yeni aldığım bilgisayarın sözcük dağarcığında Aytuğ adı yokmuş, adını her yazdığımda otomatik biçimde Altuğ olarak düzeltmiş, ben de bakmadan göndermişim. Keşke daha önce uyarsaydın.
Elbette “adını değiştirmeye” kalkmadım!
Kaldı ki bunu ancak diğeri üzerinde bir iktidar kuranlar yapabilir, bizim arkadaşlığımızın bir iktidar ilişkisi değil ki böyle bir şey de söz konusu olsun.
İsim değiştirme işini devletimiz yıllardan beri hem isimlerimize hem de yaşadığımız yerlere yönelik olarak yapabiliyor ondan sonra da eski isimlerinizi iade edeceğim diyor, hepimiz sevindirik oluyoruz ama arkası bir türlü gelmiyor.
Konuşurduk ya, iktidar ilk olarak dilde kuruluyor, dile hükmedersen insanların düşüncelerinin sınırlarını da belirliyorsun. İnsanlar bir kez senin kavramlarınla konuşmaya, düşünmeye başlayınca zaten kavganın büyük bölümünü kazanmış oluyorsun. Kürtçeyi onca yıl boşuna yok saymadılar, yer isimlerini boşuna değiştirmediler, çocuklarımıza verdiğimiz adları boşuna yasaklamadılar.
Kadınları evlendikleri erkeklerin soyismini almaya zorlamanın böyle bir iktidar boyutu da yok mu?
Hem ben zaten senin ismini değiştirmeye kalksaydım, “Mustafa Aytuğ” yapardım!
Bunu gül diye yazdım, “gülümse”din mi, hani o şiirde Burkay’ın dediği gibi.
"Sünnet sezonu"
Gördün mü bilmiyorum, bizim buralarda gene “sünnet sezonu” açıldı.
Gecen gün Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Dağlıca’da 16 askerin PKK saldırısında öldürülmesinin ardından, erkek PKK militanlarını kastederek, “teröristlerin" büyük bölümünün sünnetsiz” olduğunu, çağımızın teknolojisini kullanarak, twitter üzerinden bir kez daha “faş etti”!
Bizim Nermin’in bu, “sünnetsiz terörist”, söyleminin resmi kanallardan dolaşıma sokulduğu 1980’lerin ilk yarısında müstehzi bir edayla seslendirdiği ve karanlık günlerde hepimizi gülümsettiği “savaşımız fallus üstünedir abiler” cümlesi geldi aklıma.
Sen de o çokbilmiş halinle, “çoğunluğu ayni dine mensup olanlar arasındaki benzer çatışmalarda, en çok başvurulan yöntemlerden birisi diğerinin dinden çıkmış, ‘sapkın’ dolayısıyla katli vacip olduğunu iddia etmektir; bizde de bu ötekileştirme, fallus üzerinden yapılıyor” diye laf yetiştirirdin.
Bu “sünnetsiz” lafı bize 12 Eylül’ün bir armağanı diye hatırlıyorum. Yanılıyor muyum?
1980 öncesi solcu muhaliflere “Allahsız Komünistler” diyorlardı. Bu slogan 1983’de PKK ile silahlı çatışmalar başlayınca, özellikle Sünni Müslüman dindar Kürtlerin PKK’ya destek vermesini engelleme amacıyla “sünnetsiz” ve dolayısıyla “Ermeni”, yani “ümmet düşmanı” biçimine dönüştürülmüştü. Devamında “laikliğin bekçisi ordu”nun helikopterlerinden Kürt köylülerini bu PKK’lı “kafirlere” karşı “cihada” çağıran bildiriler yağdırılmıştı. Birçok kişi bunun “birincil ideolojik referansı din olan” köylüler üzerinde bayağı etki yarattığı kanaatindeydi.
Hatırlar mısın, işte tam bu nedenle, bazı Kürt milliyetçisi imamlar ve melalar, -sanıyorum 1991 yılı sonlarından itibaren-, öldürülen erkek gerillaları sahiplenip İslami kurallara göre yıkayıp, kefenleyip, “sünnetli” olduklarına dair cemaat önünde şahadet etmeye başladılar. Bazı durumlarda, cenazeler, sünnetli, olduklarının kanıtlanması için, halktan, tabii ki erkek, insanların da görebileceği yerlerde, mesela temiz bir dere kenarında yıkandılar.
Öldürülen erkek PKK’liler o yıllardan itibaren, sadece mensubu oldukları örgüt tarafından değil, din adamları tarafından da “şehit” ilan edilmeye başlandı; camilerde cenaze namazları kılındı.
Tabii ki birçok imam bu hareketlerinin bedelini canlarıyla ödedi, faili meçhul cinayetlere kurban gittiler.
Tanıdıklarımdan benzer çok hikaye dinledim, muhtemelen sen de dinlemişsindir zaten.
Birden aklıma geldi, sünnet İslam’ın tekelinde değil, Museviler de erkek çocuklarını dini inançları gereği sünnet ettiriyor, öyle değil mi?
Ama tabii ki asil meselemiz bu değil, “Ermenilik" durumu!
Nedir bu Ermenilerin elimizden çektiği sevgili Aytuğ, resmi dilde nefret söyleminin birinci maddesi olmaktan kurtulamadılar. Acaba diyorum, bu Ermeni karşıtı saldırganlığın altında içten içe bilinen ama seslendirilmeyen soykırımın, talanın yarattığı bir suçluluk duygusu da mı yatıyor? Bu bitmez kin diğer etkenlerin yanında aynı zamanda böyle bir yerden de mi besleniyor? Ne dersin?
“Seçilmiş Cumhurbaşkanı”mızın, “affedersin Ermeni” dediği bir ülkede, dokuz gün boyunca sokağa çıkma yasağı uygulanan ve içeri kimsenin sokulmadığı Cizre’de polisin megafonlarla Kürtlere “Ermeniler sizinle gurur duyuyor. Hepiniz Ermenisiniz” demesi şaşırtıcı mı?
Ve ne bitmez bir sünnet takıntısıdır bu?
Bana, “fallus önemli tabii, Freud baba ile Lacan amca boş yere o kadar kafa yormadılar bu işe” deme, olur mu!
Babam anlatmıştı, Ağrı Karaköse’de askerlik yaparken, askere gelen erlerden birisinin, “sünnetsiz” olduğu farkedilince, törenle nasıl küçük deri parçasından kurtarıldığını. Bunun yaygın bir uygulama olduğunu daha sonraki yıllarda da çok kez duydum.
“Laik” ancak, “düşmana Allah Allah sesleriyle hücum ettiği” bize zaman zaman hatırlatılan bir ordunun sünnetsizlere müsamaha göstermesini bekleyecek değiliz ya, değil mi?
İmtiyazsız ve kaynaşmış bir toplum olduğumuzun erkek vatandaşlara ispatı Müslüman - Müslüman değil ayrımı gözetilmeden, özellikle “devlet baba”nın iktidar erkinin en çıplak haliyle deneyimlendiği ordu, hapishane gibi yerlerde, gene “fallus” üzerinden yapılıyormuş galiba.
Öyle ki geçen Ocak ayında Posta gazetesinde okumuştum, “Ermeni asıllı Türk vatandaşı” şarkıcı Rober Hatemo’yu, 1994’de Adana’da askerliğini yaparken “sünnet elbisesi giydirip, sünnet arabasına koyup sokaklarda gezdirdikten” sonra, törenle “kesmişler”!
Lakin, haklarını inkar etmemek lazım, bu amme hizmetinin ifasından önce, komutan babasına telefon edip, oğlunuz sünnet olmak istiyor diye izin almış!
Geçtiğimiz yıllarda Bianet’in sayfalarında okumuştum, 1980’li yılların başında sol bir örgüte üyelik suçlamasıyla Diyarbakır Zindanı işkencehanesine kapattıkları Garabet Demircioğlu’nu da, gördüğü işkencelerin üstüne bir de “maşallahlı” sünnet elbisesi giydirerek törenle sünnet etmişler!
Bitmedi;
İsmini de Ahmet olarak değiştirmişler!
Ne diyeyim?
Bu beden siyaseti üzerinden de sürdürülen çatışmada kadınlar da bir aşağılanma nesnesi olarak paylarına düşeni alıyorlar tabii ki. Yok yok, zorunlu “bekaret kontrolü” meselesinden bahsetmiyorum, gözaltında cinsel taciz ve tecavüz de değil söylediğim.
Şöyle ki gecen gün bir başka devletlimiz, canını dişine takmış abluka altındaki Cizre’ye ulaşmaya çalışan HDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş’ı aşağılamak için “eteğiyle dağa çıksın” dedi! Büyük bir zeka örneği sergileyerek, örtülü biçimde Demirtaş’ın erkek olmadığını, kendisinin ise, tabii ki sünnetli, bir erkek olduğunu içeren bu veciz sözü sarfederken, sanıyorum, dağda eli silahlı kadınların da gezdiğini unutmuş.
Hemen hemen aynı gün, bir gazetede “Öcalan’i Gelin Ettiler” başlığıyla sunulan bir fotoğraf ilişti gözüme. Yozgat’ın Sorgun ilçesinde PKK’nin son saldırılarını protesto eden bir grup erkek gösterici, gelinlik giydirilmiş bir kadın mankenin yüzüne PKK lideri Abdullah Öcalan’ın bir fotoğrafını yapıştırmış. Bu temsili mankeni miting alanında dolaştırmış, daha sonra etrafına toplanıp, kameralara “çok erkek” bir poz vermişler.
Bilmem başka bir şey söylemeye gerek var mı?
Bu fallik dönem takıntısından kurtulmaları mümkün mü sence?
Böyle bir toplumda, cinsel taciz ve tecavüzün bir cezalandırma yöntemi olarak kullanılması nasıl engellenebilir?
Simdi, “fallus sadece fallus değildir, iktidarımızı kurduğumuz ve yaşattığımız bir alandır da aslında, yani kısaca; Savaşımız fallus üstünedir abiler”desem, Nermin’i taklit etmiş olur muyum?
Sevgili Aytuğ, he rşey bir yana, ben bütün bunları kızıma nasıl anlatayım?
İçten selamlar, haberleşmek üzere. (LM/HK)