1980’li yılların başında felsefe öğretmeni olarak atandığı Bingöl Lisesi’ndeki sınıf pencerelerinden birinden şehri ikiye ayıran Çapaxçur Deresi ve dere boyunca salınan kavak ağaçlarını seyrederken yazmış diyorlar, ben diyenlerin yalancısıyım.
Ama eminim ki, 1982 yılında “Küçük Tragedyalar” kitabının ilk şiiri olarak yayınlanan “Öndeyiş”in yaklaşık altı yıl sonra, Sezen Aksu’nun sesi ve Onno Tunç’un müziğiyle milyonlara ulaşan o içli “Kavaklar” şarkısına dönüşüp, bir başka biçimde dillere düşeceğini, tahmin etmemiştir.
Ve gene eminim ki, benim için; özlemin, sitemin, dinmeyen bir iç sızısının, bir parçanı bırakarak sürgün edildiğin bir dünyaya yönelik iç çekişin en güzel ifadelerinden birisi olan bu şiirin ve şarkının, Sivas’ta birlikte yakıldığı canlardan 23’ünün Ankara’daki toplu cenaze töreninde otobüs hoparlöründen yükselen bir ağıda dönüşeceğini de öngörememiştir.
O, 6 Temmuz’da şaşkınlık, çaresizlik, öfke ve acıyla karışık duygularla, Sezen Aksu’nu sesi “Ah kavaklar” diye inlerken, yürümüştük tabutların arkasından. İçlerinde tanımadığımız gencecik insanlar; en son bir ay kadar önce gördüğüm kendisine çizgilerinde kullandığı adla -Dino- seslenmem konusunda ısrar eden Asaf; yaklaşık bir hafta öncesinde Eren Aysan’in tarifiyle, “Edebiyatçılar Derneği’nin kongresinden çıkıp biraz fazlaca içilmiş, yolda karakolluk olunmuş, ardından kahkahalar halinde” bizim eve varılmış bir gecenin ardından bir daha görmediğimiz Behçet Aysan da yatıyordu. Ve daha niceleri…
Ezeli ve ebedi düşman gruplardan ikisine -solcular ve aleviler, diğerlerini zaten bildiğiniz için yazmaya gerek duymadım- aitti kurbanların çoğu.
Zaman zaman atılan sloganlarla katiller ve sorumluları lanetleyip, hesap soracağımıza, daha önce de birçok defa yaptığımız gibi, söz veriyorduk. Törene 100 bin kişinin katıldığı söylenir.
Biz “Ah kavaklar”la Dikmen’den gelen yolun Genelkurmay kavşağına ulaştığı yerde yürürken, dizelerin yazarı, son anda henüz ölmediği fark edilerek getirildiği Gülhane Askeri Hastanesi’nde komada yatıyordu. Birlikte yakıldığı 34 insana 9 Temmuz’da katılacaktı.
“Sevsem sana yazık, sevmesem incinirsin” gibi daha birçok sevdiğim dizenin yazarı, Füsun Akatlı’nın eski eşi ve Zeynep Akatlı Altıok’un babası Metin Altıok’un o sıralar -kendisi da artık yaşamayan- hemşerim Nebahat Çetin ile evli olduğunu ancak cenaze töreninden sonra nedense şaşırarak duyacaktım.
Nebahat Abla aynı zamanda, Hüseyin Kaytan’ın 1998’de yayınlanan “Levhalar” isimli şiir kitabındaki “Levha VI”nın da asıl yazarı olduğunu ancak 2009 yılında gene şaşırarak öğrendiğim Ferda Çetin’inin de ablasıymış. Bunu da törenden sonra anlayacaktım.
İnsan ne çok şeyin farkına sonradan varıyor, değil mi!..
Bu arada, Çetin şimdi bu şiirle anılmaktan hoşlanır mı emin değilim ama Altıncı Levha’daki Koçgirili Bedri’nin hikayesi de “iç yakar”. Hani;
…..
“Ateş!..
Dedi Komutan
Ve Bedri’nin arkasındaki kayaya
Kan sıçradı
Bedri öldükten
İki sene
Beş ay
Yirmi gün sonra,
Parti kararıyla itibari iade edildi
Ateş emri veren komutan duydu
Bedri yoldaş duymadı” diye biten…
Sivas katliamı davası bildiğiniz gibi zaman aşımına uğradı. Ondan önce de hesap sorulacağına söz verdiğimiz birçok suç gibi hâlâ hesabı sorulamadı. Bu arada hesap sorulması gereken katliamlar, insanlığa karşı suçlar listesine hep yenileri eklendi, ben bunları yazarken ve siz okuma zahmetine katlanırken de liste uzamaya devam ediyor maalesef.
Bir de, aslında kimseye zararı olmayan beyaz pamukçuk biçimindeki polenlerinden dolayı, sokakları kirletiyormuş öyle diyorlar, Ankara’daki kavak ağaçlarının çoğunu kestiler, katlettiler…
Yapraklarının rüzgârdaki hışırtısını ne çok severdim, ah kavaklar…
Ve “Sondeyiş” gibi olacak ama:
“Bedenim üşür, yüreğim sızlar.
Ah kavaklar, kavaklar…
Beni hoyrat bir makasla,
Eski bir fotoğraftan oydular.
Orda kaldı yanağımın yarısı,
Kendini boşlukla tamamlar.
Omuzumda bir kesik el,
Ki durmadan kanar.
Ah kavaklar, kavaklar…
Acı düştü peşime ardımdan ıslık çalar.” (LM/EKN)