BU COĞRAFYADA DA ZAKKUMLAR AÇAR
AYNADA SAKLI
Laila Mutlu
Bir yaz tatili sırasında çekmişim fotoğrafı. Ege ve Akdeniz kıyılarının süslerindendir bilirsiniz. Zakkum, zorlu iklim koşullarında da büyüyebilen ve kendiliğinden ve çok çabuk yayılan alçakgönüllü bir bitki olduğu için “arsız” olarak da adlandırılır.
Kolay elde ettiğimiz güzelliklere hele bir de kendi geliyorsa çok kıymet vermeyiz ya.
Bu güzel çiçekli bitkinin Müslümanların kutsal kitabı Kuranıkerim’in dört ayrı suresinin - Saffat, Duhan, Vakıa, İsra- çeşitli ayetlerinde “Lanetli ağaç”, “özü cehennemin dibinde çıkan bir ağaç” , “tomurcukları şeytanın başına benzeyen”, “lanetlenen insanlara yedirilecek” gibi cümlelerle tarif edildiğini öğrendiğimde hem şaşırmış, hem de niçin bütün bunlar için seçildiğini düşünmüştüm. Çok zehirli bir bitki olmasıyla ilgili galiba. Türkçedeki “zıkkımın kökü”, “zıkkım ye”, “zehir zıkkım olsun”, “zıkkım iç” gibi özlü sözlere de kaynaklık etmiş bu tarifler anladığım kadarıyla.
Ancak zakkumun kutsal kabul edildiği dinler de var. Örneğin Hindu tanrılarından Vişnu ve Şi-va’nın da çiçekleri zakkum. İnanları bu tanrılara zakkum çiçeği sunarak ibadet ediyorlarmış. Bir iddiaya göre, her ne kadar Musevi olan bir arkadaşıma sorduğumda pek tanıdık gelmediyse de, bizim yalın kat dediğimiz zakkum çiçeklerinden altı yapraklı olanları, ki çok yaygın değiller, Davut’un altı köşeli yıldızıyla eşleştiriliyor ve seviliyormuş. Hıristiyanların Yeni Ahit’inde adı geçen “Jericho (Eriha) Gülü”nün de aslında zakkum olduğunu iddia edenler ve buna katılmayanlar da var.
Ama zakkumun en sevdiğim hikâyesi zehirlenmiş, ot bile bitmez artık denilen topraklarda, her şeye ve bütün imkânsızlıklara inat boy atıp, parlak kırmızı çiçekleriyle çaresizlik ve umutsuzluk duygularında kaybolan insanlara güç vermesine dair olanıdır.
1945’in Ağustos ayında atılan atom bombalarıyla “cehenneme” çevrilen iki şehirden birisi olan Hiroşima’da, çok uzun yıllar hiçbir bitkinin yeşermeyeceği kanaatine varmış bilim adamları. Şehrin bir biçimde hayatta kalanlarını bombadan yaklaşık iki ay kadar kısa bir süre sonra bu defa büyük bir tayfun ve sel vurmuş. Çok sayıda insan da bu selde hayatını kaybetmiş. Belini doğrultmaya çalı-şan insanlar selden sonra artık hiçbir şeyin yolunda gitmeyeceğine ikna olmuşlar.
Öyledir, bir felaketten çıkmaya çalışırken, üzerine gelen başka felaketler kalan umut kırıntılarını süpürür, ardarda alınan yenilgiler çaresizlik duygusunu pekiştirirler; “Öğrenilmiş çaresizlik” denilen hal çöker, insanlar bir şeylerin iyiye gidebileceğine dair inançlarını yitirirler. Esaretleri, teslimiyete dönüşür ve bu bir tevekkül değildir.
Hiroşima’da da öyle olmuş. Kalanların büyük kısmı şehri terk edip başka yerde başka hayatlar aramaya gitmişler.
Sonra her zamanki gibi o kış da geçmiş, bahar da gitmiş.
Bunlar olurken kimse farketmemiş, dipten dibe sürgün veren zakkumları. Ta ki yaz başında yanıp yıkılmış harabelerin üzerinde kırmızı zakkum çiçekleri neşeli kahkahalar atmaya başlayıncaya kadar.
Görülmemelerini imkansız kılacak bir biçimde, pıtırak gibi bitmişler her yerde. Hem bir şaşkınlık hem de bir sevinç yaymışlar ama en çok da çaresizlik ve umutsuzluk duygularını eksiltmeye başlamışlar.
Zakkumların açmasını bir alâmet addetmiş insanlar. “Cehennem çiçeği” zakkum umudun ve direngenliğin, hayatın yenilmezliğinin, her şeye rağmen yeniden başlamanın sembolü haline gelmiş, güç vermiş insanlara. Gidenler geri dönmeye ve şehri yıkıntılardan yeniden yaratmaya koyulmuşlar.
Şehir halkı zakkuma olan minnet borçlarını onu şehirlerinin resmi çiçeği ilan ederek ödemek istemişler. Hiroşima bugün yaklaşık 1.2 milyonluk nüfusuyla Japonya’nın en büyük şehirleri arasında ve fotoğraflarına baktım, yemyeşil bir şehir.
Tabii bazı “münafıklar”, kerametin zakkumda değil, “sel”de olduğunu da iddia etmişler.
Şehri vuran sel felaketinin aslında radyasyonla kirlenen toprağın üst kısmını söküp götürdüğü, yerine radyoaktif kirlenmeye maruz kalmayan yerlerden taşıdıkları toprakları bıraktığı ve zakkumların da bu topraklarda yeşerdiği bilimsel açıklamasını da yapmışlar. Buna göre, bir önceki felaketin yaralarını sonra geleni sarmış. Sellere ve tayfunlara çok haksızlık etmemek lazım! Yıkarken aslında farkında olmadan ve kastetmeden, yeniden yaptıkları da vâki.
Bu fotoğrafa bakarken ve bütün bunları hatırlarken, bir felaketten diğerine düşmekten bitap, “hiçbir şey değişmiyor/değişmeyecek de”de ifadesini bulan umutsuzluk, çaresizlik ve benzeri duygularla zehirlenmiş, bir tür felç olmuş coğrafyamızda da aslında bir yerlerde, şu anda farketmediğimiz, Hiroşima’nın zakkumları gibi beliren alâmetler var mı sorusunu sordum kendime.
Ne dersiniz?
Tamam mevsim kış, hava kapalı. Ama o işaret belki sevdiğiniz bir insanın yüzündeki bir ifade, dinlediğiniz bir şarkı, okuduğunuz bir kitap, seyrettiğiniz bir film, arkadaşlarınızla paylaştığınız bir bardak çay, kışın güneye göçmeyi reddetmiş ve gelip pencereye konmuş şaşkın bir kuş, içinizde tuttuğunuz sıcak bir anı, sokaktaki donmuş kirli su birikintisindeki buz kristallerinden birinde, ya da gece gördüğünüz bir rüyada saklıdır. Fark edilmeyi beklemektedir.
“Yok” mu diyorsunuz?
Peki, başka yerlere baksak, mesela aynaya?
Belki de o alâmet aslında, baktığımız aynanın sırrından yansıyandır… (LM/EA)