Sanat ve politika ilişkisi tartışmaları eski bir tarihselliğe sahip olmakla birlikte, özellikle Aydınlanma döneminden bu yana daha yakıcı ve güncel bir hal almıştır. Cenvantes’le başlayan roman sanatı, daha eskiden beri devam eden resim, tiyatro ve müzik sanatı Aydınlanma dönemiyle büyük bir sıçrama yapmış ve bununla birlikte 20. Yüzyıl’ın başlarında kitlelere daha kolay ulaşan, ulaştığı ölçüde de yaygınlaşan sinema sanatı, politik hayatla dolaylı ya da doğrudan bir ilişki içinde bulunmaktadır.
Sanat ve politika ilişkisi veya ‘ilişkisizliği’, birçok tartışmalara konu olmuş, zengin bir literatüre sahiptir. Toplumsal yaşamın büyük bir alanı (hatta genellemeyle tümü diyebiliriz), politik hayatın kapsayıcılığı içerisindedir. İşte tam bu noktada iktidar, sanat ve politika ilişkisinin merkezinde yer alır. Tarihte de görüldüğü üzere sanatçı ve sanat, genel olarak hep iktidarlar tarafından kıskaca alınarak bir egemenlik aracına dönüştürülmeye çalışılmıştır.
Sanat her ne kadar politik hayatın atmosferinden şu veya bu yönde etkilense de politik hayata karşı kendine bağımsız bir alan inşa eder. Edemediğinde ise ya sanat olmaktan çıkar ya da yoluna devam edemez. Özgür bir politik hayat, sanatçının önünü açar ve sanatın her alanı bir çiçek bahçesine döner. Totaliter, faşist ve her türlü baskıcı bir politik hayatta sanatçı kıstırılır, ezilir ve sanatın hemen her alanı bir çölleşmeye zorlanır.
İktidarın sanatçıyla ve sanatla sorunu nedir?
Bilumum baskıcı iktidarlar, sanatı kendi politik anlayışı içerisinde kendine hizmet aracı olarak görmek isterler. İsterler ki sanatçı onun propagandisti, eserleri ise propaganda araçları olsun. İktidar kendini öven, politikasını destekleyen romanlar, heykeller, müzikler, filmler, tiyatrolar yapılsın ister. Çünkü sanat, toplumun ve bireyin geleneksel, kültürel, ahlaksal, moral ve politik yaşamında kapsayıcı bir etkinliğe sahiptir. İktidar bunun bilincinde olarak sanatçıyı kendine tabi kılmaya çalışır.
Ancak tam bu noktada işin doğası gereği ortaya bir sorun çıkar. İktidar kendi meşrebince sanatçı ve sanat istiyor ya; işin doğası gereği, sanatçıya baskı yapıldığı için ortaya bir sanat ürünü çıkarılamaz! Yani sanatın sanat olabilmesi için, özgürlük şarttır! Sanatçı özgür ve güvenli bir ortamda eserini ne iktidarın politik tutumuna ne de toplumun cari kurallarına/anlayışına göre değil, kendi istediğince üretebilmelidir. Sanatçı eserine hayalini, tasarımını, bilgisini, duygusunu ancak böyle katabilir. Falanın emriyle, filan ideolojinin bakışıyla sanat olmaz!
AKP neden kültür iktidarını kuramadı?
Bir kültür iktidarından söz edilebilir mi? Yani kültürün iktidarı olur mu? Tamam, iktidarların bir kültürü vardır ama, iktidarlar kültür inşa edebilir mi? Kültür önsel olarak bir bilgiyi gerektirir. Bilginin ketlendiği bir toplumda, kültür ve sanatın anlamlandırılması mümkün müdür? İşin bu boyutuna girmeden AKP iktidarının kültür-sanatla ilişkisine değinelim.
AKP 17 yıldır iktidarda. Erdoğan, iktidarı dönemi boyunca ülkede az da olsa var olan demokratik kurumları ve temayülleri yok ederek inşa ettiği tek kişilik yönetim gücünün doruklarında diyebiliriz. Bütün kurumların ve gücün tek kişide toplandığı yönetimlerde (buna -babadan oğula geçişi saymazsak- modern monarşi diyebiliriz), gücün sahibi her şeyin emirle yürütüleceği yanılsamasına kapılıyor ki, Erdoğan’da da böyle bir güç zehirlenmesi var. Erdoğan, kültür ve sanatın da bir iktidar aracı olabileceğini ve bunun üzerinden bir iktidar inşa edileceğini sanıyor.
Halbuki kültür ve sanat, şuraya köprü yapalım, buraya imar izni verelim, şu malların vergisini artıralım der gibi emir, tamim, yasa gibi bürokratik işlerle yönetilemez.
Tarihte her türden baskıcı iktidarların sanatla sorunları oldu. Örneğin Hitler Almanya’sında daha 1933 yılında Nazi Propaganda Bakanı Joseph Goebbels, kültürün korunması ve saflaştırılması için sanatın Nazi hedefleriyle uyumlu hale getirilmesini emretti! Bunun ilk uygulamalarından biri de 10 Mayıs 1933'te Berlin Opera Binası'nın önünde, ‘Alman ruhuna’ ters düşen kitapların yakılması töreniydi. Sanatçılar faşizme teslim olmadılar ya ülkeden kaçtılar ya öldürüldüler ya kamplara gönderildiler ya da susturuldular. Nazi Almanya’sında doğru düzen sanatçı kalmadı. Bildiğim kadarıyla Carl Orff gibi birkaç yetenekli müzisyen kaldı. Edebiyat bitirildi. Bolca Nazi propaganda filmleri, ari ırkı temsil eden devasa heykeller yapıldı.
Sanatçı özgürlük ister çünkü sanatın doğasında eleştirellik, gerçeğin estetik yoluyla ifade edilmesi ve imgelemin sanat ürününe çekincesiz yansıtılması bulunur. Bunları ifade edemeyen sanatçı, ne üretebilir ki?
Türkiye’de böyle bir ortam var mı?
Erdoğan birkaç defa çevresine sanatçı diye adlandırdığı kişileri topladı. Birlikte resimler çektirdiler vs. Dikkat edilirse bunların içerisinde şarkı-türkü söyleyenlerin dışında hiçbir sanatçı yoktu. Erdoğan bunlar yoluyla toplumda bir etki yaratamadığını gördü ama, eldeki malzeme buydu!
Ekrem İmamoğlu, bir öğrencinin kendiliğinden ama zekice söylediği “Her Şey Güzel Olacak” isabetli ve etkileyici sözünü seçim sloganı yaptı. Bu söz, 31 Mart seçimlerinin YSK tarafından iptalinin toplumun büyük bir kesiminde yarattığı haksızlık ve hukuksuzluk tepkisine tam denk düştü. Çok sayıda sanatçı ve toplumda tanınırlığı olan kişiler de “her şey güzel olacak” şeklinde tweetler attı. Bu durum iktidarı, onun medyasını ve trollerini çıldırttı. Tweet atan kimileri daha önceden Erdoğan’la aynı karede bulunanlardan olduğu için, ‘ekmeğimizi yediler, bize ihanet ettiler. İnsan ekmek yediği kaba pisler mi?’ şeklinde saldırılarda bulundular. Cumhurbaşkanlığı Arşiv Daire Başkanı Muhammet Safı, tweet atanların listesini tutarak sosyal medya ortamında yayınladı. Tam da kendilerine yakışanı yapıyorlar!
Bu olanlar bize baskıcı iktidarların sanata ve sanatçıya bakışlarını bir kez daha çok açık biçimde ortaya koydu. AKP iktidarına ve Erdoğan’a göre sanatçı, kendilerinin kulu kölesi olacak çünkü onlara ekmek veriyormuş! Yemek yedikleri denilen kap ise, AKP’li belediyelerin panayır kıvamında düzenledikleri şenliklere şarkıcı olarak davet edilmeleriymiş. İktidarın ve onun belediyelerinin sanatçıdan, sanattan anladıkları bu kadar! AKP iktidarının ve Erdoğan’ın mizahla, edebiyatla, tiyatroyla, sinemayla, resimle, plastik sanatlarla ilişkileri, bunları sindirmek, yok etmek üzerine kurulu. Bütün uğraşıları toplumun carisinde geçerli olan kimi ünlüleri, şarkıcıları yanlarına alarak bu kişilerin toplumdaki popülaritesi üzerinden moral destek devşirmek amacındalar, yoksa sanat umurlarında değil!
Özgürlüğün ve eleştirinin boğulduğu bir sistemde sanatçı istediği şekilde üretemediği için zulüm altındadır. Sanatsal faaliyetlerin özgürce icra edilemediği topluma da aynı zulüm yapılıyor demektir.
Erdoğan, kedi şeklinde çizilmiş bir karikatürüne dahi dayanamayıp çizeri Musa Kart’ı mahkemeye verdi. Sonra da kalkıp neden kültür alanında iktidar inşa edemedik diye soruyor. Sorusunun cevabını, bırakalım sanatın diğer dallarındaki yoksunluklarını, mizaha bile dayanamayan iktidar zihniyetinde araması gerekir! (HŞ/HK)