Doğrusu bugünlerde kimi televizyon kanallarında Kürtlerin konu edildiği ya da Kürt illerinde geçtiği alenen paylaşılan dizilere bakıyorum da, “ya sabır” demek geçiyor içimden. Pars Narko Terör, Gazi, Köprü, Tek Türkiye, Kurtlar Vadisi Pusu ve diğerleri. Hepsi “Olanca musibetin kaynağı Kürtlerdir” tezi üzerine bütün hikâyelerini kurgulamışlar.
Çok şık, çok yakışıklı, çok güzel ve de düzgün Türkçe konuşan karakterler. Tam karşılarında ise amiyane tabiriyle, tipi bozuk, dili bozuk, her tür olumsuz davranış örneğine dünden hazır suça meyyal “başbelası” Kürtler! Bütün mevzu, ülkenin şu an içinde bulunduğu bütün baş ağırtan işlerin sebebi hikmeti dizilerdeki Kürtler. Ol sebepten yapılacak ve yapılması gereken her bir vuruşa layık kesim. O halde dört koldan bu işi hâl yoluna koymak için el atmak lazım.
Sadece öte yakadakileri “berhava” etmek için sınır ötesi operasyon yetmez. İçerde de bütün psikolojik ve medyatik, görsel ya da değil olanca bütün işleri kullanarak Kürtleri “Tu kaka” etmenin elan yollarını zorlamak gerek. Başka yolu yok.
73'ünde gelen kitap
Neden mi yazdım bu epeydir beni rahatsız eden görsel dünyanın dört koldan saldırısını, paylaşayım.
Hiç mi düşünmez bu dizileri yapanlar, oynayanlar, kaynak ayıranlar; kötüledikleri Kürtlerin de insan olduğunu! Kişiler arasındaki güven sarsılırsa, ömrü billâh halklar arasında da güven sağlanamayacağını hiç mi düşünmezler! Etnisiteleri, kimlikleri, kültürleri, ezcümle halkları bu denli acımasızca ve lanetleyerek birbirlerine “tokuşturursanız” bu ateşin birgün bumerang gibi kullananları da yakabileceğini hiç mi düşünmezler!
Elimde bir kitap var. Yavuz Çamlıbel’in “Bir garip ülkenin idamlık Kürtleri” alt başlığını koyduğu “49’lar davası” kitabı. Kürtler garip insanlar. Gerçekten garip. Düşünün bir insan 70’ine merdiven dayar. Artık yaşlanmıştır. Epeyce gecikmiş bir deminde kitap yazmak ister. Oturur ve yazar. Öğrencilik yıllarından sonraki günlerinde bir kısmıyla belki de önceden hiç tanışmadığı insanlarla kader arkadaşı olarak bir mahpuslukta buluşur. Ve o buluşma, sonraki bütün hayatına yön çizer. 73’ünde yazdığı kitabına da…
Diyorum ki; kamera şöyle bir kare ile başlasa! Ülke, istibdada hâlâ meyilli birilerinin “Artık yeter. Söz milletin” sloganına güvenip oy vererek yeni bir sürece girmiştir.
Bolluk, refah ve hürriyet vaadi vardır söylemlerde. Bir gün gelmiştir ki; bu vaatleri paylaşanlar imtina etmişlerdir sözlerinden. Bu kez kamera kerli felli bir adamın dudaklarından dökülen kelimelere takılı kalmıştır: Üstelik zat ülkenin cumhurbaşkanıdır; “Kürtlerden bin tanesini Taksim Meydanında sallandıralım ki diğerlerine ibret-i âlem olsun” demektedir. Yetmemiştir muhterem zatın söyledikleri, ülkenin Başbakanı da teyit etmektedir: “Sallandıralım. Ama dış kamuoyuna da Komünist Kürtçü bir hareket olarak yansıtalım ki ekonomik anlamda bunu bir avantaja dönüştürelim”.
Ve sonra kurulur tezgâh. 50 kişilik onay alınır. İsimlerin yazılacağı yerler boş bırakılıp sonra doldurulmak kaydıyla. Toparlanır 50 Kürt şahsiyeti. Mekân, İstanbul Harbiye Merkez Kumandanlığı olarak seçilir. Hücre sayısı 40 kişilik olduğundan 10 kişi duruşmalara dışarıdan katılır. Ve ülke 1959 senesinde Kürt şahsiyetler hakkında savcının idam istemiyle gündem tutar. Çok acı çeker içerdekiler. Biri ölür. İçerdekilerin yakınları perişan olur. Dört yıl sonra tümü beraat eder. Ama olayın yaşandığı tarihten tam 50 yıl sonra biri, Yavuz Çamlıbel çıkar ve bir kez daha 49’lar dosyasını, kendi tanıklığında yeniden açar.
Tarihle yüzleşmek
Doğrusu Yavuz Çamlıbel’in 73’ünde bir delikanlı gibi bu tuhaf ülkenin yakın tarihiyle yüzleşmek için kaleme aldığı anıları, tarihe not düşmek belki de kimi sayfaları yeniden açmak, hatta acıyı bedeninde, ruhunda yaşayanlarla yüzleşmek için yazdıkları kayıt düşmek manasında çok önemli. Yavuz Çamlıbel yazar değil, profesyonel manada hiç yazar değil. Öyle bir savı da yok zaten.
Bu açıdan yazdığı anı kitabını belli bir tarza oturtmamış. Yani herhangi bir metodolojiye bağlı kalmamış. Mesela başlık 49’lar dosyası olmakla birlikte, yoğun yaşanmış, biz Kürtlerin “Welatê Serhedê” dediğimiz doğu coğrafyasının insani yaşanmışlıklarını da Rusya steplerine, bozkırlarına varıncaya kadar uzak düşmek derdiyle paylaşmış.
Bununla da yetinmeyip bir de yakından tanıdığı Kürt şahsiyetlerinin 49’lar dosyası içindeki rolleri örgüsü çerçevesinde kısa biyografik anılar manzumelerini de yazmış. Doğrusu Yavuz Çamlıbel’in kitabını adeta olması gereken üç ayrı kitabın bir kitaba sıkıştırılmış ve paylaşılmış formatı gibi içim burkularak okudum.
Sonra da kendi kendime düşüne durdum. Adına “Kürt Sorunu” denen ve üçüncü bin yıla bir önceki bin yıldan devreden ve hâlâ çözül(e)meyen “sorunun” sebebi Kürtler mi? Hiç değil. Kürtler doğrusu “sorun” da değil. Sorunu yaratanlar, bu acıları yaşatanlar belli. Yani kamerayı doğrultacağınız “kara yüzler” bütün çıplaklığı ile orta yerde duruyorken, neden Kürtler bütün sorunların müsebbibi, diyesim geliyor.
Ve olanca çıplak sorumla sormak istiyorum: Daha ne kadar bir halkın kimliği, kültürü, kişiliği, onuru ile oynanacak; aşağılayacak ve horlayacaksınız; sonra da bu halkın size saygı duymasını ve sempati beslemesini bekleyeceksiniz?
Belgeselciler, mesela Can Dündar, bir kez daha “Oradaydım” dese! Çıplak kamerayı Çamlıbel’e ve 49’ların hâlâ canlı tanıklarına doğrultsa toplum bir de Kürt şahsiyetleriyle yüzleşse! Ne dersiniz!
Yavuz Çamlıbel anılarını yazmakla paylaşmakla iyi etmiş, geç kalmış ama iyi etmiş. Diğer yazmayanlar da geçmişle yüzleşmek ve hesaplaşmak için yazmalı…(ŞD/EÜ)
* Yavuz Çamlıbel, 49’lar Davası, Algıyayın, Ankara. 2007.