12 Eylül 2010 Referandumunda, Erdoğan'ın ağzından, kamu çalışanlarına demokratik bir çalışma hayatı ve toplu sözleşmeyi içeren bir yasa vaat edilmişti. Aradan geçen bir yıl boyunca hiçbir şey yapılmadı. Şimdi 4688 sayılı yasada bazı değişiklikler yapılarak oluşturulan yasa tasarısı Bakanlar Kuruluna sunulmuş durumdadır. Hemen belirtmek gerekir ki, taslak şimdiki haliyle yasalaşırsa 4688 sayılı yasayı da aratacağa benziyor. Hazırlanan taslak sahte sendika yasa tasarısıdır.
Bilindiği üzere, Kamu Görevlileri Sendikaları Konfederasyonları ile Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik arasında, birkaç toplantı yapıldı. Üçlü Danışma Kurulu çerçevesinde gerçekleştirilen toplantılar, 4 Ekim 2011 tarihi itibariyle tamamlandı. Görüşmeler sonunda 24 konuda anlaşıldığı ifade edildi...
Anlaşma sağlanamayan öyle sıradan konular değildi. Yasanın ruhunu şekillendiren konulardı. Bunlar: Toplu sözleşmede imza atmaya yetkili konfederasyon, Kamu Görevlileri Hakem Kurulu'na itiraz yetkisinin hangi taraflarda olacağı ve Kamu Görevlileri Hakem Kurulu'nun yapısının nasıl olacağı konularını içeriyordu.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı'nın hazırladığı ve Bakanlar Kurulunda imzaya açılan taslağı ana hatlarıyla değerlendirmeye çalışalım:
Grev Hakkı ve Kamu Görevlileri Hakem Kurulu
Taslakta, kamu çalışanlarının Grev hakkı yok sayılıyor. Kamu Görevlileri Hakem Kurulu'nun kararlarına kesinlik kazandırılarak grev hakkı zımnen yasaklanıyor.
Taslağın 34. maddesi Kamu Görevlileri Hakem Kurulu'nun bileşimini izah ediyor. KGHK Hükümet ağırlıklı oluşturuluyor. Taslağa göre 11 kişiden oluşacak kurulda, hükümet altı üye ile çoğunluğu sağlıyor. Hükümet dört üyeyi doğrudan atıyor. Yedi öğretim görevlisi içinden birini (Kamu İşveren Heyet Başkanı olan) Bakan seçiyor ve Meclis'te çoğunluğu elinde bulunduran hükümetin oyuyla seçilen Sayıştay Başkanı da kurula başkanlık ediyor. Yine konfederasyonlar tarafından önerilen yedi öğretim üyesinden seçilecek kişiyi de Bakan belirliyor.
Görüldüğü üzere KGHK'nın çoğunluğu hükümet denetiminde oluşturulmak isteniyor. Dolayısıyla 4688 sayılı yasanın mevcut halinden farklı bir durum söz konusu değil. Mevcut durumda, Toplu görüşmede son sözü Bakanlar Kurulu söylüyor. Taslaktaki halde de son sözü KGHK eliyle yine Hükümet söyleyecek. Değişen şey "toplu görüşme" deyimi yerine "toplu sözleşme" deyiminin yer almasından ibarettir.
Toplu sözleşmenin tarafları ve imza yetkisi:
Taslağın 29. maddesinde Kamu İşveren Heyeti adına yedi kişi ve Kamu Görevlileri Sendikaları Heyeti adına da yedi kişiden oluşacak bir genel toplu sözleşme düzeni tarif edilmektedir.
Eğer taslak bu haliyle yasalaşırsa, Kamu Emekçileri Sendikaları Kofederasyonu (KESK) (232.083) ve Türkiye Kamu-Sen (394.497) toplam 626.580 üye sayısına karşılık üç üyeyle; 515.378 üyesi olan Memur Sendikaları Konfederasyonu (Memur-Sen) ise dört üyeyle temsil edilecek demektir.
Taslakta, hükümet güdümlü Memur-Sen sözleşmenin tarafı ilan ediliyor. En fazla üye sayısına sahip konfederasyon sıfatıyla kendisine Heyet Başkanlığı için bir üyelik verilmiş, geriye kalan altı üye için ise "nisbi temsil" gereğince dağılım yapılarak üye çoğunluğunun Memur-Sen'e geçmesi sağlanmış. Görünüşte konfederasyonlar toplu pazarlık masasında yer alıyor, gerçekte ise bu temsilci hesabıyla konfederasyonlara söz hakkı verilmiyor.
Bu hesaplamalara göre hükümet ve yandaşı Memur-Sen arasında bir "toplu sözleşme" görüşmesi olacak, "toplu iş sözleşmesi (TİS)" görüşmelerinde anlaşma olmaması halinde de itiraz hakkı sadece Memur-Sen' de olacaktır.
Yine Taslağın 29. maddede "hizmet kolu toplu sözleşmesi görüşmelerinde Kamu Görevlileri Heyeti, o hizmet kolunda en çok üyeye sahip sendikanın en çok üç temsilcisinden oluşur." denilmekte toplu sözleşmenin kapsamı daha da daraltılıyor. Genel toplu sözleşme için getirilen "en çok üyeye sahip üç konfederasyon" mantığı hizmet kolu toplu sözleşmelerinde yok sayılıyor.
Bir sendikanın bağlı olduğu konfederasyon, genel toplu sözleşme görüşmelerine katılma yetkisi olmasına rağmen görüşmelere katılmaz ise sendika o hizmet kolunda "yetkili" olsa bile hizmet kolu toplu sözleşmesine katılamıyor. Bu açıkça her sendikanın kendi üyesi adına toplu sözleşme yapma ilkesine aykırıdır.
Yerel Yönetim Kuruluşlarında Sözleşme Yapabilme:
Kanunun Tasarısının 32. maddesi yerel yönetim kuruluşlarında toplu iş sözleşmesini açıkça yasaklıyor.
Taslak, yerel yönetimlerde nasıl toplu sözleşme yapılmayacağını tarif ediyor. Yerel yönetimlerde, "mahalli idare tazminatını belirlemek üzere ihtiyari nitelik taşıyan sözleşme imzalanabilir" deniliyor. Taslağa göre, personel giderlerini karşılayamayan ve seçimlere iki yıl kala mahalli idare ve yerel yönetimlerde sözleşme yapılamayacak.
Ayrıca "bir mahalli idare düzeyinde yapılacak sözleşme ile belirlenecek mahalli idare tazminatı, başka bir kurum veya kuruluşa atanma halinde kazanılmış hak sayılmaz. Bu madde hükmüne göre yapılacak sözleşme, bu kanun uygulamasında toplu sözleşme sayılmaz. ... anlaşma sağlanamaması halinde Kamu Görevlileri Hakem Kuruluna başvurulmaz" deniliyor.
Yukarıdaki maddede görüleceği üzere, "ihtiyari (isteğe bağlı) sözleşme" olarak tarif edilen sözleşmenin imzalanmasını işveren statüsünde olan idarenin uygun görmesi şartına bağlamış. Bir başka deyişle işveren masaya oturmak zorunda değil. Canı isterse oturur, istemezse oturmaz. İşveren "mahalli idare tazminatının" belirlenmesi görüşmelerine isterse katılacak ve isterse imzalayacak.
Hükümetin bu düzenlemesi yerel yöneticilere, kendi kurumunda örgütlü bulunan sendika üzerinde baskı kurma imkanını da veriyor. Sendikanın uzlaşmaması halinde bir başka sendikayla masaya oturabileceği tehdidini rahatlıkla kullanabileceği bir zemin sunuyor.
Hükümet açıkça kamu emekçilerinin kazanılmış haklarını gasp ediyor, AİHM kararını da çiğniyor. Bilindiği gibi Türkiye'de kamu emekçilerinin toplu sözleşme hakkının hukuksal mecrada tartışılması KESK'e bağlı Tüm Belediye ve Yerel Yönetim Emekçileri Sendikası'nın (Tüm Bel-Sen) Gaziantep Belediyesi ile yaptığı toplu sözleşmeye karşı açılan davayı AİHM'e götürmesi ve kazanması sonrasında olmuştur. AİHM Büyük Dairesi Demir - Baykara Davası Kararı'nda kamu emekçilerinin TİS ve grev hakkının altını çizerek siyasal iktidarın gerekli düzenlemeleri yapmasını istemişti.
Tüm Bel-Sen şu anda "406 belediye ile 18.000 kamu emekçisini" bağlayan "toplu sözleşmeler" imzalamıştır. Söz konusu TİS'lerin niteliği ve eksikliklerini tartışmak bir başka yazının konusudur. Ancak taslak bu şekilde yasalaşırsa hukuksal zeminde var olan kazanım gasp edilmiş olacak.
Taslakta örgütlenme özgürlüğü yok
4688 Sayılı yasanın 15. maddesi,sendika kurması ve sendikaya üye olması yasaklanan kamu görevlilerinin kapsamını belirtiyor. Taslakta örgütlenme özgürlüğü önündeki engeller aynen korunuyor. 4688 Sayılı yasanın 15. maddesinde sendika üyesi olamayacaklara ilişkin örgütlenme kapsamı, (C) bendinde yer alan "100 ve daha fazla kamu görevlisinin çalıştığı işyerlerinin en üst amirleri ile yardımcıları" ile (J) bendinde yer alan "kamu kurum ve kuruluşlarının özel güvenlik personeli" dışında aynen korunuyor.
Eğer hükümet örgütlenme önündeki engelleri kaldırma niyeti taşısaydı, sendika üyeliği yasaklanan tüm kamu emekçilerini bu kapsamdan çıkarırdı.
Toplu sözleşmenin kapsamı mali ve sosyal haklarla da sınırlandırılıyor. Türkiye, Birleşmiş Milletler Antlaşmaları'ndan 'İkiz Sözleşmeler' diye bilinen sözleşmeleri 4 Haziran 2003 tarihinde 4867 ve 4868 sayılı kanunlar ile kabul etti. Onaylanan sözleşmeler 18 Haziran 2003 tarihli Resmi Gazetede yayınlanmıştı.
Sözleşmeye göre; "Sözleşmeci devletler, bireyin temel siyasal ve ekonomik özgürlüklerini koruyan şartlar içinde ekonomik, sosyal ve kültürel gelişme ile tam ve üretken istihdamı sağlamak için gerekli politikaları ve yöntemleri uygulamayı, taahhüt etmişlerdir."
"Herkes asayişi bozmayan toplantılar yapmak, demek kurmak, ayrıca çıkarlarını korumak için başkalarıyla birlikte sendikalar kurmak ve sendikalara katılmak haklarına sahiptir." (AİHS Madde:11)
"Kamu görevlilerinin ortak ekonomik, sosyal, demokratik, siyasi, özlük ve mesleki hak ve çıkarlarının toplu sözleşme kapsamına alınması" şeklindeki KESK önerisi kabul edilmemiştir. KESK, bu durumun ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasal hakların bütünlüğüne yönelik BM ikiz sözleşmeleri, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi gibi Türkiye'nin de taraf olduğu temel uluslararası sözleşmelere ve hukuk kararlarına aykırı olduğunu ifade etmiştir..
Kaldı ki "mali ve sosyal haklarla" sınırlandıran TİS görüşmelerinin pratikte içeriği boşaltılıyor: Hükümet yetkilileri, daha şimdiden, orta vadeli mali programına endekslenmiş yüzde 3+3 ücret artışını öngören rakamları basına sızdırılmış durumdar. Anlaşılan şimdiden kamuoyunu hazırlama görevi yerine getiriliyor.
Toplu sözleşmenin süresi iki yıla çıkarılıyor
Genel toplu sözleşmenin iki yılda bir yapılmasının zorunluluk olarak konulması Türkiye gibi sürekli bir ekonomik ve siyasal kriz ortamında olan bir ülke için uygun değil. Hele ki dünya genelinde yaşanmakta olan kriz süreci dikkate alındığında emekçilerin iki yıllığına bir sözleşmeye mecbur bırakılması Türkiye'nin yaşaması muhtemel olası şok dalgalarına bağlı olarak hayat pahallılığı, vergi vb. artışlarda emekçilerin reel kayıp yaşamasına neden olacaktır.
Sendika işyeri temsilcilerinin sayısı azaltılıyor
4688 sayılı yasanın 23. maddesinde, işyeri temsilci sayısı şöyle: "İşyerindeki kamu görevlisi sayısı 20 -100 arasında ise en çok bir, 101 - 500 arasında ise en çok iki, 501 -1000 arasında en çok üç, 1001-2000 arasında ise en çok beş, 2000'den fazla ise en çok yedidir. Bu temsilcilerden biri sendika tarafından baş temsilci olarak görevlendirilebilir."
Taslaktaki hali:"İşyerindeki kamu görevlisi sayısı 200'e kadar ise bir, 201 - 600 arasında ise en çok iki, 601 -1000 arasında ise en çok üç,1001 - 2000 arasında ise en çok dört, 2000'den fazla ise en çok beş işyeri sendika temsilcisi seçilebilir."
Görüldüğü üzere 4688 sayılı yasanın mevcut haline göre taslakta sendika işyeri temsilci sayıları çalışanlar aleyhine düzenlenmiş ve sayıları azaltılmıştır. Bu durum çalışanların işveren karşısında temsil edilmesi açısından ve haklarının savunulması için aleyhte bir durum olmakla birlikte aynı zamanda sendikal demokrasi açısında da doğrudan temsili azaltan anti demokratik bir düzenlemedir.
KESK böyle bir yasa taslağını ve yaklaşımı kabul etmeyeceklerini yaptığı basın açıklamasıyla duyurdu. KESK, çeşitli vesilelerle yaptığı açıklamalarda, herhangi bir konfederasyonun üyesinin ancak ve ancak mensubu olduğu konfederasyon tarafından temsil edilebileceğini, göreceli sayı farkı üzerinden sendikal ilkelere aykırı bir dayatmanın kabul edilemeyeceğini, dolayısıyla eşit taraflar ilkesiyle hareket edilmesi gerektiğini, her sendikanın kendi üyesi için toplu sözleşme yapabilmesini savundu...
Yukarda özetlediğimiz yaklaşım tarzını hükümet temsilcileri ve diğer kamu çalışanları sendikalarının katıldığı Üçlü Danışma Kurulu toplantılarında da savundu. Ancak bu kurulda ilk defa dile getirdiği ve savunduğu başka yaklaşımlar da oldu.
KESK, ilk defa "referandum" önermesinde bulundu: "Toplu sözleşme masasında uzlaşma sağlanmaması durumunda, kamu çalışanlarının referanduma gitmesi ve grev hakkı teminat altına alınmalıdır."
Aynı öneri Tüm Bel-Sen tarafından da yine ilk defa savunuldu. Tüm Bel-Sen'in Ekim 2011 tarihli Özel sayısında, "Kamu Emekçileri Ne İstiyor" başlığı altında beşinci paragrafta TİS süreci ile ilgili şu ifadeler yer alıyor:"Konfederasyon ve sendikaların kendi üyelerini temsil etmesi Hiçbir şekilde engellenmemeli, gerekiyorsa toplu sözleşmenin kabulü ya da greve çıkma bütün kamu emekçilerinin katılabileceği referandum sandığında oylanabilmelidir."
Bu yaklaşım tarzı 05.10.2011 tarihli Birgün gazetesinde haber olarak da yayınlandı:
"Toplu sözleşme sürecine dair KESK'in her yeni önerisi bakanlık yetkililerinin ve bürokratların ezberini bozdu. Danışma kuruluna katılan KESK yöneticileri Toplu Sözleşme'de anlaşma sağlanamadığı takdirde kamu çalışanlarının iradelerini ortaya koyabileceği "referandum" önerdi. Öneriye göre "Anlaşma sağlanamazsa çıkan toplu sözleşme referandum sandığı konularak çalışanlara sorulacak. Eğer "evet" çıkarsa toplu sözleşme imzalanacak. Referandumdan "hayır" çıkarsa isteyen konfederasyon Hakem heyetine başvurabilecek, isteyen konfederasyon da kamu çalışanlarını direnişe çağırabilir ve greve götürebilir" denildi.
Bakanlık yetkilileri KESK'in referandum ve grev önerisinin taslağa koyulmasına karşı olduklarını söylediler. KESK "referandum" maddesinin çalışma hayatının demokratikleşmesi açısından önemli bir adım olacağını vurgulayarak bu konuda ısrarcı olacaklarının altını çizdi. Grev yasaya girmese bile kamu emekçilerinin grev hakkının olduğu ve bu hakkın kullanılmasının engellenemeyeceği ifade edildi."
KESK'in hükümete önerdiği talepler şüphesiz ki olması gereken demokratik taleplerdir. Aynı yaklaşım tarzını KESK'e bağlı sendikalardan Tüm Bel-Sen'in ifade etmesi de sevindirici.
Bu satırların yazarı Tüm Bel-Sen'in ve KESK'in kuruluşundan beri bu önermeyi defalarca yazılı-sözlü düzeyde dile getirmiş olduğu halde, bu yaklaşım tarzı dikkate alınmadı. Yine Tüm Bel-Sen yüzlerce TİS imzalamasına rağmen hükümetten talepte bulunduğu "referandumu" hiç bir işyerinde uygulamadı. Geçen yıl, 12 Eylül Referandumu öncesi Tüm Bel-Sen İzmir 1 No lu Şubenin örgütlü olduğu işyerlerinden biri olan İzmir Büyükşehir Belediyesiyle 100 TL artışı öngören TİS imzalanmış ve üyelerden ciddi eleştiriler alınmıştı. Sözleşme imzalanmadan önce bazı üyeler tarafından dillendirilen "referandum" yapılması talebi dikkate alınmamıştı.
Oysaki ücret artışı ne olursa olsun üyelerin bu artışı kendi aralarında tartışması ve oylayarak karar vermesi en doğru, katılımcı ve demokratik çözümdür. Sadece TİS imzalanma sürecinde karar verilmesi değil, TİS'in her sürecinde üyelerin söz sahibi olması devlet-hükümet güdümlü sendikal anlayışlardan farklı bir duruş gösterildiğinin de kanıtlarından biri olacaktır.
Çalışma hayatının yeniden şekillendirildiği bir süreçte hükümetin niyeti açıktır: Memur-Sen'i de yanına alarak, kamu çalışanlarına içi boşaltılmış mevcut yasal düzenlemeyi aşmayan hatta yer yer daha geri bir düzenlemeyi dayatmak.
Öte yandan, Hükümetin, İşveren örgütü TİSK, İşçi konfederasyonlarından Türk-İş ve Hak-İş'in katıldığı (DİSK son toplantıdan çekilmişti.) Üçlü Danışma Kurulu toplantılarından çıkan sonuçlar da gösteriyor ki 2821-2822 sayılı yasalarda bazı makyaj değişiklikliler yapılarak kölelik düzeni sürdürülmek-derinleştirilmek isteniyor.
O halde, genelde demokrasi, özelde ise çalışma hayatının demokratikleştirilmesi talebi, işçi ve kamu çalışanlarının ortak talebi olarak yükseltilmelidir.
Dolayısıyla yapılacak eylem ve etkinliklerde, işçi ve kamu emekçilerinin ortak talebi olarak Ortak Çalışanlar Yasasını gündemleştirmek daha doğru olacaktır.
Bu yaklaşım tarzını gündemleştirmek ise en başta KESK ve DİSK'in görevi olmalıydı... Kamu çalışanların sendikalaştıkları ilk dönemlerde bu yaklaşım tarzı savunuluyor ve olmazsa olmaz ilkelerden biri olarak değerlendiriliyordu. Söz konusu Konfederasyonların böylesi bir yaklaşımı savunduklarına dair her hangi bir haber kamuoyuna yansımış değildir.
Sendikal hak ve özgürlüklerin; örgütlenme özgürlüğü toplu sözleşme hakkı ve grev hakkı olmak üzere,
Herkese sendika kurma ve sendikaya üye olma hakkının tanındığı,
Sendikaların kendi iç işleyişlerini, faaliyetlerini serbestçe düzenleyebilme, kendi yöneticilerini seçebilme hakkına sahip olduğu,
Sendika üyeliğinde ve üyelikten ayrılmada noter aracılığının kaldırıldığı,
Yüzde 10 işkolu barajı, yüzde 50 işletme ve işyeri barajının kaldırıldığı,
Toplu iş sözleşmesi prosedürünün sadeleştirildiği, sendikaların çalışanların tümünü temsil eden örgütler olarak tanındığı,yetki uyuşmazlıklarında referandum yapıldığı,
Grev yasağı vb. engellerinin kaldırıldığı, iş güvencesinden taviz verilmediği bir Ortak Çalışanlar Yasası'nı gündemleştirmek gerekiyor.
Bakanlar kuruluna sunulan haliyle 4688 Sayılı yasada yapılması düşünülen düzenlemeler sorunu daha da ağırlaştıracaktır. Bu yasal düzenlemeye karşı 16-17 Haziran, 4-5-6 Mart Kızılay direnişini aşan bir ruhla direnmek ve geri püskürtmek tarihsel bir görevdir. (FÖ/HK)