Bir rastlantı mı diyeyim; Sahib Zuhur kitabını bitirdiğim ve üzerine yazmayı düşündüğüm günde, 28 Ocak 2017 tarihli bianet’in “biamag” sayfasında Haluk Kalafat’ın “Sahib Zuhur: 1915 Tehcirinde Öldürülen Lice Kaymakamının Kitabı” başlıklı yazısı yayınlandı.
Konu yazı, kitabı yeterince tanıtıyordu. Ben de kitabı biraz daha farklı bir açıdan ele alarak yazma gereği duydum. Ve yazarken sanki Nesimi’ye bir borç ödüyormuşum duygusunu taşıdım.
Sahib Zuhur, başkaldıran, isyan eden demek.
Kitabın yazımı 1914 yılının Şubat ayında bitirilmiş. Kitabın önsözünde “Gül Cami Mahallesi, 29 Kanuninisani 1329 (11 Şubat 1914) Avlonya Eski Kaymakamı, Hüseyin Nesimi Giritli” notu bulunmakta.
İnternette araştırdığımda kitabın ilk baskısı Şems Matbaası tarafından yapılmış. Baskı tarihi, 1913 olarak gösterilmiş. Sahaflarda kalmamış. Önemli bir bilgi; kitap, ABD Duke Üniversitesi kütüphanesinde dijital olarak bulunmaktaymış.
Kitap, kısa bir dönem değerlendirmesi olup tipik bir Osmanlı bürokrat ve aydını feryadını yansıtıyor. Ancak kitabın asıl değeri, yazarı Nesimi’nin tarihe mal olmuş kişiliğinden kaynaklanmakta.
Giritli Nesimi birçok yerde kaymakamlık yapıyor. Son görev yeri Diyarbakır’ın Lice ilçesi. Yıl 1915. Ermeni Tehciri, bir Ermeni kıyımı halinde başlamış. Nesimi, Tehcire, Tehcir sırasındaki gayrimeşru uygulamalara, katliamlara karşı çıkarak idari görev sahası içerisindeki mazlumları korumaya çalışıyor. Bu tavrından dolayı Diyarbakır Valisi Reşit Bey’in örgütlediği çeteler tarafından katlediliyor. Tehlikeli bir pozisyonda olduğunu sezmesine rağmen vicdanlı ve adil olmak; işte insanlık budur! İşte katillerin işbaşında olduğu ortamda dik durmak budur! İşte cesaret budur!
Kahramanlık "edebiyatını" sevmem, çünkü onlar, tarihi yazan egemenlerin menkıbeleridir! Eğer kahramanlıktan söz edilecekse, bunu hak edenler egemene/iktidara karşı insaniyeti, özgürlüğü, adaleti canı pahasına savunanlardır. 1915 Tehcirinde katliamlara karşı çıkan, mazlumları savunan ve koruyan değerli insanlardan bir kısmı: Halep ve Konya Valisi Celal Bey’i, Kütahya Mutasarrıfı Ali Faik’i (Ozansoy), Kastamonu Valisi Reşat Bey’i, Erzurum Valisi Tahsin Bey’i, Yozgat Mutasarrıfı Celal Bey’i, Malatya Belediye Başkanı Azizoğlu Mustafa Bey’i, Beşiri Kaymakam Muavini Sabit Bey’i, Urfa’da Binbaşı Sıtkı Bey’i, Midyat Kaymakam’ı Nuri Bey’i, Müntefek Mutasarrıfı Bedii Nuri Bey’i, Diyarbakır Posta Müdürü Vehbi Bey’i, Çermikli Muhammed Hamdi Bey’i, Urfalı Hacı Halil’i saygıyla yâd ediyorum. Konu bağlamında böylesi insanların adlarının yazılmasını hem bir saygının, hem de okurda bir aşinalık oluşması gereği önemsiyorum.
Kitabı yayına hazırlayan Oral Çalışlar ve Serpil Çalışlar Ekici. “1915 Ermeni Kırımı”, “Büyük Felaket” gibi adlandırmalarla anılan derin bir tarihi travmanın mazlum ve kurbanlarından olan değerli bir insan Hüseyin Nesimi’nin kitabını yayınladıkları için, ilgilerine ve emeklerine teşekkür ederim.
Bir Osmanlı aydınının feryadı!
Kitabın ismi gereği, isyanı da diyebiliriz. 1876 yılında ilan edilen Kanuni Esasi’den (Osmanlı’nın ilk ve son anayasası) itibaren Osmanlı aydınlarının “ne olacak bu memleketin hali?” sorusu, gündemlerini oluşturdu. Özellikle II. Abdülhamit tarafından 1878 yılında Anayasanın askıya alınarak meşruti monarşiye son verilerek istibdat döneminin başlatılması, Osmanlı aydınlarında kaygıyı ve korkuyu artıran temel etken oldu.
Bir parantez açarak, Osmanlı aydını üzerine önemli bir tespiti belirtmeliyim. Çarlık Rusya’sından, Osmanlı’dan ve diğer mutlak monarşi ile yönetilen ülkelerden kaçan muhaliflerin büyük çoğunluğu Paris’e, Londra’ya, Lozan’a giderler. Sanıyorum Hıfzı Topuz’dan okumuştum; Paris’te diğer ülkelerden gelen devrimcilerin, muhaliflerin devam ettiği kafenin garsonu, bir Osmanlı aydınına “Diğer ülkelerin muhalifleri devrimler yoluyla devletlerini nasıl yıkacaklarından söz ederlerken, sizler devleti nasıl kurtaracağız diyorsunuz. Dikkatimi çekti” demiş.
Osmanlı aydınlarının yazıp çizdiklerinin özeti “Devlet-i Aliyyemiz göz göre göre çöküyor, bu çöküşü durdurmak ve tekrar toparlanmak için neler yapmalıyız?” üzerinedir.
İşte Hüseyin Nesimi’nin Sahib Zuhur kitabının içeriğini de bu kaygı, tahlil ve öneriler bütünü oluşturmakta.
Nesimi, kitabına 1878 Osmanlı-Rus savaşı ve Berlin anlaşmasıyla başlıyor. Bu tarihi, çöküşün başlangıcı olarak görüyor. 93 Harbi diye anılan bu savaşın Osmanlı için, tıpkı Kaynarca, Karlofça anlaşmaları gibi bir dönüm noktası oluşturduğunu belirten Nesimi, bir başka felaketin ise Balkan Savaşları olduğunu yazıyor.
Kitabın yazılış tarihi 1914 yılının başı. Bu tarihte Nesimi, Balkan Savaşları sonrasında tecavüzlerin devam edeceğini “Rusya’nın doğu vilayetlerimize, Fransa’nın Suriye sahillerine, İngiltere’nin Basra ve Bağdat’la Yemen topraklarına aceleci bir vaziyetle atılmaya hazır bulundukları tarzlarından tamamıyla anlaşılıyordu.” (Syf. 73) diyerek, bir dünya savaşı öngörüsünün ötesinde, hangi ülkelerin nereleri işgal edeceklerini doğru saptıyor.
Kitap boyunca Nesimi’nin naifliklerine, hayal kırıklıklarına, kızgınlıklarına, yer yer kendine güvenli önerilerine rastlıyoruz.
Balkan Savaşı’nı kastederek “Dünyaya hâkim olan Avrupa, bu sefer dahi, ilahi adaleti göz önüne almadı” (Syf. 46) diyerek, alabildiğine saldırdığı Avrupa’dan adalet beklemesi naiflik değil de nedir?
Nesimi, kitabı boyunca Batı ile Hıristiyanlığı özdeşleştirir ve yer yer birini öteki adına kullanır. Balkan Savaşı başlangıcında ilk silaha sarılanların Arnavutlar olmasına çok içerleyen Nesimi, onları “Hıristiyan kargası olan Arnavutlar” diye niteler. Arnavutların büyük bir kesiminin Müslüman olmasına rağmen İslam’ın temsilcisi Osmanlı’ya başkaldırmalarından hayal kırıklığına uğrayan Nesimi, onlara çok kızgındır. Ve İttihatçılara karşı kurulan Halaskar grubunun arkasında bile, Arnavut teşvikçilerin olduğunu iddia eder.
Birçok Osmanlı aydını gibi, Kaymakam Nesimi’nin de örtüşen ve çelişen görüşleri bir arada taşıması nedeniyle kafası karışıktır.
Avrupa’nın ileri bir uygarlık düzeyine ulaşmasına gıpta eder. Nesimi, Avrupa’nın fennini alalım da haşa kültürünü, ahlakını almayalım diyen Osmanlı aydın ve edebiyatçı taifesinden biraz daha farklı olarak bu anlamda olumlu düşünür. İslam ulemalarının din idaresi konusunda kötü işler yaptıklarını, insanlığın bu büyük dinini yalnızca namaz, oruç, zekât, cami gibi zahiri alana indirgediklerini, özellikle Hz Peygamber sonrasında siyasi maksatlarla hadisler çıkardıklarını ve bu yüzden Müslümanların medeniyet dünyasında görünmelerine imkân kalmadığını belirtir. (Syf. 95-96- 176) Bu pozitivist görüş, İttihatçıların da temel bir görüşüdür. (Ben tarihin bu tarz açıklamasına katılmasam da, bu görüşün siyasal ve sosyolojik bir değeri vardır ve önemsenmesi gerektiği kanısındayım).
Nesimi’nin dini inançları güçlüdür, ancak tutucu/Ortodoks değildir. Özellikle İslam dininde bir yenileşmenin gereğinden söz eder. Batı’nın ilerlemesinin temelinde Hıristiyanlıkta yapılan yenileşmenin/reformun yattığını belirtir.
Ancak bu temel tespiti yapan Nesimi, kitabında aynı zamanda İslam temeli üzerinden bir Osmanlı övgücülüğü yapmaktadır. Zaten 1870’lerden 1918’lere kadar Osmanlı aydınlarının büyük bir kısmı ve dönemin önde gelen siyasi simaları Osmanlıcılıktan Panislamizme, Panislamizmden Panturanizme; Panturanizmden Pantürkçülüğe kayıp durmuşlardır. Bu tutarsızlıkların altında çöküşün telaşı ve kurtulmanın arayışları yatmaktadır.
Bir parantez açıyorum. Türk-İslam Sentezi denilen garabet (siyasal kavramlar itibariyle milliyetçilikle ümmetçilik bir araya gelemez) görüş, 1960’ların ikinci yarısından itibaren oluşturulmaya çalışıldı. 1980 12 Eylül Faşist Darbesiyle devletin siyasi bir enstrümanı haline getirildi. Ve bugünün iktidarı yoluyla da, başta eğitim olmak üzere devletin kurumlarında ideolojik olarak örgütlendi! Türk-İslam sentezi görüşünün tarihsel dayanağı, Osmanlı’nın son yıllarında aranmalıdır. Demokratikleşmenin önünde büyük bir engeldir.
Zalimlere direnen mazlum Giritli Bektaşi, Kaymakam Hüseyin Nesimi’nin insanlığı ve fedakârlığının anısı önünde saygıyla eğiliyorum.
NOT: Yazar, kitabının 94. Sayfasında Cezayirli Emir Abdülkadir’in direnişi, batıya istila fikrinin öyle sanıldığı kadarıyla kolay olmadığını gösterdiğini söylüyor. Bu isme rastlayınca şu notu eklemeyi gerekli gördüm: 1830 yılında Cezayir’i işgal eden Fransa’ya karşı ilk bağımsızlık mücadelesini başlatan, başarılı bir gerilla savaşı ve direnişi yürüten Emir Abdükadir, 15 yıl boyunca savaşır. Sonra Bursa ve Şam’a sürülür. 1808 yılında Oran şehrinde doğan Abdülkadir, 1883 yılında Şam’da ölür. You Tube’a “Abdülkadir Cezayiri” yazarak, Cheb Khaled ve Raşid Taha tarafından Abdülkadir için yazılmış meşhur şarkıyı dinleyebilirsiniz. (HŞ/EA)
*Sahib Zuhur/ 1915 tehcirinde öldürülen Lice kaymakamı Hüseyin Nesimi, yayına hazırlayanlar: Oral Çalışlar - Serpil Çalışlar Ekici, günümüz Türkçesine uyarlayan: Serpil Çalışlar Ekici, Everest Yayınları, Aralık 2016, 200 sayfa.