Bu yılın “Aile Yılı” seçildiğini ilk okuduğumda bir anda içim ürperdi. Eskiler, 'perşembenin gelişi çarşambadan bellidir' der. Geçen seneyi “emekli yılı” ilan ettiklerinden beri emekliler olarak belimizi doğrultamadığımızı dikkate alarak haklı bir endişeye gark oldum.
"Aile" deyince tanımından başlamak lazım. Gelenekseli var, çekirdeği var, genişi var, darı var, var oğlu var (Evet cinsiyetçi bir ifade ama şimdilik maksadımı karşılıyor, sonra kullanmaya kullanmaya bırakırız, söz!). Aile yılı ilanındaki metinlere bakılırsa, sadece karı-koca ve evli olmayan çocuklardan meydana gelen aile var meydanda.
Tanımlara bir bakayım dedim. Türk Dili Kurumu (TDK) sözlüğü diğer anlamların önüne ilk sırada “Evlilik ve kan bağına dayanan, karı, koca, çocuklar, kardeşler arasındaki ilişkilerin oluşturduğu toplum içindeki en küçük birlik; ev, familya” tanımını koymuş. Britannica daha cömert; “Aile, evlilik, kan veya evlat edinme bağlarıyla birleşmiş, tek bir haneyi oluşturan ve genellikle eşler, ebeveynler, çocuklar ve kardeşler olmak üzere kendi sosyal konumlarında birbirleriyle etkileşimde bulunan kişiler grubu” demiş.
Bu iş ile iştigal eden Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığının hangi tanımı kullandığını merak ettim, sitenin her santimetrekaresi aile sözcüğü ile dolu olsa da yekpare, net bir tanıma ulaştığım söylenemez. Ziyanı yok, Bakanlığın bilmediğim bazı güzel çalışmalarına rastladım, onları okudum. İlaveten bir sürü gereksiz haber, içinde vizyon, misyon geçen janjanlı metinler okudum, aile yılı tanıtım videosunda (Bir banka reklamını aratmayacak şekilde kırmızı fonda soldan “FAİZSİZ” sözcüğü verevine sağa kayıyordu, birden arkadan “KREDİ” sözcüğü akın ediyordu falan) yeni evlenenlere verilecek 48 ay vadeli 2 yıl geri ödemesiz 150 bin TL’lik faizsiz kredi videolarını izledim.
Yetmedi, hoplaya zıplaya da olsa Bakanlığın 2024-2028 Stratejik Planı’nı okudum. “Bireyin, ailenin ve toplumsal değerlerimizin korunması, güçlendirilmesi ve geliştirilmesine yönelik bütüncül ve adil sosyal hizmet modellerini geliştirmek ve uygulamak”, “Kadınların toplumsal hayatın tüm alanlarında hak, fırsat ve imkanlarından eşit biçimde yararlanmalarını ve güçlenmelerini sağlamak” gibi standart cümleler vardı. Hep aynı cümleyi okuyormuş hissi veren, sadece yazanların okuduğu raporlardan biriydi. Vizyon ve misyonun havada uçuştuğu, arada boş kalan yerlere “Hız kesmeden devam edeceğiz” açıklamalarının serpiştirildiği bir sürü sayfa.
Malumunuz, değişmeyen tek şey değişim. Modernleşme nasıl 19. yüzyılda tarım toplumunu tasfiye edip sanayi toplumunu inşa ettiyse 21. yüzyılda da sanayi toplumunu yine sessiz sedasız tasfiye edip başka bir toplumun öncüllerini kuruyordu/kurmakta idi/ düpedüz kurmuştu. Bir sosyal yapı olarak sanayi toplumunun temeli olan aile elbette bundan nasibini alacaktı (Zaman kipini dilediğiniz gibi çekin, her şeyi yazandan beklemeyin annem!). Üstelik, bizi dayanışma kültüründen uzaklaştırıp üzerimizden bir silindir gibi geçen “bireyselleşme” dinamiği neden aileyi dışarda bıraksın ki! Yılımıza girerken, kadın ve erkeğin eşitsiz konumlarına muhtaç bu yapının neden zorlandığı üzerine daha çok düşünmeye ihtiyacımız var sanki.
Yeni zamanlar acayip hem herkesi biricik olduğuna inandırıp hem de herkesi herkes gibi yapan garabet bir zamanda yaşıyoruz. Nereden bakarsak bakalım hepimiz zorlanıyoruz. Kadınlar ve erkekler kendilerini gerçekleştirmek için bir yandan geleneksel rollerden kurtulma savaşı verirken diğer yandan toplumsal bağların zayıflaması nedeniyle kayıplarını ikili ilişkilerde -onun vadettiği söylenen mutlulukta- arıyor.
Kadınlar, on yıllardır süren eşitlik beklentisi ve hemen her gün yaşadıkları eşitsizlik gerçeği arasında iyice sıkışmış durumda. Erkekler kendilerine tahsis edilmiş imtiyazlarından ve tepside sunulmuş konumlarından fedakarlıkta bulunmaya pek istekli görünmüyor. Bu ikisinin arasındaki gerilim ve karşıtlık giderek yükseliyor.
Annelik baskısı, kadınları emek piyasasından dışlama mekanizmasına dönüşüyor. Tek koldan da değil çoklu bir kuşatma altında genç hemşirelerim. Anneliğin kutsallığı haberlerinden, çocuğun tüm sorumluluğunun anneye yüklendiği rol modellerinden, sosyal medyayı saran “tradwife” (geleneksel eş) akımından ve benzeri pek çok baskıdan bunalmış bir şekilde tüm güçleriyle dengelerini kaybetmeden devam etmeye çalışıyorlar.
İyi de aile bunların sebebi mi, elbette değil. Sebebi değil ama sahnesi işte. Olay mahalli yani. Çatışma en çok burada, onu demeye çalışıyorum. Yangın yeri burası diyorum. Yangın yerine içi boş itfaiye arabası ile koşsan ne olur, koşmasan ne olur diyorum. Aile ve emek piyasasındaki sürtüşme geleneksel aileyi muhafaza etme çabasıyla çözülemez. Esnek çalışma saatleri uygulamasının yaygınlaştırılması, kreş olanaklarının çoğaltılması, sosyal korumanın artırılması vb. önlemler alınmadan evlenene beş, doğurana onbeş, doğurmadan duramayana yüzbeş altın verilse ne olur diyorum.
Her şey değişirken aile de değişiyor. Üretim biriminden tüketim birimine geçişle beraber aileler küçülüyor, aile üyelerinin sayısı azalıyor. Tek ebeveynli ailelerin sayısı hızla artıyor. Tam bu noktada “Bakın burası çokomelli” deyip ortalığa iki üç veri serpiştirmekten kendimi alıkoyamıyorum. TÜİK 2023 verilerine göre, yalnız yaşayan kişilerden oluşan “tek kişilik hane halkı oranı” 2014 yılında yüzde 13,9 iken 2022 yılında bu oran yüzde 19,4’e yükselmiş. Eşler ve çocuklardan oluşan çekirdek aile oranı 2014’te yüzde 45,7 iken bu oran 2022’de yüzde 40,4’e gerilemiş. Tek ebeveyn ve çocuklardan oluşan çekirdek aile oranı ise 2014’te yüzde 7,6 iken bu oran 2022’de yüzde 10,3’e yükselmiş. Türkiye’de 2008 yılında 4 kişi olan hane halkı büyüklüğü 2022 yılında 3,17’ye gerilemiş ve de Türkiye’de yalnız yaşayanların sayısı, yani tek kişilik hane halkı sayısı son 10 yılda yüzde 77,2 artarak 5,2 milyona yaklaşmış.
Önceki toplumun temel taşı olan geleneksel geniş ailenin birçok fonksiyonu artık işler durumda değil; ücretli üretim, eğitimin yaygınlaşması, para ekonomisi, aile üretiminin kurumlara devri gibi pek çok değişimle aileye ait önemli fonksiyonlar değişime uğradı ve küçüldü. En basitinden, kimse dedesinden öğrendiği mesleki bilgilerle kendine bir iş kurmuyor artık.
Bana kalırsa başka bir dünyaya doğru yol aldığımız gerçeğini göz ardı ettiğimiz sürece bu sıkıntıları yaşayacağız. Eskiye, yani sadece geleneksel olana geri dönmeye çalışmak hem güç hem de anlamsız. Üstelik “orda bir aile var uzakta, gitmesek de görmesek de o aile bizim aile” türünden takıntılı bir şekilde tek bir ailenin peşinde koşarken perişan olmak da var. Bizim daha kapsayıcı aile tanımlarına ihtiyacımız var. İlkokul ders kitaplarında aile ünitesinde anneyi yemek yaparken, babayı gazete okurken, kız çocuğu annesine yardım ederken, oğlan çocuğu halının üzerinde oyuncak oynarken görünce sizin de gözlerinizi deviresiniz gelmiyor mu sahiden!
Daha kapsayıcı, daha özgür tanımlara yer açabilirsek ailenin, anne-baba-çocuk üçgeninden kurtulup kadın ve erkek rollerinin ötesinde bir yaşam biçimi halini alabileceğine inanıyorum. Çünkü diğer fonksiyonları başka kurumlara devredilse de bireyler arası dayanışmayı mümkün kılan “duygusal doyum sağlayan” fonksiyonu hâlâ önemli ve canlı. Çekirdek aile modern toplumun yalnız bırakılmış bireyi için her travmada hâlâ, hatta belki de eskisinden daha fazla, sığınılacak ilk yer.
Çünkü artık insani bağlar kısa ömürlü ve dayanıksız. Çünkü içinde yaşadığımız dünyada tüm duvarlar kağıt paravanlar gibi sürekli yer değiştiriyor. İnsanlar ve hayatları bir türlü bir yere sabitlenemiyor. Sanki dar bir dairenin içinde durmadan dönüyormuşuz gibi hissediyoruz.
Aile bağları bu yüzden hâlâ en güvenli liman çoğumuz için. Geleneksel bağlarından mahrum kalan insanın son kalesi belki de. Tökezleyip yere düştüğümüzde bizi kaldırması için elimizi uzattığımız; belirsizlik ve güvensizlik sağanağında korumasına sığındığımız; ne olursa olsun bağışlanacağımızdan emin olduğumuz insan(lar) bizim ailemiz.
Olası bir yanlış anlaşılmadan kaçınabilmek için son kez tekrar edeyim. Aile artık evlilikten, doğurmaktan, kan bağından bağımsız bir yapı. Aileye değil, aile dendiğinde geleneksel olanın dışında olan her seçeneği reddeden anlayışa itirazımız. Ailenin kutsanmasına değil sadece ana-baba-çocuktan oluşan ailenin kutsallığını makbul gören, onun dışında oluşabilecek tüm versiyonları görmezden gelen tek tipçi anlayıştan rahatsızız. Sözün özü; tek tip aile dayatması beyhude, başka bir toplumsal gerçekliğe ait geleneksel aileye dönme çabası nafile.
Okuduklarım arasında en çok şu tanımı beğendim. “Aile; zaman içinde karşılıklı rıza ve/veya doğum, evlat edinme veya yerleştirme yoluyla birbirine bağlı, duygusal bir bağa sahip iki veya daha fazla kişiden oluşan bir gruptur”.
Artık ailenin bambaşka ve özgür tanımlarını yapabileceğimiz; bambaşka aile resimlerini boyarken renkli kalemlerimizi çizgilerin dışına taşırmaktan zerrece gam duymadığımız günler gelsin istiyoruz. Tek bir aile tanımı olmasın istiyoruz. Bu yılı böyle onurlandırsak ne güzel olur diyoruz. Olmaz mı!
(AA/RT)