Bu hayatta herkesin isabet alınca yıkılıvereceği bir aşil topuğu var elbet. Benimkinin sıhhi tesisat ustası, boya badana ustası, elektrik ustası, özetle bir eve giren tüm ustaları içerecek şekilde “usta” olması umarım sığ bir insan olduğumu düşündürtmez size.
Derdine yanayım demezseniz (zarif bir insana benziyorsunuz, demezsiniz bence!) şu hayatta beni en daraltan şeylerin başında akıtan musluk, bozulan sifon, kırılan kapı kolu, yanmayan ocak, çalışmayan şofben gibi şeylerin geldiğini söylemek isterim.
Evin içinde bu durumlardan biriyle karşılaştığım her sefer Amerikan filmlerinde baş kahramanın iki dizinin üzerine düşüp ellerini havaya kaldırarak “Why God! Why meeee!” (Neden Allahım! Neden bennn!) diye bağırdığı anı yaşarım. “Allah insanları değişik şekillerde sınar!” derler. Derler de beni niye hep sıhhi tesisatla sınıyor bilemiyorum. Kadir-i Mutlak’ın farklı bir mizah anlayışı olmalı!
Sicilim kabarık, bir sürü evde yaşadım, her evde her aksaklıkta çözüm için gelen ustalar, tesisatçılar tarafından genel olarak kandırıldım, kazıklandım, tuzağa düşürüldüm. Sadece yurtiçinde değil yurtdışında da makus talihim maalesef değişmedi. Mesela, Roma’da yaşarken evin damına çanak anten taksın diye çağırdığımız Alfredo Usta sabah eve geldiğinde doğrudan dama çıkmış öğleye kadar hiç görünmemişti. 12:00 gibi inip öğle yemeğine gitmiş, yemekten sonra tekrar dama çıkıp öğleden sonra 15:00 gibi inip “Lungo macchiato” içmeye gitmişti. Saat 17:00 gibi aşağı indiğinde ise “Yok, bu çanak anten olmadı, ben yarın daha büyük bir çanak anten getirip onu takacağım” demişti. “Allah seni davul etsin Alfredo Usta, kırk saattir ne halt ediyorsun damda o halde” cümlesinin İtalyancasını bilemediğimden günlük yevmiyesini verip “Grazie, a domani” (Sağolasııın, yarın görüşürüz) diyebilmiştim sadece.
Günahlarını almayayım Tokyo’daki tesisatçı ve ustalar fena değildi, bir tık daha iyiydiler, mavi naylon halıları ile eve giriyor, halıları sere sere sorunlu alana kadar ilerliyor, anlamadığım sesler çıkarıyor ama sorun neyse çözüp yüklü bir miktar para alarak mavi naylon halılarını bu sefer geri sara sara dış kapıdan çıkıp kayboluyorlardı.
Tartışmayı “yerli ve milli” bir alana çekmek için izninizle yurtiçinden örneklerle ilerlemek istiyorum. Bir keresinde şofben takmak için gelen bir usta, şofbeni yere düşürüp bir yerlerine zarar verdiğinden olacak, duvara monte ettikten sonra şofben çalışmadığında dahi istifini bozmamıştı. Parasını isteyip “Benim görevim şofbeni takmak, çalışır çalışmaz onu bilemem abla” demişti bana pişkin pişkin.
Bozulan mutfak musluğu için çağırdığım bir başka usta “Yengeanım, dikkat ettim senin bu ocağın memeleri düzgün çalışmıyor (ocak memesi nedir o gün öğrendim) gelmişken onu da yapayım” demişti de o günden beri hangi ocak gözü yanarsa o gözde yemek pişirir oldum.
Geçenlerde bozulan taharet musluğu için çağırdığım sıhhi tesisatçı usta içerden kırıldığını söylediği musluk başını gemi dümenine benzeyen, öyle devasa bir musluk başıyla değiştirdi ki adeta taharet musluğunu değil Almanya Merkez Bankası’nın ana kasasını açıyoruz her gün.
İki üç örnekten istatistiksel sonuçlara ulaşmaya ve genelleme yapmaya çalışmayacağım elbet (Eyy Romalılar eksik tümevarımı sizden öğrenecek değiliz!). Koca bir meslek grubunu karşıma alasım yok, o yüzden benim karşılaştıklarım böyle deyip uzlaşmak istiyorum. Korkuyorum çünkü ustalardan. Kullandıkları jargondan, konuşurken kaldırdıkları kaşlarından, fütursuzca açtıkları çatallardan, akıl bağı kopuk neden sonuç ilişkilerinden, alınganlıklarından ve dahi onlara dair şu an aklıma gelmeyen pek çok şeyden ürküyorum.
Onlarla iyi geçinmek için ne yapsam olmuyor. Yakınlık tesis edeyim diyorum, olmuyor. Yukardan konuşup despotluğumla akıllarını alayım diyorum, olmuyor. Geriye sadece “itinayla susmak” kalıyor. Durup dururken nerden çıktı bu usta külliyatı demeyin. Geçenlerde bir seri usta girdi çıktı bizim eve. Bir seri hegemonik erkekliğe ve mansplaininge maruz kaldım üzerinize afiyet. Ondan yani.
Şimdilerde birilerini samimiyetinize inandırmak çok zor
Baştan anlaşalım, “mansplaining” sözcüğünün dilimize en iyi çevirisinin “açüklama” olduğunu düşünüyorum. Gerçi bu düşüncemi ürke ürke ve linç yeme korkusuyla ifade ediyorum. Çünkü bu fikrimi en son ifade ettiğimde X insanlarından biri beni “transfobik” olmakla suçlamıştı. Ben bir süre ifade ile suçlama arasındaki illiyet bağını anlayamadım. Meğer bir cinsiyeti bir organa indirgediğim için transfobikmişim. Yok değilim dedim ama şimdilerde birilerini samimiyetinize inandırmak çok zor olduğundan tekrar belirtmekte fayda var, transfobik değilim, cinsiyetlere dair hiçbir şeye fobik değilim, kesin bilgi, yayalım annem!
Mansplaining (aka.açüklama) genellikle bir erkek tarafından bir kadına yapılan açıklamaya işaret ediyor ama kendinizi ikili cinsiyet sistemi içinde tanımlamıyorsanız da buna maruz kalma ihtimaliniz yüksek. Man (erkek) ve explain (açıklama) sözcüklerinden türetilen acayip yaratıcı bir terim bu. Rebecca Solnit’in 2008’de Los Angeles Times gazetesinde yayınlanan “Bir Şeyleri Açıklayan Erkekler” yazısından esinlenerek ortaya çıkmış.
Solnit yazıda “mansplaining” kelimesini kullanmıyor ama bu olayı “her kadının bildiği bir şey" olarak belirtiyor. “Erkekler bana ve diğer kadınlara, neden bahsettiklerini bilsinler ya da bilmesinler, hep bir şeyler açıklıyorlar.” diyor Solnit. “Bazı erkekler” diye de ekliyor hemen arkasından.
Yazıya “bazı erkekler” diyerek devam edilebilir ama ben “bazı ustalar” diye devam edeceğim izninizle! Çünkü mansplaining meselesini “ustalar örneklemi” üzerinden anlatasım var. İşyerinde mansplaining üzerine yeterince okuduk, bir de ustalar üzerinden gidelim derim.
Açüklama meselesi en basit haliyle kadınların erkekler tarafından susturulması, sözlerinin değersizleştirilmesi demek. Ve ben evine usta giren tüm hemşirelerim adına – bir alt küme olarak evine usta giren bekar/sevgilisiz hemşirelerim adına- bu psikolojik şiddete bir dur demeye, aynı dertten muzdarip hemşirelerime “Yalnız değilsin!” mesajı vermeye çalışıyorum bu yazıyla.
Bir sürü açüklamaya maruz kaldım bu aralar. Bir “fayans arası derz dolgusu yenileme” dersi aldım parmaklarınızı yersiniz. Doğru çivi hayat kurtarır, öğrendim. Contanın kimi zaman boyu değil işlevi önemli, belledim. Boya badana işi deyip geçmeyin, usta doğru fırçayı getirdiği için ne kadar şükran duymam gerektiği konusunda ikna oldum mesela. Oda sıcaklığında soğuk füzyon ile temiz nükleer enerji üretenler bile bu kadar böbürlenmemişlerdir yaptıkları işle. İşin kendi mühim değil, bunu nesilden nesle geçecek şekilde ev sahibesine anlatmak mühim. Gerçek bir usta anlattıklarını anladığınızdan emin olmak istiyor, sık sık onaylamazsanız tekrar baştan anlatmakta bir beis görmüyor.
Ustaların desteksiz aşırı güveni ile bizlerin kendimizden şüphe etme ve geri çekilme potansiyelimiz bir araya gelince her seferinde samanlık seyran oluyor. Farklı toplumsal katmanlardan, farklı arka planlara sahip kadınlar farklı biçimlerde de olsa aynı şiddeti yaşıyoruz. Ustalar eve girdikleri andan itibaren genellikle öyle saldırgan bir özgüven sergiliyorlar ki karşılık vermek sadece daha fazla küçümsemeye davetiye çıkarmak gibi geliyor. Tartışmak için fazla kibirli çoğu. Kibirli biriyle tartışamazsınız, biz kadınlar bunu iyi biliriz.
Maruz bırakıldığımız bu şiddeti tanımlamak zor. Hadi tanımladık, bu sefer de kurtulmak zor. Yüzlerce yıllık ataerkil kültür bu, yetmemiş bir de üstüne mevcut siyasi iktidarın “erkeksi söylemini” kuşanmış, binmiş atına, dörtnala üstüne geliyor. Kaç kaçabilirsen annem!
Genco’nun (bkz. evlat bireyi) odasının tavanındaki sararma ve duvardaki kabartılar için çağırdığım bir ustayı hatırladım şimdi. “Ben temiz iş yaparım Yenge, membran yapıcan burayı, o senin dediğin olmaz, mantıklı değil. Haaa, şu olur bak, eternet çatı olabilir, profile vidalayacaksın ama şıngıl değil, şıngıllardan iyileri çıktı şimdi” demişti. Ne zaman bir şey diyecek olsam sözümü ha bire kesip yüzünde garip bir gülümseme elimin hamuruyla usta işine karıştığım için beni kınım kınım kınar bir tavır takınmıştı.
Erk(ek) oyunlarından aldığımız hasar yetsin artık. “Abi yok mu?”, “Abi bilir aslında” ya da “Enişte ne iş yapıyor?” vb. sözüm ona sezdirmeden yapılan medeni hâl araştırmasının sonuçlarına göre mansplaining pratikleri çeşitleniyor, tam üstünüze çökebilecek kıvama geliyor. Yeri gelmişken, yalnız yaşayan, “erkeksizliğin” bir kusur ya da en iyi olasılıkla eksiklik sayıldığı bir toplumda tek başına tam olmayı, tam hissetmeyi başaran tüm hemşirelerime şunu demek isterim; varlığım varlığınıza armağan olsun, şu “ustalar sorunsalı”nı da bir halledebilirsek gerisi düzlük hemşirelerim!
Hegemonik erkekliğin vitrin yüzü Zübeyir Usta
Hegemonik erkeklik seksenlerde sosyal bilimler dünyasında yerini alan, ilk olarak Avustralya liselerindeki sosyal eşitsizlik üzerine yapılan bir saha çalışmasının raporlarında ortaya atılan bir terim. Tartışmalı bir kavram aslında; toplumsal cinsiyet kategorileri içindeki farklılıkları göz ardı eden heteronormatif bir cinsiyet anlayışıyla kuşatıldığı için eleştiriliyor en çok. Sabit bir erkeklik tipine atıfta bulunarak tutarsız uygulamalara yol açtığı için eleştiren de var.
Mesela Whitehead kimin hegemonik erkek olduğu konusunda kafa karışıklığı olduğunu öne sürüyor; “John Wayne mi Leonardo Di Caprio mu; Mike Tyson mı Pele mi? Ya da belki farklı zamanlarda hepsi mi?" diye soruyor. El kaldırıp kimin hegemonik erkek olduğu sorusuna cevap veriyorum; Zübeyir Usta. Muhakkak bir isim vermem gerekirse yani. Ben şahsen tanıyorum kendisini. Her kültür kendi ihtiyacı olan erkeklikleri üretiyor malum. Bizden de kültürel olarak Zübeyir Usta inşası çıkıyor haliyle.
Hegemonik erkekliğin vitrin yüzü Zübeyir Usta kültürün hayranlık duyduğu eril davranış kalıplarına ve hegemonik pratiklere hâkim. Hegemonya güçle desteklense de illa şiddet anlamına gelmiyor. Zübeyir Usta, alfa erkeği kadar iddialı, hassas yeni çağ erkeği kadar içli bir insan. Bir şey soracak olursam hemen alınıyor, sık sık bu işi para için yapmadığını, maksadının işimizin görülmesi olduğunu söylüyor. Sorduğum soruyu tekrar soracak olursam katı, otoriter, maço erkek tipine bürünmesi sadece üç saniyesini alıyor. Hegemonyanın konfigürasyonları arasında özgürce uçuşabilen bir erkek Zübeyir Usta. İster habitusundan ister başka bir mekanizmadan kaynaklansın mevcudiyetinin büyük bir kısmını benim söylediklerimi itibarsızlaştırabilmesine borçlu olduğunu içten içe biliyor gibi sanki.
Üstelik, yapılacak işe dair benim fikrimin yararsızlığının, anlamsızlığının altını yeterince çizemediği durumlarda yanındaki diğer ustadan (bkz. ikincil erkeklik) yardım almasını da biliyor. Mesela beton çivisi hakkında konuşurken göz ucuyla yanındaki diğer usta ile kesik kesik bakışıyor, “Abla daha normal çivi ile beton çivisini ayırt edemiyor” temalı, morsa benzer bir kaş göz alfabesiyle anlaşabiliyor. Diğer usta zaten kendini ona göre konumlandırmış, “Best Supporting Usta” ödülüyle evine dönmeyi hayat ülküsü olarak seçmiş bir insan. Alan razı, veren razı.
“Hegemonik erkeklikler tarihsel değişime açıktır” diye teselli buluyorum. Madem bunlar zaman içinde inşa edilen ve değişebilen uygulama konfigürasyonları, o zaman hâlâ umut var diye düşünüyorum. Ustalar benim evdeyken yani. Erkeklikleri inşa eden süreçlerin çoğunda sevgili, anne, arkadaş, eş veya benzer şekillerde merkezi konumda olduğumuzdan yeni jenerasyonlardan, genç hemşirelerimden beklentim büyük. Genç kadınların hayat pratiklerinin genç erkekleri daha az baskıcı, daha eşit bir noktaya taşıyabileceğini düşünüyorum. Yeni erkekliklerin eski erkekliklerle yer değiştireceği o zamanı bana nasip eyle Yarabbi diye dua ediyorum. Hem belki erkek olmanın, daha doğrusu usta olmanın daha insancıl, daha eşit bir yolu zaman içinde hegemonik olabilir. Kimbilir!
Sözünü ettiğim yazıda Solnit kendisine şeyleri açıklamaya çalışan erkeklere; “Dostum, eğer bunu okuyorsan, sen insanlığın yüzündeki bir çıbansın ve medeniyetin önündeki bir engelsin. Yazıklar olsun sana.” diyor. Ben bu kadar sofistike olamayacağım galiba; “Usta Bey, şunun şurasında ücreti karşılığı iki şey yapacaksın; şont bacanı, silikon tabancanı, erkek fişini, su debisi aralığını, contanı, eşanjörünü, dübelini, açıklama yaparken saydığın onlarca şeyi al da git, ömrümü yedin yeminle” demek istiyorum ustayla göz göze gelmemeye çalışarak.
Siz değerli hemşirelerimi de birbirimizi bu savaşta yalnız bırakmamaya davet ediyorum. Konuşalım, dayanışalım. Hatta birlik olup birlikte direnelim. “Dübelin Sultanları”, “Musluğun Kızları”, “Tesisatın Savaşçıları”, hepsi uyar. Ya da evde usta işleri olduğu zaman bir örnek baskı tişörtler giyip tam usta açüklarken aniden kapıdan girip el ele tutuşarak kız kardeşlerimize destek olalım. Bunlar içinize sinmediyse, #ustaburadaydi, #metooyeminle, #tutunustayi gibi heşteglerle sesimizi duyuralım derim.
Yöntemi eninde sonunda buluruz, fikir gani, gazamız mübarek olsun hemşirelerim.
(AA/HA)