17 Şubat tarihinde İzmir Tabip Odası web sayfasında yer alan haberin başlığı şöyle:
“Yargı kararı: Hastaya Yeterli Süre Ayrılmasını İstemek Suç Olamaz”
İlk akla gelen bir hastanın şikayetçi olduğu. Muhtemel ki bir hasta, hekimin kendisine yeteri kadar vakit ayırmadığını, dolayısıyla özen göstermediğini vb gerekçe göstererek “bir şeyler yapmış”, bir sorun yaşamış, sonuçta dava açılmış ve yargı da “hastaya yeterli süre ayrılmasını istemek suç olamaz” demiş.
Öyle değil. İzmir Tabip Odası konuyu yargıya taşıyor. Davaya sebep hekim, Alsancak Devlet Hastanesinde bir psikiyatrist.
Haberi esas alarak paylaşmakta yarar var, seyir şöyle:
Hastane yönetimi hekim hakkında mesaiye geç geldiği için soruşturma açıyor ve soruşturma sonucunda bir başka hastaneye tayin ediyor(?!).
Yargı bu durumla ilgili şöyle söylüyor: “… personelin mesaiye geç geldiği yönünde tespit olması halinde bu eylemin karşılığı disiplin cezasının verilebileceği”.
Yargı “mesaiye geç geldi/geliyor diye Alsancak’tan Aliağa’ya tayin yapılmaz, bu orantısız bir ceza” diyor. O halde bu ceza başka bir şeyle ilgili olmalı?
Başka bir şey var; hekim hastanedeki muayene odasının kapısına bir yazı asmış:
“Randevusuz hasta bakılmamaktadır. Psikiyatri hastasının en az muayene süresi 20 dakika olmalıdır. 10 dakikalık süre ancak 32 randevuya yetmektedir. Yetersiz verdiğim ve yetersiz aldığınız tedavi hizmeti için ortak mücadele vermemiz gerekmektedir.”
Hastane yönetimi bu yazı nedeniyle hekimin tayinini sağlamış. Türkiye’de yönetimleri biraz tanıyanlar bu meşru, etik, sağlığı düşünen, önce hastanın iyiliği diyenlerce desteklenmesi gereken dileklerin yönetimi “çıldırtmış” olabileceğini tahmin eder.
Öyle de olmuş. Nereden anlıyoruz? Yargının kararından:
“… hekimin poliklinik kapısına astığı yazının sağlık sistemindeki bazı sorunları eleştirir mahiyette bir yazı olduğu, davacının diğer çalışma arkadaşlarını disiplinsiz çalışma şekline teşvik ettiği, işyerinin çalışma huzur ve barışını bozduğuna dair bir tespit olmadığı, söz konusu eylemlerin atamayı gerektirecek nitelikte olmadığı”.
Anlıyoruz ki hastane yönetimi doktorun kapıya astığı yazıyı çalışma huzur ve barışını bozmak, diğer çalışma arkadaşlarını disiplinsiz çalışma şekline teşvik diye değerlendirmiş. Ne güzel ki yargı “hekimin poliklinik kapısına astığı yazının” içeriğinin yani yeterli süre talebinin atamayı gerektirmediğine karar vermiş.
Hasta-hekim ilişkisinde niteliği yükseltmek isteyenlerin (yönetimlerin?) en başta önlem almaları, odaklanmaları gereken konudur bu. Hastaya yetersiz süre ayırmanın doğru tanı koymayı riske ettiğini, bu durumun gereksiz yere hizmet başvurularını arttırdığını, yanlış/gereksiz tedavilere yol açtığını, malpraktisi (hizmet kaynaklı zararı), reçete ve reçete başına düşen ilacı, laboratuvar tetkiki, görüntüleme incelemeleri vb sayıları arttırdığını hem akıl yürütmeyle bulabilir hem de –gerek duyulursa- ilgili çok fazla literatüre ulaşarak görebiliriz. Hal böyleyken yönetim soruşturma açmış.
Acaba yönetim yazının ifade şeklini beğenmemiş olabilir mi? Öyle “mücadele”, daha ötesi “ortak mücadele” sözcükleri falan? Misal “… layık olduğunuz iyi hizmet için paydaşlar olarak işbirliği sağlamamız gerekmektedir” filan diye yazsa sıkıntı olmayabilir miydi?
Sanmıyoruz, sorun daha “derin” ve de “yukarılarda”. Demokratik yönetim anlayışı, eleştiriye tahammül vs yi de içermekle birlikte daha ötesinde, sağlık anlayışında, sağlık politikasında yatıyor. Sorunun sağlık politikasıyla ilgisini anlamadan/kurmadan çözüme yol almak zor.
Somutlamak için Sağlık Bakanını uzun süredir “çıldırtan” ama bu sözcükle dile ilk kez gelen konuyu örnekleyebiliriz.
28 Ocak günü basında yer aldı. Sağlık Bakanı Recep Akdağ “özel sektörde sezaryenlerin yüzde 70’lerin üzerine çıkmış olması gerçekten bir çılgınlık. Bunu kabul etmiyoruz” dedi.
Herkesi çıldırtan şeyler ya da herkesin çılgınlık olarak adlandırdığı durumlar farklı olabiliyor. Örneğin Türkiye’nin acile başvuru oranlarındaki akıllara ziyan hali Sağlık Bakanının “çılgınlık” olarak nitelediğini biz duymadık. Acil başvurularında dünyada en kötü durumda olduğumuzu Bakan da biliyordur ve bu durum çok büyük ölçüde uygulanan sağlık politikasının bir sonucu. Bakan –henüz- “ama bu çılgınlıık” demiyor.
Aslında Bakana “çılgınlık” dedirten sezaryen oranlarının da uygulanan sağlık politikalarıyla ilgili olabileceğini uzmanlık derneği yıllar önce yaptığı açıklamasında ifade etmişti:
“Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) , sezaryen oranlarının yüzde 15-20 düzeylerinde olmasını önermektedir. Bu oranları yakalayan ülke sayısı son derece az olup, OECD ülkeler arasında ortalama oran yüzde 27 civarındadır. Aynı oranlar ABD’de yüzde 33, İtalya’da yüzde 36’dır. Türkiye’de sezaryen oranları, 1998’de yüzde 14, 2003’de yüzde 21 iken; 2007’de yüzde 36, 2010 itibariyle de yüzde 45 oranlarına yükselmiştir. (Biz ekleyelim: 2015 yılında yüzde 53 olmuş, SB 2017 Bütçe Sunumu verisine göre). Bu yüksek oranlar ağrısız doğumun yaygın olmaması, ebelerin doğum yaptırmalarının azalması, gebe eğitimi ile ilgili eksiklikler, hekimin malpraktis korkusu gibi faktörlerle ilişkilidir. Bu genel faktörlerin yanı sıra, bu yüksek oranlara son 10 yılda oluşturulan “Sağlıkta Dönüşüm” politikalarının etkileri de iyi sorgulanmalıdır.”
Gözden kaçmış olabilir diye hatırlatmış olalım ve tekrar en başta aktardığımız olaya dönerek soralım: Hem yönetim/ler hem de hastalar/toplum nasıl bir hekim istiyor?
Beş-on dakikada şipşak hızlandırılmış tanı tedaviyle, gelir durumunu koruyabilmek için az dinlenip çok “iş” yapan, uykusuz, yorgun, özlük hakları, bugün ve gelecek güvencesi (iş, ücret ve şiddete karşı can güvencesi dahil) sürekli gerileyen bir hekimin (nitelikli/yeterli/dengeli beslenmeyi geçtik) karın bile doyurmaya yetmeyen asgari ücretle geçinmeye çalışan hasta nüfusa verebileceği “iyileştirici” bir katkı olabilir mi?
Türkiye toplumu nitelikli bir sağlık hizmeti talebi varsa -hastaya yeterli süre istediği için tayin edilen hekimlerin olduğu bu ortamda- hekimlerin hizmeti alanlar ve sunanların ortak mücadelesine çağrı yapan (biraz çaresizlik, daha çok kırgınlık ve en çok da çözüm adına isyanla karışık) sorusunu tartışmalıdır:
Karşınızda nasıl bir hekim görmek istiyorsunuz? (EB/HK)