* Manşet fotoğrafı: Anadolu Ajansı (AA)
"İsveç Dışişleri Bakanı Margot Wallström 2014 yılında dünyanın ilk feminist dış politikasını açıkladığında fikri şüphe ile karşılanmış, hatta alaya alınmıştı. 'Buna kıkırdama faktörü diyoruz' demişti Wallström.
"O günden bugüne, sekiz yıl sonrasına ileri sardığımızda ise İsveç, Kanada ve Meksika gibi öncüleri bugün yalnızca hepimiz için açtıkları etkileyici yol için selamlayabiliriz. Ben de hükümetimin feminist dış politika izleyen ilk Almanya hükümeti olmasından gurur duyuyorum."
Yeşiller Partisi'nden Federal Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock, 13 Nisan 2022'de Feminist Dış Politika Zirvesi'nde yaptığı konuşmada feminist dış politika kavramının çıkış noktasını ve Sosyal Demokrat Parti (SPD), Yeşiller ve liberal Hür Demokrat Parti (FDP) koalisyonu ile kurulan Almanya hükümetinin de benzer bir politika izlediğini kısaca bu sözlerle açıkladı.
Baerbock'un da altını çizdiği üzere, dönemin dışişleri bakanı sosyal demokrat Wallström'ün 2014'teki açıklamasıyla birlikte feminist dış politika İsveç hükümetinin resmi politikası haline gelmiş, aralarında Kanada ve Hollanda'nın da olduğu bir dizi ülke İsveç örneğini takip etmişti.
Peki, Rusya-Ukrayna savaşının devam ettiği, nükleer silahların da devreye girebileceği üçüncü dünya savaşı ihtimalinin dahi dillendirildiği böyle bir dönemde feminist dış politika Ukrayna ve dünya için ne ifade ediyor? Böyle bir dış politika yaklaşımı Ukrayna'ya barışı getirebilir mi?
Müzakere masasında kadınlar
İlk olarak "feminist dış politika"nın ne anlama geldiğinden başlamak gerekirse, bu ifade hem temsiliyete hem de dış politikada alınan kararların odak noktasına ilişkin belli başlı bazı önermelerde bulunuyor.
Avrupa Parlamentosu'nun Almanyalı vekillerinden Hannah Heumann'ın paylaştığı verilere göre, araştırmalar her ne kadar kadınların varlığının kalıcı barış sağlama şansını arttırdığını ve kadınlarla erkeklere eşit fayda sağlayan anlaşmaları beraberinde getirdiğini gösterse de 1992-2019 yılları arasında yapılan müzakerelerdeki kadın temsilci oranı yalnızca yüzde 13.
Aynı veriler, şimdiye kadar dünyada imzalanan barış anlaşmalarının kadın imzacılarının oranının sadece yüzde 6 olduğunu gösteriyor.
Benzer şekilde, Rusya ve Ukrayna arasında Belarus ve Türkiye'de gerçekleştirilen ateşkes ve barış görüşmelerine baktığımızda heyetlerin neredeyse tamamen erkeklerden oluştuğunu görüyoruz.
* İstanbul'daki görüşmelerden. (Fotoğraf: Cem Özdel / AA -Arşiv)
Feminist bir dış politika ise tam olarak burada devreye giriyor.
Kanada'nın Kadın, Barış ve Güvenlik Ağı (WPSN-C) platformundan Beth Woroniuk'un Common Dreams için kaleme aldığı yazıda da belirttiği üzere, "feminist dış politika toplumla derin bağlantıları olan ve kalıcı barışı inşa etme konusunda menfaati bulunan kadınlar gibi müzakere masasında kimlerin olması gerektiği konusunda temel ilkelerin ana hatlarını çiziyor."
Uluslararası Barış Enstitüsü'nün 2015 tarihli araştırması da kadınların barış sürecine dahil olmasının imzalanan barış anlaşmalarının en az 2 yıl sürme ihtimalini yüzde 20 arttırdığını gösteriyor. Kadınların katılımı uzun vadede daha da büyük etki yaratıyor: Oluşturulmasında kadınların rol oynadığı barış anlaşmalarının 15 yıl sürme ihtimali yüzde 35 daha yüksek.
Sadece kadınlar değil, tüm kırılgan gruplar
Rusya'nın Ukrayna'yı 24 Şubat'ta işgalinin ardından başlayan süreçte konuyla ilgili çok şey yazılıp söylendi, hala da yazılıp çizilmeye devam ediyor: Rusya ve NATO'nun bir sonraki hamlesi ne olacak? Rusya'nın kazanması ya da kaybetmesi dünya için ne anlama gelecek? AB ülkeleri ve ABD'nin Ukrayna'ya yaptığı mali ve askeri yardımlar nasıl bir sonuç doğuracak?
Tüm bu sorular ve muhtemel cevapları kendi içlerinde önemli ve anlamlı olsa da dış politika yaklaşımında devletlerin politikalarına, çıkarlarına ya da hamlelerine çok fazla odaklanmak halihazırda devam eden savaşın insani boyutunu gözden kaçırmamıza sebep olabiliyor.
Harvard Üniversitesi'nden Eirliani Abdul Rahman, "Kabil düştükten çok kısa bir süre sonra Ukrayna'da meydana gelen yıkıma bakınca, belki de devletlerin çıkarlarına odaklanan 'realpolitik'ten uzaklaşıp yeni bir dış politika yaklaşımına geçmemizin zamanı gelmiştir" diyor.
Abdul Rahman, özetle şu öneride bulunuyor:
Güvenliğe askerileştirilmiş bir mercekten bakmayı bıraktığımız bir dünya hayal edebildiğimizi düşünelim. Bunun yerine, kadınlar, çocuklar ve toplumdaki en kırılgan kesimler karar alma süreçlerinin merkezinde yer alır ve bu kesimlerin ihtiyaçları politika yaparken her açıdan göz önünde bulundurulur. Feminist dış politika denen bu yaklaşım, çatışmaların temeline inmenin ve uluslararası siyasi söylemin mevcut neoliberal temellerine meydan okumanın bir yolu olabilir. Realpolitik ve feminist dış politika arasındaki bariz fark, feminist dış politikanın kırılgan kesimlerin refahını ön plana çıkarmasıdır.
* Mülteciler Ukrayna sınırında. (Fotoğraf: Beata Zawrzel - AA)
Diğer bir deyişle, feminist dış politika, isminin yaptığı çağrışıma rağmen sadece kadınların ilerlemesi veya yükselmesini öngörmüyor. Aksine, özünde farklı bir uluslararası yaklaşım olarak sadece sesi en gür çıkanların veya en güçlü olanların değil, tüm insanların ihtiyaçlarını önceliyor.
"Bu, sağlık ve çevre ile ilgili olduğu kadar insan hakları, çatışma önleme, ekonomik kalkınma ve toplumsal katılım ile de ilgili" diyen Carnegie Uluslararası Barış Vakfı'nda Cornelius Adebahr, "böyle bir politika yaklaşımının BM'nin türettiği ve geleneksel olarak devletin korunmasından ziyade insan onuru ile birlikte bireyin korunmasına odaklanan 'insan güvenliği' kavramının pek çok unsurunu yansıttığını" söylüyor.
Yani, "feminist yaklaşım, etnik köken, din, cinsel yönelim, engellilik veya yaş gibi sebeplerden ötekileştirilmiş grupların eşit katılımını talep ediyor."
Tevekkeli değil, İsveç'in önceki Dışişleri Bakanı Margot Wallström feminist dış politikayı "haklar, temsiliyet, kaynaklar ve gerçekçilik" olmak üzere dört sacayak üzerinden açıklarken Almanya Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock bunlara bir kavram daha ekliyor: Çeşitlilik.
Savaşın insani boyutu
Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği'nin (BMMYK), Nisan sonu itibariyle paylaştığı verilere göre, savaşın başından bu yana 5 milyon 468 bin 629 kişi Ukrayna'yı terk ederek komşu ülkelere sığındı.
Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği'nin verileri 24 Şubat-28 Nisan tarihleri arasında Ukrayna'da 2 bin 899 sivilin hayatını kaybettiğini ortaya koyarken Ukrayna Başsavcılığı savaşta 219 çocuğun yaşamını yitirdiğini, 398 çocuğun yaralandığını açıkladı.
Dahası, Almanya'nın Birleşmiş Milletler (BM) Daimi Temsilcisi Antje Leendertse'nin de altını çizdiği üzere, söz konusu bu savaşın ağır sonuçlarını yüklenmek olduğunda özellikle kadınlar ilk sırada geliyor:
Çatışmaya bağlı cinsel şiddet, insan kaçakçılığı ve cinsel sömürünün ana hedefi olanlar kadınlardır. Kadınlar, aile üyeleri, çocuklar ve yaşlılarla da ilgilenerek kitleler halinde ülkeyi terk ediyor. Bir yandan korku, yas ve travma devam ederken kadınlar, geride kaldıkları yerlerde çoğu zaman aile ve toplumlarının hayatta kalabilmesi için temel hizmetleri sağlamaktan sorumlu oluyor.
* Maria ve 1 yaşındaki oğlu Ukrayna sınırında (Fotoğraf: UNFPA)
Leendertse'ye göre, daha etkili olabilmesi için dış politikanın bu noktada çatışmanın cinsiyetlendirilmiş boyutlarına eğilmesi gerekiyor:
"Ukrayna'nın durumunda bu şu anlama geliyor: Bu haksız savaşı durdurmak için çaba gösterirken aynı zamanda kadınların çektiği belli zorluklar da dahil olmak üzere savaşın Ukrayna halkı üzerindeki ivedi etkilerini azaltmak için de eşit derecede çalışmalıyız.
"İnsan güvenliği, insani krizi çözmek, çatışmadan doğan cinsiyetlendirilmiş sonuçları ele almak... Bunlar göz önünde bulundurulacak ikincil konular değil; dış politika kararlarımızın merkezinde yer alıyorlar."
Peki, mevcut durum gerçekten bunu mu gösteriyor?
Pratikte feminist dış politika
Kanada'nın Ottawa Üniversitesi'nden Bénédicte Santoire'ın da hatırlattığı üzere, "feminist dış politikaları ile gururlanan ülkeler, söz konusu yumuşak güç ilkelerini pratikte çabucak unutabiliyor. Bu ülkeler, Rusya gibi hasmane devletler ile karşılaştıklarında katı bir tutum takınıp insan güvenliğinden ziyade maddi konular ve devlet güvenliğini önceleyebiliyor."
Mevcut durumda da feminist dış politika yürüttüklerini ilan eden ülkelerin Ukrayna'ya ilişkin politikalarını oluştururken toplumsal cinsiyete merkezi bir yer verip vermediklerine ilişkin çok az kanıt bulunuyor.
Örneğin, Almanya'nın başkenti Berlin'deki Feminist Dış Politika Merkezi'nin kurucusu feminist aktivist Kristina Lunz, "feminizmin şiddete dayanan yapıları yok etmeye çalıştığını" vurguluyor. Feminist dış politika çatışmaların barış yoluyla çözülmesi çağrısında bulunurken Lunz da Almanya'nın topraklarında nükleer bomba konuşlandırmasına karşı çıkıyor.
Öte yandan, Münih'teki Federal Silahlı Kuvvetler Üniversitesi'nden Carlo Masalla, "İsveç'e yakından bakıldığında feminist dış politikalarındaki çelişkilerin oldukça görünür" olduğunu söylüyor.
Masalla'ya göre, İsveç'in 2014 yılında feminist bir dış politika izleyeceğini açıklamasına rağmen Rusya'ya yönelik tehdit algısı sebebiyle son on yıl boyunca savunma harcamalarını arttıran birkaç Avrupa ülkesinden biri olması bu çelişkilerden biri olarak karşımıza çıkıyor.
Benzer şekilde, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra askeri bir güç olarak öne çıkmamayı tercih eden Almanya'nın bir kereliğine 2022 bütçesinde savunma harcamalarına 100 milyar euroluk ek fon ayıracağını açıklaması, ardından da Federal Meclis'in Ukrayna'ya ağır silah sevkiyatını onaylaması bu noktada atılan çelişkili adımlardan bazıları olarak değerlendirilebilir.
* Fotoğraf: Andre Luis Alves - Anadolu Ajansı (AA)
Dahası, Cornelius Adebahr'ın da altını çizdiği üzere, Ukrayna'nın kendini savunabilmesi için atılacak adımların Ukrayna, Rusya ve diğer bölgelerdeki insanlar için sonuçlarının da hesaba katılması gerekiyor.
Bu ise Rusya'ya yönelik ekonomik yaptırımları hedef gözeterek hayata geçirmek ve takip eden herhangi bir siyasi taviz karşılığında söz konusu yaptırımları hızlı ve etkili bir şekilde geri almak anlamına geliyor.
Bu ve bunun gibi pek çok sorunun yanında ilgililerin kendilerine şu soruları sormasında da fayda var gibi görünüyor:
"Ukrayna'nın savaş ekonomisinin cinsiyetlendirilmiş ve kesişimsel etkileri neler? [...] Yaptırımların hem yaptırım uygulanan hem de yaptırım uygulayanlar üzerinde ne gibi cinsiyetlendirilmiş etkileri bulunuyor? Örneğin, yükselen akaryakıt ve gıda fiyatlarının getirdiği masrafı kim karşılıyor?"
Nitekim, araştırmalar "yaptırımların genellikle hedef aldıkları ülkelerin dünya ekonomisiyle bağlantı kanallarını kesmeyi hedeflediğini, fakat potansiyel sonuçlarının daha çok yoksul ve dar gelirli kesimleri olumsuz etkilediğini" ortaya koyuyor. Söz konusu olumsuz etkilerden en çok etkilenecek kesimlerin arasında kadınlar ve çocukların olduğu ise inkar edilemez bir gerçeklik olarak karşımızda duruyor. (SD)