AKP’nin inşa etmekte olduğu ve “yeni Türkiye” adını verdiği siyasal-toplumsal süreçten dolayı bir süredir gündeme gelen her seçim “çok önemli”, “çok kritik” gibi nitelendirmelerle ele alındığı için 7 Haziran'da yapılması beklenen parlamento seçimlerini de yine böyle nitelendirmek yeni bir şey söylemek olmayacak. Ancak yine de belirtmek gerekir ki, AKP’nin “yeni Türkiye”sinin inşa sürecinde artık en kritik dönüm noktası bu seçimlerdir. Türkiye’nin Tayyip Erdoğan’ın suretinde ve tabii Erdoğan'ın “tek adam” olarak yöneteceği bir ülke haline gelip gelmeyeceğinin ya da böyle bir gidişatın seçimlerle engellenip engellenemeyeceğinin görüleceği son seçim 7 Haziran'da olacak.
7 Haziran akşamı AKP istediğini alırsa “yeni Türkiye”nin inşası hızlanarak tamamlanacak ve artık bir sonraki seçimde yapılacak fazla bir şey kalmayabilecektir. Ama 7 Haziran akşamı AKP istediğini alamazsa yeni bir durum ve konjonktür oluşacak ve Türkiye Erdoğan’ın sultasından çıkmaya başlayacağı yeni bir sürece, yeni bir siyasal iklime girecek.
Hem refah, hem özgürlük
2001’deki büyük ekonomik krizin belirlediği 3 Kasım 2002 seçimleri 14 ay önce kurulmuş bir partiyi, AKP’yi iktidara getirirken o zamana kadar Türkiye’yi yönetmiş partileri, ANAP’ı, DYP’yi, DSP’yi tasfiye etmiş, yine bir önceki seçimde parlamento dışında kalmış CHP’yi de ana muhalefet partisi yapmıştı. Erdoğan kendisinden önce1950’lerde Menderes, 1960’larda Demirel, 1970’lerde Ecevit, 1980’lerde Özal gibi hem ekonomik kalkınma ve refahı sağlayacağına, hem de özgürlükleri genişleteceğine toplumun önemli bir kısmını ikna ederek 2000’lerde iktidara tırmandı. Dünyaya vaadi ise Soğuk Savaş sonrasına uygun bir şekilde Türkiye’yi yeniden düzenlemekti; gerçekten de “eski”, “arkaik” kalan rejime yapışıp kaldığı için tasfiye olan merkez sağ-sol partilerin cesaret edemeyeceği bir tarzda daha demokratik, daha özgürlükçü bir yeni Türkiye kuracağını iddia ediyordu. İslamcı hareket içinden çıkıp gelen ve öncelikle de Erbakan’ın liderliğindeki bu hareketi kötürümleştirerek ülkenin önünü açacağına inanılan, kendisini “muhafazakâr-demokrat” diye niteleyen Erdoğan ve arkadaşları ABD ve AB’nin desteğini alarak işe koyuldular.
Geride kalan 12 yılda 9 seçim kazanırken gelinen 2015 yılının AKP’sinin 2002’deki AKP ile aynı parti olduğu söylenebilir mi? Erdoğan’ın gazeteci Hasan Cemal’e “Hasan abi” diye seslenebildiği günlerden Hasan Cemal'in işsiz bırakıldığı bugünlere gelindiğinde artık bambaşka bir Erdoğan ve AKP olduğu herkesin malûmudur ve bu AKP’nin 2002 seçimleriyle tasfiye olan DYP, ANAP, DSP gibi partilerden bir farkı kalmamıştır. Belki bir farkı şudur ki, Türkiye’yi onlarca yıl yönetmiş bu partiler sonuçta seçimle, oy sandığında tasfiye oldular ve evlerine gittiler. Ama son yıllarda attığı adımlardan sonra AKP için aynı şeyi söylemek zordur; çünkü artık herkes gibi AKP de biliyor ki, seçimleri kaybederse sadece muhalefete düşmeyecek, muhalefetle birlikte birçoğu mahkemeye ve hapishaneye düşecektir. Bu durumdaki bir parti seçimleri kaybetmeyi göze alabilir mi, kazanmak için her şeyi yapmaz mı? Yapar, nitekim yapıyor ve bugün nispeten sakin olmalarının nedeni 7 Haziran seçimlerinden de iktidar olarak çıkmalarının beklenmesidir.
Harç bitti, yapı paydos!
Evet, AKP 7 Haziran’da 10. seçimini de kazanacak gibi görünüyor ama bu seçimi aynı zamanda kazanacağı son seçim haline getirmek ve şu "yeni Türkiye" inşaatına son vermek, "Harç bitti, yapı paydos" demek mümkün mü?
Evet, mümkün! Peki, bunu kim, hangi parti yapabilir? CHP veya MHP’nin bunu yapması mümkün mü? 12 yılda AKP karşısında 9 defa kaybeden bu iki parti Haziran’da kaybetmemek için ne yapıyor, nasıl bir hazırlıkları var? Kılıçdaroğlu’nun iktidar olmayı beklemediklerini bir gazeteciye söylediği yazıldı, çizildi. Aslında CHP yüzde 25 dolayındaki oylarıyla halinden pek de şikâyetçi görünmüyor ve iktidara gelmek üzere bir stratejisi ve hazırlığı yok. Diğer muhalefet partisi MHP’nin durumu CHP’den daha iyi değil. Oy oranı yüzde 15’lerde dolaşan bu parti de aslında iyi günlerini yaşıyor ve Kürt sorununun çözüm sürecinin gelişimine göre büyümesi değil küçülmesi beklenmelidir.
Geriye HDP kalıyor; başka bir ifadeyle Kürt hareketi ve enternasyonalist sol/sosyalist hareketin içinde buluştuğu bu parti 7 Haziran seçimlerini AKP’nin kazanacağı son seçim haline getirebilir mi? Evet, getirebilir! Zaten sadece bu partinin böyle bir gücü olabilir, böyle bir iddiayı kuşanabilir. Peki, HDP’de gerçekten bu doğrultuda bir yönelim, bir hazırlık var mı? Aslında seçimlere bağımsız adaylarla değil de parti olarak gireceklerine ilişkin karar ve açıklamalar tam da bu anlama geliyor. Çok ilginçtir ki, tam tersine komplo iddialarına, yani HDP’nin seçime parti olarak girip yüzde 10 barajını geçemeyerek AKP’ye fazladan 30-40 milletvekili hediye edeceğine, bunun için AKP ile gizlice anlaşma yapıldığına ilişkin komplo iddialarına rağmen gerçek şu ki, HDP açıkça AKP’ye meydan okuyor. Çünkü eğer barajı aşarsa sadece 50-60 milletvekili çıkararak belki de AKP’nin tek başına iktidarını bile tehlikeye sokmakla kalmayacak, daha da önemlisi yükselen güç ve artık Türkiye’nin geleceğini temsil eden siyasi hareketi olarak AKP’nin 12 yıldır kurmuş olduğu hegemonyaya da son verecektir.
Hiç risk yok mu?
Peki, bu seçim taktiği ve meydan okuma riskli değil mi? Ya barajın altında kalınırsa AKP 330 milletvekilini de aşarak, yani anayasayı değiştirecek çoğunlukla iktidara gelirse? Evet, böyle bir risk vardır ve baraj altında kalınırsa HDP, AKP'ye bu yolu açtığı gerekçesiyle suçlanacaktır. Aslında bu suçlama haksız olacaktır; çünkü Erdoğan’ın bugünden işletmeye başladığı bir tür “başkanlık rejimi”nin sorumlusu HDP değil, bugüne kadar AKP’ye etkili bir muhalefet yapamayan diğer partiler, CHP ve MHP’dir. 9 seçimdir, biri yüzde 25’lerde, diğeri yüzde 15’lerde çakılıp kalmış ve her seçimde AKP’ye yüzde 45-50’leri hediye eden bu partiler Erdoğan’ı durduramazken bugüne kadar yüzde 6-7 civarında oy alan HDP nasıl suçlanabilir ki? Aslında bu suçlamayı yapanların mantığına göre AKP'yi durduracak asıl güç HDP olmaktadır ki, o zaman da HDP'nin çıtayı yükseltmesi doğal değil midir?
Bölgenin ve Türkiye'nin yükselen siyasal gücünü temsil eden HDP'nin 7 Haziran'da üçüncü defa bağımsız adaylarla seçime girmesi geri adım atması, siyasi iddialarından vazgeçmesi anlamına gelir ki, bunu gerektiren bir tablonun ortada olduğu söylenemez. Kamuoyu araştırmaları HDP'nin kesin olarak baraja takılacağını göstermediği gibi, "Biz yıkıp geçinceye kadar bu barajı kaldırmayacaklar" diyen Selahattin Demirtaş haklıdır. Açıkça kimsenin savunmadığı ama 30 yıldır da varlığını koruyan yüzde 10 barajı bu gidişle daha 30 yıl sürer ve her iktidar partisinin daha fazla milletvekili çıkarmasını sağladığı için hiçbir iktidar tarafından da değiştirilmez.
HDP’nin parti olarak seçime katılması elbette risk taşımaktadır ama görüldüğü kadarıyla bu yönelimin birkaç önemli gerekçesi vardır; birincisi, 7 Haziran belki de seçimler yoluyla AKP'nin önünün kesilebileceği son tarihtir. Bu seçimlerde cüretkâr bir hamle yapıp AKP'nin düşüşe geçmesi sağlanamazsa bir sonraki seçim tarihi 2019'dur. Bu zamana kadar "Başkan Erdoğan" yönetimindeki bir Türkiye'de ne olacağına, nasıl olacağına kim kefil olabilir? Dolayısıyla HDP durumun, gidişatın vahametinin dayattığı bir riski almaktadır. Ve elbette risk büyüdüğü oranda da kazanç veya kayıp ihtimali de büyümektedir. İkincisi, HDP "Baraj sadece benim sorunum değil herkesin sorunudur" demektedir ki, gerçekten de herkesin bunu böyle anlaması ve ne yapacaksa şimdi yapması gerekmektedir. Ve üçüncüsü de, böylece HDP 7 Haziran'ı Türkiye için bir "milât" haline getirmektedir; ya demokratikleşmenin ya da AKP'nin sınırsız egemenliğinin milâdı! Eğer durum bu kadar vahimse ve yüzde 10 barajından dolayı Türkiye böyle bir ikilemle karşı karşıyaysa barajın düşmesini sağlayacak bir yol daha vardır: Seçimleri boykot, yüzde 10 barajı olduğu sürece seçimlere katılmamak! CHP bunu kabul ederse HDP de kabul eder ve doğru-düzgün bir yasayla demokratik bir seçim yapmanın yolu açılır. CHP'nin ciddi bir siyasal-toplumsal mücadeleyi öngören böylesi bir yönelimi göze alması beklenemez ama buna benzer cüretkâr bir tavır almadan da HDP'nin cüretkârlığını, yani parti olarak seçime girerek risk almasını eleştirme hakkına sahip değildir. Çünkü artık bir sonraki seçimde risk almak veya cüretkâr taktikler üzerine konuşmak anlamsız hale gelebilir... (SÖ/HK)